29 Aralık 2011 Perşembe

SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?

İskoç futbolunun en büyük filozofu Liverpool efsanesi Bill Shankly der ki futbol hayat memat meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir… Ama Cemal Süreya sorar bize: “Sizin hiç babanız öldü mü?” Cevabını kendisi yazar yüreği elektrik tellerine konmuş serçeler gibi titreye titreye: “Benim bir kere öldü, kör oldum. Yıkadılar, aldılar götürdüler… Babamdan ummazdım bunu kör oldum”
Ölümün ne demek olduğunu en iyi babasını kaybeden bir çocuk anlarmış… 2007’nin son maçı olan Motherwell-Dundee United karşılaşmasında, oyundan çıkmaya hazırlanırken bir anda hayata gözlerini bir daha açmamak üzere yuman İskoç futbol efsanesi Phil O’Donnell’ı o anda tribünden izleyen dört çocuğunun anladığı gibi… 35 yaşındaki babalarının yıllar sonra futbol dünyasında bir daha ölmemek üzere yeniden doğuşunu izlerken onu sonsuza kadar kaybeden o dört çocuğun anısına bu yazı…


Motherwell kaptanı Phil O’Donnell, takımının 5-3 kazandığı ve takım arkadaşı olan yeğeni David Clarkson’ın öz be öz dayısından aldığı paslarla 2 gol attığı maçın 78. dakikasında oyundan çıkmaya hazırlanıyordu. Bir zamanlar Steven Gerrard’ın gençliği kadar parlak bir gelecek vaat ettiği Motherwell’in mabedi Fir Park’ta, uzun yıllar peşini bırakmayan sağlık problemleri ve sakatlıklardan sonra takımı ile beraber yeniden doğmuştu. Kendisini ilk kez bu kadar genç hissediyor, futbol topunun içindeki sonsuz hayata dört elle sarılıyordu. İskoçya futboluna musallat olan Celtic-Rangers danışıklı dövüş senaryosunu yıkıp Ada’nın bir nevi Eskişehirspor’u olan Motherwell’i şampiyonluk potasına sokmanın verdiği gururla karışık huzurla kendisini alkışlayan seyircileri alkışlamış, saha kenarına doğru yavaş adımlarla ilerliyordu. Tam o anda, onun için bir hayat memat meselesinden çok daha önemli olan futbol dünyası gözlerinin önünden geçti, her ölüm erken ölümdü biliyordu ama her şeye rağmen gözünün önünden geçerken ondan alınan hayat kendisini alkışlayan eşinin ve dört çocuğunun gözlerindeki kadar güzeldi… Bir daha kalkmamak üzere yere düştüğünde gözlerinden Cemal Süreya’nın ölümsüz dizeleri okunuyordu: “Ölüyorum tanrım, bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, biliyorum ama aldığın şu hayat fena değildir… Üstü kalsın.”


Haklıydı Phil Dayı… Hiç de fena bir hayatı olmamıştı. 1972 yılında Matt Busby, Jock Stein ve Bill Shankly gibi futbol efsanelerinin doğduğu Bellshill’de hayata gözlerini açmıştı. Daha 17 yaşındayken Motherwell formasını giymeye başlamış, 18’inde kulübün bugüne kadar kazandığı son kupa olan 1991 İskoçya Kupası Finali’nde golünü atmış, 4-3 biten ve yine Dundee United’a karşı forma giydiği maçtan sonra geleceğin en büyük yıldızlarından birisi doğmuştu. Bir dahaki sezon Motherwell, tarihinde ilk kez bir Avrupa kupasında mücadele ederken Phil O’Donnell sadece takımın en genç oyuncusu değil, aynı zamanda da en büyük yıldızıydı.

Kendisini henüz 19’undayken milli takıma alan hocası Craig Brown o günleri şöyle anlatıyor:
“O zamanların Fabregas’ı, Phil O’Donnell’dı. Sadece İskoçya’daki değil, tüm Avrupa’da oyunun her iki yönünü de aynı başarıyla oynayan, her iki ayağından taşan yetenekle orta sahada Sounessvari İskoç savaşçı ruhunu sentezleyen Ada futbolunun en büyük umuduydu. Eğer talihsiz sakatlıklar geçirmeseydi, Euro 96’da herkes onu konuşuyor olacaktı. Kusursuz yeteneği ve hiç yılmayan mücadeleci ruhuyla Steven Gerrard’ın o zamanlardaki eşdeğeriydi”

1992 ve 1994 yıllarında İskoçya’da Yılın En İyi Genç futbolcusu ödülünü alan Phil O’Donnell, 17 yaşında Motherwell’e tarihinin son kupasını kazandıran golünü attığında sevinememiş, golü teknik direktörü McLean’in birkaç gün önce kaybettiği babasına adamıştı. 17 yaşındaki bir çocuk yıldızın yüreğinde o golün anlamı futbolun bir hayat memat meselesinin çok daha ötesindeydi çünkü finaldeki rakipleri Dundee United’ın teknik direktörü McLean, Motherwell’ın menejeri McLean’in öz be öz kardeşiydi!


Phil O’Donnell’ın futbol yaşamı boyunca taraflı tarafsız herkes tarafından sevilip saygı görmesini, Celtic-Rangers kalibresinde ölümcül düşmanlıkların damgasını vurduğu bir dünyada arkasından hiç kimsenin en ufak kötü bir söz bile sarf etmemesini sağlayan da oynadığı tüm maçlarda sergilediği hayati duruş oldu. İskoçya’da ilk kez Yılın Genç Oyuncusu seçildiğinde, takımı ligde zor günler geçirdiği ve kümede zar zor kaldığı için çocukluğundan beri en büyük hayali olan Celtic’in formasını giymeyi 2 yıl erteleyecek, Motherwell’in toparlanıp ligi ikinci bitirdiği sezonun sonunda Celtic’e o zaman verdiği sözü tutacaktı.


1994-95 sezonunun başında Celtic’in O’Donnell için Motherwell’e ödediği 3 milyon Euro, Motherwell’in tarihinde aldığı en büyük bonservis ücreti olurken, O’Donnell da ilk maçında yeni takımına maçı kazandıran golleri attı. Sezon sonunda bu kez Celtic’le İskoçya Kupası’nı kazanacak, bir dahaki yaz oynanacak Euro 96’da İskoçya’nın en büyük umudu olacaktı. Buraya kadar O’Donnell’ın hayatı olabilecek en güzel futbol masallarından birisiydi. Ama endüstrileşmeye başlayan futbolda masallar gerçek hayattakinden bile daha kısaydı. Haftada 3 maç oynayan Celtic’te, endüstriyel futbol çağında profesyonel futbolcuları yaşayan bir ölü psikolojisine iten uzun süreli sakatlıklar yaşamaya başlayacak, Euro 96’yı evinde izlemenin yıkımını yaşayacaktı.


Uzun süreli ilk sakatlığından kurtulan O’Donnell, 1997-98 sezonunda Celtic nihayet şampiyon olup yeminli düşmanı Rangers’ın üst üste 10. kez şampiyon olma rekorunu kırmasını engellerken, Larsson’la beraber takımın en büyük kozlarından birisi oldu. Ama buna rağmen uzun yıllardır büyük hayal kırıklıkları yaşayan ve tarihinin en büyük ekonomik krizine giren kulübün başkanı Fergus McCann, Yıldırım Demirörenvari bir manevrayla “o zamanki Celtic’in Burak Yılmaz’ı” Phil O’Donnell’ı satışa çıkardı.

Çocukluğunda delicesine tuttuğu takımdan taraftarların protestolarına rağmen mali önceliklere kurban edilerek uzaklaştırılan O’Donnell, istemeye istemeye Sheffield Wednesday’in yolunu tutarken, hayatının en kötü dönemini yaşayacağını biliyor gibiydi. 1999-2003 yılları arasında sakatlıklar ve sağlık sorunları dolayısıyla sadece 20 maçta formasını giyebildiği Sheffield Wednesday küme düştüğünde serbest kalacak ama 4 yıl öncesinin parmakla gösterilen yeteneklerinden birine “öldü” denilerek kimse talip olmayacaktı.

2003 yılını işsiz olarak geçiren Phil O’Donnell, 2004 yılında bir zamanların en çok gelecek vaat eden yıldızı olduğu Motherwell’in kapısını çaldığında, tek amacı formunu korumak için kulübün antrenman tesislerinden faydalanmaktı. Ablasının oğlu olan David Clarkson, bir zamanlar dayısının olduğu gibi İskoç futbolunun en çok gelecek vaat eden oyuncularından birisi olarak bütün bir yazı onunla çalışarak geçirdi. Tam da o günlerde Motherwell teknik direktörü Terry Butcher, O’Donnell ile görüşmek istedi. Artık Clarkson’ın dayısı olduğu için “Phil Dayı” olarak anılmaya başlanan bir zamanların en büyük yıldızlarından birisi, Butcher’ın kendisine yardımcı antrenörlük teklifi yapacağını sanırken bir anda kendisini Motherwell formasıyla sahada buldu. Geri dönüş maçı yine bir Motherwell-Dundee United karşılaşmasıydı. Yeğeni Clarkson, Motherwell’in 3-1 kazandığı maçta hat-trick yaparken dayısı gollerin pasını verecek, o günden itibaren küllerinden yeniden doğacaktı. O maçtan sonra Terry Butcher’ın söyledikleri O’Donnell’ın yaşamının özeti gibiydi: “Endüstriyel futbol çağında her şey çok hızlı tüketiliyor. Siz hep son oynadığınız maçla hatırlanıyorsunuz. O’Donnell’ın son maçına bakarsak söyleyebileceğim tek şey var: Bazı yetenekler ölümsüzdür.”


O’Donnell artık sadece Clarkson’un dayısı değil, saha içi ve dışındaki herkese örnek olan kişiliği ve bir futbol yıldızı olarak yeniden doğuşuyla tüm takımın dayısıydı. Yıllardır bocalayan, zar zor kümede kalan Motherwell de Phil Dayı’yla beraber yeniden doğmuş, şampiyonluk yarışında Celtic’lere Rangers’lara meydan okuyordu. 2007 yılının son maçından önce Phil O’Donnell’ın eşi ve dört çocuğu, 13 yıl önce Motherwell’in sahada ölen ilk oyuncusu olan Cooper’ın anısına Davie Cooper adı verilen tribünde oturuyor, bir kez daha yeniden doğuş filminin en güzel karelerini izlemeye hazırlanıyorlardı. Tam bir hafta önce O’Donnell, Yusuf Şimşekvari yeniden doğuşunu konu alan haberi hazırlayan BBC muhabirine “Kendimi hiç bu kadar sağlıklı ve fit hissetmemiştim, 3-4 yıl daha oynamayı planlıyorum” demişti.

289. maçında hiçbir zaman olmadığı kadar mutlu ve neşeliydi. 75. dakikada 5-1 önde olan Motherwell, bir kez daha Dundee United’ı yenerek şampiyonluk iddiasını sürdürmüş, Phil Dayı’nın paslarını gole çeviren Clarkson attığı 2 golle gecenin yıldızı olmuştu. Belki de 78. dakikada oyundan çıkarken ailesi ve yeğeni ile hepimizinki kadar eğlence ve umut dolu bir yılbaşı gecesinin hayalini kuruyor, yüreği pır pır atıyordu… Belki de o anda kalbi durup gözlerini bir daha açmamak üzere kapadığında, hayattaki tek gerçeklerin hayaller olduğunu hepimizden daha iyi anladı…

Dayısının yere yığıldığını gören Clarkson maçı bırakmış, saha kenarına gelip Dundee Utd ve Motherwell doktorlarıyla dayısına yardım etmeye çalışıyor, o güne kadar attığı gollerin toplamından çok daha hayati olan bir son dakika golüyle Phil O’Donnell’ı kazanmaya çalışıyordu… Clarkson’ın son vuruşu hayatın direğinden döndüğünde, Phil Dayı çoktan uçsuz bucaksız futbol cennetinde diğer futbol şehitleri Marc-Vivien Foé, Antonio Puerta, Davie Cooper, Catalin Hildan, Miklos Feher, Kayhan Kaynak ve Okwaraji’yle aynı takımda hiç bitmeyecek bir maça başlamıştı.
Phil Dayı’nın bıraktığı dünyada, 2008’in ilk maçında Everton’lı James McFadden, Middlesbrough’a golünü attığında, tüm futbolcuların kolundaki siyah bantta yaşayan Phil Dayı’nın o ölümsüz sol ayağını saygıyla öpecek, o anda futbol topunun içine gizlenen babasız büyüyen çocukların hepsiyle beraber ağlayacaktı… Futbol hayat memat meselesi değil ondan çok daha önemliydi…

28 Aralık 2011 Çarşamba

SON MODEL ROCK'N'ROLL TOTTENHAM'LIYMIŞ!


Yıllar sonra ilk kez yeni bir grubu eski gruplar kadar sevdim. Hatta en sevdiğim (yeni jenerasyona göre) "eski" grup Stone Roses yeniden birleşince bu yaştan sonra posterini veriyor diye 8 yıl sonra NME aldığımda keşfettim The Vaccines'i... Paylaşıyım dedim...
Bu arada futbolla bağlantı adına merak eden varsa basçıları İzlandalı ve hasta Tottenham'lı grubun kalanı gibi. Anne babası hasta Liverpool'lularmış ama çocuk daha önce hiç maça gitmemiş. İlk gittiği maçta Gareth Bale'i görünce tereddüt bile etmemiş.


4 Aralık 2011 Pazar

MUTSUZ PAZARLAR


Geçen pazar bir futbol meleği Gary Speed, bu pazar gelmiş geçmiş en büyük hayat ustalarından Socrates... Dedem öldüğünden beri hiç bu kadar üzgün olmamıştım. Yine de biliyorum, benim üzüntüm birçoklarınınkinin yanında okyanusta su damlası bile olmaz.
Milyonlarca insan çok üzgün bugün... Futbol sanatı adına sergilenebilecek her türlü güzelliğe imza attıktan sonra köy köy dolaşıp doktorluk zanaatıyla binlerce fakir insanı iyileştiren Socrates bizzat tıbba yenik düştü... Top yine beklemediğimiz köşeden geldi... Büyük filozof olduğu kadar büyük kaleci olan Camus'nün dediği gibi hayat bu kadar saçma işte, tam da bu yüzden bu hayatı kahramanca, SOCRATES'çe yaşamak gerekiyor...
Socrates, idolü olan Che Guevera'nın kramponlu versiyonuydu. Sadece kafasındaki bandı değil, bandın simgelediği zihin güzelliği de -başta ben- herkese nasip olsun bir gün...
Kimbilir belki de bu satırları yazarken Socrates, George Best ve Gary Speed'le futbol cennetinde paslaşıyor, rahmetli dedem de onları izliyordur... Bu takım o takımdır işte:
“Bu takım, hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi. İnsanlar onların hayallerini yansıttığımız için bizi izlemeye geliyorlar. Futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha güzeldir!”

- SOCRATES

http://aliece.blogspot.com/2010/04/1982-dunya-guzeli-zico-socratesli.html

Socrates'in bir diğer idolünden gelsin, ölümsüz ustalar sonsuzluğa paslaşsınlar : John Lennon - Imagine

2 Aralık 2011 Cuma

TÜRKİYE SÜPER KAST LİGİ


Bu satırları yazarken Süper Lig’in 6. haftasıydı. İlk 6 haftada ligimizin iki yeni temsilcisi Mersin İY ve Orduspor sadece oynadıkları futbolla lige renk katmakla kalmadılar. Aynı zamanda da (emrivaki olduğu ölçüde gereksiz gözüken) yeni play-off sisteminde Avrupa kupalarına katılma şanslarının yeni bir boyut kazandığı ligimizde 5. ve 6. sıraya yerleşerek lige fazlasıyla iddialı başladılar.
Peki, gerisi gelir mi? Futbol geleneğinin fazlasıyla zengin olduğu bu iki ilimizin takımları, Türk skor yorumcularının en gıcık lafı olan “Haddini bilerek oynadılar” saçmalığını “hadlerini bilmeme”ye devam ederek onlara yedirir mi?
Sezon öncesinde ve esnasında fazlasıyla üşüyen futbol yüreklerimizi, minibüste şoförün açtığı mütevazı kalorifer misali biraz olsun ısıtan bu iki takım gibi “yeni futbol dinamikleri”ne fazlasıyla ihtiyacımız var.



Çünkü bizim hiçbir zaman “pesküvit tadı”nda bir Nottingham Forest’imiz, Kaiserslautern’imiz olmadı babalar!
Türkiye, maalesef 2. kümeden 1. kümeye çıkan hiçbir takımın ilk sezonunda şampiyon olamadığı futbol ülkelerden birisi. Diğerleri, ligi ligimize ikiz kardeş gibi benzeyen Yunanistan, son yıllarda tamamen Barcelona-Real Madrid ezeli rekabetinin “diğerleri”ni figüranlığa indirgediği İspanya La Liga, son 25 yılda Elkjaer Larsen'li Genoa ve Maradona’lı Napoli dönemleri hariç futbolda kast sisteminin ağababası olan İtalya Serie A ve Portekiz.
Yani bizle beraber 5 Akdeniz ülkesi. Bizim ligin bile altında kalitede olan Avusturya, Belçika, Macaristan, Romanya ve İskoçya’nın futbol sistemleri zaten herkesin malumu.
Akdeniz demişken “Bizde istikrar ve sürdürülebilir başarı olmaz çünkü Akdeniz ülkesiyiz” klişesini temcit pilavı gibi bize kakalamaya çalışanlara klişeyi kabuklarıyla yedirecek futbol gerçeği ise üst üste Dünya Kupası ve Avrupa Kupası şampiyonu olan ve Şampiyonlar Ligi’nin ilk şampiyonunu çıkartan Fransa. Ligue 1 tarihinde 2. kümeden en üst lige çıkan üç takım Bordeaux, Saint Etienne ve Monaco çıktıkları ilk sezon şampiyon oldular!



Tabii ki 2. kümeden 1. kümeye çıkıp ilk yılında şampiyon olan efsaneler efsanesi Nottingham Forest ve Kaiserslautern’in yerleri Türk futbolseverinin gönlünde ayrı. Ama Forest’in yeri İngiltere futbol tarihinde o kadar da “ayrı” değil. Çünkü Forest’in yanı sıra İngiltere’de 4 takım daha en üst kümeye çıkar çıkmaz ilk sezonunda şampiyon olmayı başarmış: Liverpool, Everton, Tottenham, Ipswich. Üstelik de Ipswich tarihinde ilk kez en üst kümeye çıktığı sezon, o kümenin şampiyonu olmuş! En son Dalglish yönetimindeki Blackburn, Premier Lig’e çıktığı ilk yıl olan 1994’te 4., ikinci sezon 1995’te ise şampiyon olmuştu.



Yine de Rıdvan Dilmence konuşursak hiçbiri bir Nottingham Forest değil Güntekin! Brian Clough yönetimindeki Forest, en üst kümeye çıktığı ilk sezon şampiyon olmakla kalmadı. Şampiyon olduktan sonra da üst üste iki kez Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu olarak Avrupa’nın en büyüğü olmayı başardı.



Babaları sanki Romario ya da Ronaldo’ymuşçasına “Babam da Hollanda’da gol kralı olur” diye akıllarınca aşağıladıkları Hollanda’nın 3 ayrı takımı ise bizim evde elimizde kumandayla izlediğimiz maçlarda 6 kez Avrupa’nın en büyüğü oldu. Aynı Hollanda’nın en üst ligi 3 kez de ilk sezonlarında şampiyon olan 3 takıma şahit oldu. Hollanda’yı temsil ederken 4 kez Avrupa’nın kralı olmayı başaran Ajax o ilk çıktığı sezon en üst kümede şampiyon olmayı başaran takımlardan birisi. Total Futbol devriminden önce Lüksemburg’dan hallice olan Hollanda’nın ekipleri sık sık Norveç hatta Finlandiya ekiplerine bile elenirdi!
“Hollanda olmamız imkânsız” diyenler, o zaman bari o Norveç kadar olup toplamda 5 kez en üst kümeye çıkar çıkmaz şampiyon olmayı başaran takımlardan çıkarsaydık, çok mu şey istiyorum?

Ben de ligde kimsenin düşmesini istemem ama asıl sorun bu kast sistemi değil mi sayın Kulüpler Birliği! 2004-05 sezonunda Süper Lig’e yükselen Ankaraspor o sezonu puan tablosunda 7. sırada tamamlayarak Süper Lig tarihinin en başarılı yeni takımı olmuştu. Şimdi nerede? Siyasi filler tepişti çimenler ezildi!
Peki, bizim ligin Nottingham Forest’i olabilecek kapasitedeki Kocaelispor ve Sakaryaspor nerede? Sahi, Derby’nin şaşkın başkanı da Clough’ı televizyon sorunsalı yüzünden kovmuştu değil mi?


1. Takım 2. Takım 3. Takım
2001/02 Göztepe 8 Diyarbakırspor 12 Malatyaspor 13
2002/03 Altay 16 Elazığspor 13 Adanaspor 11
2003/04 Konyaspor11 Ç. Rizespor 14 A. Sebatspor 13
2004/05 Sakaryaspor16 Kayserispor 15 Ankaraspor 7
2005/06 Sivasspor8 V. Manisaspor 10 K. Erciyes 11
2006/07 Bursaspor10 Antalyaspor 16 Sakaryaspor 18
2007/08 G. Oftaş11 İstanbul BB 12 Kasımpaşa 18
2008/09 Kocaelispor17 Antalyaspor 12 Eskişehirspor 11
2009/10 Manisaspor14 Diyarbakırspor 16 Kasımpaşa 11
2010/11 Karabükspor 9 Bucaspor 16 Konyaspor 17