16 Kasım 2010 Salı

YAŞAR DURAN: İNGİLTERE'YE GOL ATANA KADAR!



Kaleci olmasaymış çok rahatlıkla Kemal Sunal filmlerinde kötü adamların en kötüsü olarak harika bir sinema kariyeri yapabilirdi Yaşar… Rahmetli Yadigar Ejder’den hiçbir eksiği yoktu, fazlası vardı. Boyu daha uzun, refleksleri daha jenerikti. Hiç olmadı, en kötü ihtimalle Metin Milli ya da Çetin Alp ayarında bir şarkıcı olabilir, en azından onun her daim sevimli yüzünün hatırına Eurovision’da İngilizler’den 8 puan alabilirdi. Zaten kendisi de söylemişti:
“İngiltere’den 8 yedikten sonra sinemadan, televizyondan, sahnelerden birçok teklif geldi ama insanlara aslında ne kadar iyi bir kaleci olduğumu ispat etmek için kabul etmedim”
Fenerbahçe ve Milli Takım’ın efsanevi oyuncusu Yaşar Duran’ın “iyi” bir kaleci olduğu, yarın sabah güneş doğacağı kadar aşikâr… Çünkü ondan başka hiç kimse –mesela Galatasaraylı ikizi Hayrettin- 8 gol yedikten sonra kendi kendisiyle alay edemez ya gözüne giren güneşten dem vurur ya da açıkça savunmayı ve orta sahayı suçlar. Ancak bu kadar “iyi” adamlar, kendileriyle böyle fütursuzca alay edebilirler:
“İngiltere maçından önce milli takımın asıl kalecisi Ankaragücülü Arif’ti. Ama sanki mahalle maçına çıkacakmışız gibi büyüklerimiz bana ‘Yaşar, senin boyun uzun… İngilizler havadan oynuyorlar, kaleye sen geç’ dediler.”
O gün gerçekten de bir mahalle maçı oynandı Türkiye’de… O zamanki futbol kriterlerine göre Londra’nın en zengin mahallesi ile 12 Eylül Türkiye’sinde Alibeyköy’ün en fakir mahallesinin maçı… Top, forvetimiz Rıdvan Dilmen’in ayağına toplamda 9 kere gelmiş, 9 kez santra yapmıştı. 9 santranın yedincisinde teknik direktörümüz Coşkun Özarı, o gün dudaklarının arasından hiç eksik olmayan uzun Samsun’unu ters yakmış, o esnada dünyada nikotine en çok ihtiyacı olan maçın Türk spikeri top altıncı kez ağlarımıza girdiğinde “Bir İngiltere atağını daha gol yiyerek savuşturuyoruz” demişti. Yedinci golde ise gelmiş geçmiş en trajikomik Türk filminin en unutulmaz sahnesinde yine Yaşar vardı: Golden sonra topu eline almış, santra yapması için topu ısrarla Rıdvan’a vermiyor, kendisini uyaran hakeme
“Atmam abi, bitir artık bu maçı, o zaman ben de topu atarım”
diyordu. Sekizinci ve nihayet son golü yediğimizde maçın 90. dakikasıydı, spikerimiz belki de tersten bir Samsun yakmış, biraz rahatlamıştı: “Sayın seyirciler, maç bitti, biz hala gol yiyoruz”

Aslında Yaşar’ın da Hayrettin gibi kaleci olmak dışında hiç hatası yoktu. Bir ay boyunca hiç durmadan yan top çalışmışlar ama nedense kalemize yapılan her orta gol olmuştu. Yaşar’a göre hezimetin asıl sorumlusu Özarı’dan başkası değildi:
“40. dakikada ‘Hocam allahını biraz seversen beni oyundan al’ diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Ama o gitti orta sahaya adam aldı. Halbuki orta sahamız langırt masasındaki orta saha gibiydi zaten. 90 dakika sahadaki 20 oyuncu sürekli karşımdaydı, bizim ceza alanının içinde saklambaç oynanıyordu ama nedense hep ben ebe oluyordum. Gözümü açtığımda topu filelerden çıkarıyordum”
Aslında Orwell’in kehanetlerinde kıyamet yılı olan 1984’teki o gün, orada ya da televizyonların başında Yaşar’ın suretinde yenilen 8 gol bize enflasyon, Özal, zamlar, Kenan Evren ve askerlik arkadaşları olarak görünüyordu sadece. Aradan yıllar geçti, hala İngiltere’ye tek bir gol bile atamadık, o yüzden de Yaşar’ı asla unutamadık. Ama o zamanlar, amacımız gol atmak ve galibiyet değildi. Asıl gayemiz, şerefli mağlubiyetler almaktı. Rövanş maçında Wembley’de de ilk maça göre skortif açıdan gayet şerefli bir mağlubiyet alacaktık: 0-5.

Milli Takım otobüsü Wembley’in önünde durduğunda Fenerbahçeli Abdülkerim, otobüsten yangından kaçarcasına atlayacak, diğer koşmaya hazırlanan oyuncularımızı geçip “Wembley’e ayak basan ilk Türk ben olacağım” diyerek hayatının deparını atacaktı. Yaşar’a göre bu depar, o zamanlar Wemley’i uzay, kendisini de Neil Armstrong olarak algılayan Türk futbolcusunun en büyük kompleksini kustuğu andı.
İngiltere’nin Ada’ya vize istemeden aldığı ilk Türk olan Yaşar Duran ise Wembley’e nedense son adım atan Türk oldu. Yaşar’ın biraderi Türkiye Elektrik Kurumu başkanı olarak ayarlamış gibi, başta bizim mahalle olmak üzere İstanbul’un yarısında elektrikler kesikti. Zihnindeki elektrik kaçağı asla kesilmeyen Abdülkerim ise ceza alanında, Yaşar ve Raşit Çetiner’e “Lineker’i gördünüz mü?” diye sorup “Biraz önce buradaydı” cevabını aldığında topu yine filelerden çıkartıyorduk. Maç 4-0’ken, 1-0 öndeymiş gibi zaman geçirdik. Ama Coşkun Özarı’nın yıllar sonra 2004’te İstanbul’da 0-0 biten İngiltere maçından sonra söyleyeceği gibi “yine olduramadık”.

Toplamda 18 kez milli olup bunların sadece ikisinde 13 gol yiyen Yaşar, kısa bir süre sonra oynanacak ikinci 8-0’da kaleye geçmeyeceğini adı gibi biliyordu. Ama o zamanlar da şimdi olduğu gibi Türk “skor” basını rakiplerinden her daim 8 yemekle meşguldü. Yaşar’ın yedeği olan Fatih’le aralarında sorunlar olduğunu, küs olduklarını yazdılar. Ama yine ters köşeye yatmışlardı: O gece bu sefer Fatih 8 tane yiyince, Yaşar Duran o efsanevi basın toplantısını yaptı: “Gördüğünüz gibi oda arkadaşım da olan Fatih’le aramızda hiçbir sorun yok. Hatta o kadar içli dışlıyız ki bugün de gördünüz yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor”

Türkiye’de hele de o yıllarda, kaleci olmak maden işçisi ya da öğretmen olmaktan bile daha zor bir işti. Bir hatalı gol yedin mi, ne kadar mucizevî şekilde olursa olsun kurtardığınız toplar sizi tarihin gazabından asla kurtaramazdı. Değişen bir şey var mı? Yaşar Duran da tıpkı Rüştü Reçber gibi hem Fenerbahçe’nin hem de milli takımın kalecisiydi. İkinci Lig’de Gaziantep’te oynarken Milli Takım’a çağrılan ilk oyuncuydu. Fenerbahçe ile 2 kez lig şampiyonu olacak, ne kadar kupa varsa kazanacaktı. Ama Fenerbahçe kariyerinde bile akılda kalanlar hep 8-0’dan sonra üzerine yapışıp kalan, ağzıyla bile top tutsa asla kurtulamayacağı “kovalık”larıydı: Göteborg’dan 40 metreden yediği gol, Fiorentina maçında baraj kurdurturken kaleye giren top, Beşiktaş maçında yüzü kendi kalesine dönükken yumrukladığı ortanın kendi kalesine girmesi…

Ama, bu kadar “inanılmaz” bir kaleciyi ve bir o kadar da sevimli ve iyi bir adamı siz de Bursa-Fenerbahçe ve Adana Demirspor-Gaziantep maçlarında kurtardığı 3’er penaltı ile hatırlamaya çalışın. En azından bir gün İngiltere’ye bir gol atana kadar…

10 yorum:

La Gazetta Seforotti dedi ki...

eyvallah ali abi, 3 er penaltıyla hatırlarız :)

Tufan dedi ki...

Evet belki 8 gol yemiştir ama o yediği golleri kahkahalarla anlatacak kadar da kompleksiz bir insandır. Kurtardığı penaltılarla da hatırlanır ama bence önce insanlığı ile hatırlanmalı

sonvagon.blogspot.com dedi ki...

"Tavuk karası" varmış kendisinde :)

Dumanovsky dedi ki...

'' Yaşar’ın yedeği olan Fatih’le aralarında sorunlar olduğunu, küs olduklarını yazdılar. Ama yine ters köşeye yatmışlardı: O gece bu sefer Fatih 8 tane yiyince, Yaşar Duran o efsanevi basın toplantısını yaptı: “Gördüğünüz gibi oda arkadaşım da olan Fatih’le aramızda hiçbir sorun yok. Hatta o kadar içli dışlıyız ki bugün de gördünüz yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor”'' mizah öğeli bir yazı yazmışsın abi.zayıf anı bu zamandır aslında kaleci jenerasyonları bozuldu ingilizlerin hazırlık maçı mı yapsak :)

Gürkut Gürsoy dedi ki...

1984-85 sezonunda Beşiktaş maçında 2-1 geride iken Kovaçeviç'in pozisyonunda yaptığı efsane kurtarış ve ardından ilyas'ı golü ile gelen şampiyonluk... 1985 Cumhurbaşkanlığı kupası penaltılarda Simoviç ve Fatih Terim'in atışlarını kurtararak getirdiği kupa... Yaşar Duran o yılların unutulmaz kalecisiydi.

İlker Yılmaz dedi ki...

abi twitter'ı bırakmanın belki de en iyi yanı bu oldu. artık bloga daha çok yazıyorsun ve bizler de harika yazılar okuyoruz. teşekkürler.

Adsız dedi ki...

90. dakika

Ogün çok yorgundum hayatın anlamını ve kendimce sorgular içerisindeydim.
İşsiz ve yalnız bir adam olarak borç aldığım biralarla maçı izliyordum.
Maç içindeki defansif hataları benim hayattaki hatalarım ya da hücumda ki
güzellikler yaşamdaki onure edici anı anlatıyordu.
Çok yorgundum ve sadece 2008 avrupa şampiyonasında,
Hırvatistanı yenmek istiyordum zira 96'da taş koymuşlardı işimize.
Önce koltukta ki ön köşemde oturarak işe başladım ki bu benim totemimdir..

Sadece bir galibiyet ve sonrasında mutluluk istiyordum,
aklıma iş mülakatında en mutlu olduğunuz an sorusu geldi ama bir cevap veremiyordum. Çünkü
somut ölçülerde öğle bir mutluluk yoktu, tamam ilk aşkımla buluştuğum
ilk gün dizlerimin tiitremesi hariç. ama başka bir şey yoktu somut
olarak anlatacağım.Sonra fenerbahçe'nin bordo'yu yendiği ve benim radyodan dinlediğim maç aklıma geldi.

yazamadım çünkü o mutluluk rehmetli Hüseyin'i getirdi aklıma,
o zaferden az sonra kanserden ölen. ne acı tesadüfdür ki lisede en yakın arkadışım olan
Hüseyin de bilmediğim bir sebebten ölmüştü. Küçükken Hüseyin'in gazetelerdeki o halini son ve sona yaklaşaşını
gördüğümde ağladığımı hatırladım.
dakikalar 30'u gösterirken aklıma ilk imza aldığım Abdülkerim geldi soğuk bir kadıköy sabahında elim titreyerek..pesiç,
lukovcan hepsi bir arada.
Neden fenerbahçeli olduğum aklıma geldi, 80'li yıllar sadece arayış içerisnde bir veletim.
Eski solcu hikayeleriyle büyümüş ve evi hemen
stadın yanında o ara herkes feneri yeniyor etrafımdaki herkes galatasaraylı..
o zaman fenerliydim ben zayıfın yanında olmam gerekti.

Neyse benim meslem o gün o golü görememdi..tıpkı orada olmayan adam gibi.. son dakkada rüştü hata yapmış ve gölü yemiştik.
Kızdım rüştüye çok kızdım acilen bir sigara yakıp son kalan biramı içerek tuvalete koştum ağlamak için..

Ama ne olduysa orada oldu.

Korkunç bir gürültü geldi..ama neden..acaba hırvatistan'da yaşıyorumda haberim mi yoktu ya da içkiden kafam mı dönmüştü..

Anlamsızca içeri koştum, dakikalar 90 artı bilmem kaçı gösterirken Semih gol atmıştı...
hiç oyalanmadım hemen balkona koştum hiç tanımadığım karşı binadaki
adamla göz göze geldiğimizi ve nasıl lan dediğimi hatırlıorum.
o an çok şey düşündüm, babam ölmeden az önce keşke onu nasıl sevdiğimi söyleyebilseydim ya da
ilk aşkım gitmeden bir dakika önce onsuz olamıyacağımı ya da Hüseyin ölmeden bir dakika önce ''seni çok özliyeceğim''
demek istediğimi..
ama olmadı hiç biri.. o son dakika golü sadece benim hayata tutunmamı sağladı ve bir şeyler yazıp..
son dakika kaybettiklerim için ağlamamı..

içinden tramvay geçen şarkılı oyun gibi..içinden müzik ve futbol geçen ben...http://adektlimited.blogspot.com/

Adsız dedi ki...

90. dakika

Ogün çok yorgundum hayatın anlamını ve kendimce sorgular içerisindeydim.
İşsiz ve yalnız bir adam olarak borç aldığım biralarla maçı izliyordum.
Maç içindeki defansif hataları benim hayattaki hatalarım ya da hücumda ki
güzellikler yaşamdaki onure edici anı anlatıyordu.
Çok yorgundum ve sadece 2008 avrupa şampiyonasında,
Hırvatistanı yenmek istiyordum zira 96'da taş koymuşlardı işimize.
Önce koltukta ki ön köşemde oturarak işe başladım ki bu benim totemimdir..

Sadece bir galibiyet ve sonrasında mutluluk istiyordum,
aklıma iş mülakatında en mutlu olduğunuz an sorusu geldi ama bir cevap veremiyordum. Çünkü
somut ölçülerde öğle bir mutluluk yoktu, tamam ilk aşkımla buluştuğum
ilk gün dizlerimin tiitremesi hariç. ama başka bir şey yoktu somut
olarak anlatacağım.Sonra fenerbahçe'nin bordo'yu yendiği ve benim radyodan dinlediğim maç aklıma geldi.

yazamadım çünkü o mutluluk rehmetli Hüseyin'i getirdi aklıma,
o zaferden az sonra kanserden ölen. ne acı tesadüfdür ki lisede en yakın arkadışım olan
Hüseyin de bilmediğim bir sebebten ölmüştü. Küçükken Hüseyin'in gazetelerdeki o halini son ve sona yaklaşaşını
gördüğümde ağladığımı hatırladım.
dakikalar 30'u gösterirken aklıma ilk imza aldığım Abdülkerim geldi soğuk bir kadıköy sabahında elim titreyerek..pesiç,
lukovcan hepsi bir arada.
Neden fenerbahçeli olduğum aklıma geldi, 80'li yıllar sadece arayış içerisnde bir veletim.
Eski solcu hikayeleriyle büyümüş ve evi hemen
stadın yanında o ara herkes feneri yeniyor etrafımdaki herkes galatasaraylı..
o zaman fenerliydim ben zayıfın yanında olmam gerekti.

Neyse benim meslem o gün o golü görememdi..tıpkı orada olmayan adam gibi.. son dakkada rüştü hata yapmış ve gölü yemiştik.
Kızdım rüştüye çok kızdım acilen bir sigara yakıp son kalan biramı içerek tuvalete koştum ağlamak için..

Ama ne olduysa orada oldu.

Korkunç bir gürültü geldi..ama neden..acaba hırvatistan'da yaşıyorumda haberim mi yoktu ya da içkiden kafam mı dönmüştü..

Anlamsızca içeri koştum, dakikalar 90 artı bilmem kaçı gösterirken Semih gol atmıştı...
hiç oyalanmadım hemen balkona koştum hiç tanımadığım karşı binadaki
adamla göz göze geldiğimizi ve nasıl lan dediğimi hatırlıorum.
o an çok şey düşündüm, babam ölmeden az önce keşke onu nasıl sevdiğimi söyleyebilseydim ya da
ilk aşkım gitmeden bir dakika önce onsuz olamıyacağımı ya da Hüseyin ölmeden bir dakika önce ''seni çok özliyeceğim''
demek istediğimi..
ama olmadı hiç biri.. o son dakika golü sadece benim hayata tutunmamı sağladı ve bir şeyler yazıp..
son dakika kaybettiklerim için ağlamamı..adktlimited..

Adsız dedi ki...

90. dakika

Ogün çok yorgundum hayatın anlamını ve kendimce sorgular içerisindeydim.
İşsiz ve yalnız bir adam olarak borç aldığım biralarla maçı izliyordum.
Maç içindeki defansif hataları benim hayattaki hatalarım ya da hücumda ki
güzellikler yaşamdaki onure edici anı anlatıyordu.
Çok yorgundum ve sadece 2008 avrupa şampiyonasında,
Hırvatistanı yenmek istiyordum zira 96'da taş koymuşlardı işimize.
Önce koltukta ki ön köşemde oturarak işe başladım ki bu benim totemimdir..

ve gerisi için..http://adektlimited.blogspot.com/2010/11/90-dakika.html

içinden müzik ve futbol geçen bir hayat..

Unknown dedi ki...

Yalnız 8-0 lık maçta teknik direktörümüz Coşkun Özarı değil Candan Tarhandı.Özarı 5-0 lık ikinic maçta hocaydı.