28 Şubat 2010 Pazar

İtalya 1982 mi, Beşiktaş 2010 mu?

Kiralık İbrahim Kaş'ı saymazsak Beşiktaş 11'inin yaş ortalaması 30! (Mustafa Denizli'nin sıkı bir FourFourTwo okuyucusu olduğunu biliyorum ama acaba son 4 yılda 4 büyük ligin şampiyonlarının yaş ortalamasının 28 olduğunu biz yazmadan önce bildiğine de adım gibi eminim + Necip'i en zor dakikalarda oyuna sokmuş olması tüm bu istatistiklerden daha güzel!)
Kaş, Sivok, Ferrari, Toraman; yani 4 'doğuştan stoper' artı ön stoper Fink ile önlibero Ernst'e, bir de geçen yılın sağ beki Ekrem'i ekleyelim: Beşiktaş 11'inin 10'da 8'i defansif oyunculardan oluşuyordu (Sol kanatta Süleyman Demirel'in über emekçi versiyonu İ. Üzülmez'i artık ayrıca değil direkt demirbaştan sayıyoruz![Demirel de keşke emek kavramına fransız kalmasaydı, belki onu da sevebilirdik, kim bilir]]) Ayrıca maçın hemen başında ülkesi Şili'deki depremin acısını adeta toptan çıkartan Tello'nun da Beşiktaş'a sol bek olarak geldiğini hatırlatalım...

3 ay önce Trabzon deplasmanında alınan 'epik galibiyet'teki 'bol İtalyan soslu' taktiksel kurgu bu kez Kayseri'ye uyarlanmış, defansın hamuru daha da yoğun yoğrulmuştu! 1982 model İtalyan stilini 2010 Türkiye Ligi şartlarına göre güncelleyen Mustafa Denizli'nin 'suskun Rossi'si Bobo'ydu. Acıyı bal eyleyip adeta yeniden doğan Tello ise 2010 model Conti rolündeydi. 2. goldeki topuk pası, Zidane ayarında bir 'futbol sanatı' eseri. Bütün sezon bunları yapıyor olsa Şilili'nin Beşiktaş'ta oynamayacağını biliyoruz ama Tello da arada sırada bunları yapmaya başlamazsa Beşiktaş'ta bir sezon daha oynayamayacağını hepimizden iyi biliyor...

Rakip Kayseri'nin taraftarı ise tarihlerindeki en iyi sezonu yaşadıklarını bilmiyor olacaklar ki stat dolu değil! Belki de dün sahada olmayan Cangele'nin Kayserispor'un hücum gücünün %50'si, pozisyon yaratıcılığı açısından %90'ı olduğunu bildiklerinden gelmemişlerdir!'Cangele'siz Makukula' ise 'Alex'siz Nobre'den 3 gömlek fazla değil (Bu arada çok geçmiş olsun 'Nobre baba', çocuğun iyileşsin de her hafta kötü oyna ben hastaneye düşeyim razıyım!)Nobre-Makukula demişken artık şu 'çift santrfor kombinezonu' ezberini bozalım! Denizli bir kez daha hepimizin futbol zihinlerini ters köşeye yatırarak 'Ne kadar santrfor, o kadar gol' düz mantığını çürüttü.

Özellikle 'kombinezon'un kombinasyonun eş anlamı olmadığını, aslında 'kadın iç çamaşırı' olduğunu anlayarak en baştan başlamak lazım!

14 Şubat 2010 Pazar

Goal.com'a veda ve bloga kaldığımız yerden devam

3 aydır genel yayın yönetmenliğini yaptığım Goal.com Türkiye'den çeşitli sebeplerden dolayı ayrılmaya karar verdim. Başta Berkin-Emre-Ozan üçlüsü olmak üzere Goal.com'da beraber çalıştığım herkese çok teşekkür ediyorum.Artık Goal.com için yazdığım analizleri yine Akşam gazetesi, FourFourTwo dergisi gibi Total Futbol'dan da izleyebilirsiniz, uzun süre sonra ilk yazının yine Beşiktaş üzerine olması benim tercihim değil, Beşiktaş'ı ısrarla, taraftara inat yönetmeye talip olup yönetemeyenlerin sebep olduğu tarihsel bir buhrandan kaynaklanıyor...
Hemen kaldığımız yerden devam edelim
Uzun süre uğruna ödenen “hormonlu bonservis bedeli”nin altında ezilen Tabata, formunun zirvesindeyken en fazla 4 milyon euro edebilir! “Ekstradan ödenen 4 milyon” ise Gaziantep için iki Tabata değerinde:
1- Gözü kara Rock’çı hocaları Couceiro, ileride Tabata olabilecek kapasitede gençlerle idealindeki oyunu daha fazla oynatma fırsatı buluyor.
2- “En pahalı yıldızım Tabata satıldı” konjonktüründe kendisine daha fazla sabır tanınıyor…

Tabata’yı alırken ekstradan 4 milyon ödeyen ve taraftarla arasını iyice açan Beşiktaş yönetimi ise Mustafa Denizli ve sağlığına duacı. İdealleri aslında son derece farklı olsa da Türkiye’deki yönetim zihniyet(sizliği)nde kendisini bir numara yapmanın “günü olabilecek en iyi şekilde kurtarmak” olduğunu çok iyi bilen kurt hoca olmasaydı, Beşiktaş yönetiminin hali ne olurdu acaba? Allah korusun, Tito’dan sonraki Yugoslavya’nın haline düşeceğinden korkan Beşiktaşlı sayısı hiç de az değil!

Çünkü taraftarın kalitesini ıskalayan yönetimin kurduğu “hormonlu kadro”yla sürdürülebilir başarı yakalanması, o yönetime bir Abramovich girmediği sürece İbrahim Üzülmez’in her maç Beckhamvari 4 orta yapması kadar zor!

Daha önce Litvanya gibi Avrupa’nın en futbol fakiri ülkelerinden birisini ihya etmiş olan Couceiro’nun en sevdiği şarkı Türkçesi “Tatmim olamıyorum” manasına gelen Rolling Stones’un ölümsüz klasiği “I Can’t Get no Satistaction”mış. Dün gece de maçtan sonra “Daha yeni başladık” dercesine tatmin olmamış gözüküyordu. Hiç canını sıkmasın: Akaretler’de o yönetim, Antep’te o “yeni Tabata’lar” oldukça Antep’i çok daha güzel futbol günleri bekliyor!

Not: Sayın Demirören, geçenlerde taraftarın hiç sevmediği birisi “Teklif almaya gerek yok. Ben istediğim zaman Beşiktaş’ta görev alırım.” dedi. Sokakta rastladığım her Beşiktaş aşığı bununla ilgili açıklama bekliyor, haberiniz olsun…

2 Şubat 2010 Salı

Beşiktaş: 7600 – Rakipleri: 5200

Hakem hataları üzerine hiç konuşmuyorsun?” diyenlere cevabım her zaman hazırdır: “Bir ülkede ne kadar adalet varsa, hakemlerinde de o kadar vardır! Tekel işçileri üzerine kafa yormuyorsanız, boşuna hakem hatalarına da yormayın!”

Aynı şekilde bir ülke, ne kadar demokrasiyle yönetiliyorsa, o ülkenin futbol kulüpleri de o kadar demokrasiyle yönetilir işte! Ben her objektif gazeteci gibi iki adaya da eşit yakınlık ve uzaklıktayım! Ama 12.800 kayıtlı üyeden Beşiktaş’a oy verecek kadar bile zaman ayırmaya üşenen, Akatlar’a kadar gelemeyen 5200 kişi ile en ufak yakınlığım yok… Onlar Mars ise ben Uranüs’üm, onlar Yeni Zelanda’nın tuzu kuru takımı Wellington, ben ise Beşiktaş’ım! Seçim günü oy vermeyenlerden sağlık sorunları olanlar dışında hiç kimse bozulmasın ama Beşiktaş’a Yeni Zelanda kadar uzaksınız… Kongre üyesi olacak paranız var ama Akatlar’a kadar gelebilecek kadar o parayı harcamıyorsanız, sakın çok parası var ve onu yanlış bir biçimde de olsa Beşiktaş’a harcıyor diye Demirören’e sallamayın!

Bir yandan olabilecek en zor şartlarda Diyarbakırspor’u yoktan var etmeye çalışırken, kendi deyimiyle “kalbinin gözü” tarihi kongrede olan Ziya Doğan’ın mesajı: “Bir gün inşallah ben başkan olacağım, ekstra bütçeye gerek yok. Sadece yeni televizyon gelirleri bile yeter Beşiktaş’ı Avrupa’nın büyük markalarından birine dönüştürmeye…”

Bu kadar basit işte sayın başkan…

“Halkın Takımı”nın halkı olarak sizden ricamız bizlerin bu kulübü sevme nedenleri üzerine de Mehmet Topuz transferi kadar kafa yormanız…

Küfür hemen şimdi bitsin ama taraftara küfür niteliğinde olan transfer saçmalıkları, tarihi borçlanma da o küfürle beraber gitsin!

Keita gelmesin biz razıyız; yeter ki 8 milyon’a Tabata alınmasın; icabında cidden PAF takımla çıkılsın…

Bir de o 5200 Yeni Zelandalı’ya inat var mısınız bir dahaki sefere sandıkları İnönü’nün önüne kurmaya?

“Halkın Takımı” değil miyiz? O zaman parası olan ama oy bile vermeyen Beşiktaşlı sayılıyorsa olmayan da sayılsın lütfen!