29 Mart 2010 Pazartesi

FOURFOURTWO NİSAN 2010 SAYISI + MANCHESTER GEZİSİ



Tamam, kapak yıldızımız Elano bey, derbide hayalet gibi yürüdüler ama zaten bize daha çok süper oynadığı Brezilya Milli Takımı, en yakın arkadaşlarından Kaka ve Brezilya'nın Dünya Kupası şansını anlattı kendisi... Erdem Kabadayı pek uğraştı ve soğuk görünümlü bir adamdan olabilecek en sıcak röportajı çıkararak nasıl "sıcak iş" gazetecisi olduğunu bir kez daha kanıtladı...
Bir de kapak süper olmuş cidden Erdem Çelik ve Ferit Kurtar'ın artık klasikleşmiş tasarım zanaatkarlıkları ve Ali Eren'i bile güzel çekmeyi başaran fotoğraf sanatçılığı sonucu...

Kapak Elano ama kapağın içindekiler 1982 Brezilya Milli Takımı misali maşallah:Sarper Diktaş önderliğindeki Rafet Baran Eryılmaz, Kaya Adalı, Oğuz Öztürk, Burak Eren destekli altıpas sayfaları rengarenk yine: Mustafa Denizli kaç yılında kendisini 123 yaşında hissediyordu? Beşiktaş hangi Danimarka efsanesini transfer edecekti? Ada'da eşini aldatmayan tek futbolcu kim? Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ta hangi numaraları giyersen lanetlenmekten beter olup tepetaklak düşüyor, sonra hiç iflah olamıyorsunuz? Guardiola da tüm farklı insanlar gibi düşüncelerini (yani sahada Barcelona'ya oynattığı taktiği) mi giyiyor? Pique bey, Bernabeu'daki Şampiyonlar Ligi finali için neler diyor, Müslümanlığı seçen Abel Xavier yeni adını neden Hakan Şükür yapmadı? Hangi yıldızlar bir maç sonra yeni sözleşme imzaladıkları takımlarını terk edip sırra kadem bastılar?

Altıpas'ın bittiği yerde büyük buluşma başlıyor:
Bu perşembe gecesi 22:00'dan itibaren http://www.1903radyo.com/ 1903 radyoda beraber "Futbol Disco" isimli programı yapacağım Pascal Nouma neden Türkiye'ye geldi? Temelli mi geldi? Ümit Milli Takım'dan aynı zamanda da askerlik arkadaşı olan Zidane'a neler öğretti? Sahi idol Nouma'nın idolü kim? Nouma'ya göre halen Türkiye'de güzide ekiplerimizden birini çalıştıran hangi teknik adam en büyük yalancı?


Hemen ardından bu kez global düzeyde çok büyük bir buluşma:
Barcelona'dan sonra Manchester United'a da sponsor olan THY sayesinde Manchester'a Man Utd'ın mabedi Old Trafford'dayız... Mustafa Sapmaz'ın seçtiği talihli FourFourTwo yazarı ise allaha binlerce şükür benim!

Liverpool'u sevdiğimi ve bundan gurur duyduğumu öğrendikten sonra Alex Ferguson'un beni kovması ve benim şaka olduğunu anlamadığım için çıkmaya hazırlanırken söyledikleri... Liverpool'u sevmem yetmezmiş gibi Beşiktaşlı olduğumu anlayınca ettiği laflar... Adam sör ama umrunda değil tam bir şakacı şirin kendisi...
Tabii THY bizi sadece Old Trafford'a maça götürmedi, Manchester United müzesini geze geze bitirmedik ama nasıl bitirelim ki: Efsane bek Denis Irwin, Andy Cole ya da orada kendisini tanımayan hanımlara tanıştırdığım adıyla "Endi Gol" oradaydı...



Bu arada Economist dergisinin yazı işleri müdürü Asım Abi ve Sabah gazetesi Ekonomi müdürü Tarık Yılmaz adeta FourFourTwo fotoğrafçısı gibi çalıştılar...
Irwin baba bizi Bobby Charlton'la tanıştırdı...

Sonra neden Bobby Charlton'ın boynumdaki George Best kaşkolüne tip tip baktığını anlattı...
Hepsi şahaneydi ama asıl futbol cenneti yaşayan futbol müzesi Ryan Giggs ve Manchester'ın geleceği Darren Fletcher'la Türk futbolu üzerine yaptığımız röportajlar oldu. İdolü Türkiye Ligi'nde de forma giymiş bir Hollandalı olan Fletcher süper çocuk, tam bir İskoç ve en büyük hayali de milli takımda oynarken İskoçya'nın İngiltere'yi yenmesi... Premier Lig'deki tek temsilcimiz Tuncay Şanlı ile ilgili anlattıkları, söyledikleri ise çok ilginç!
Giggs mi? Kelimeler yetmez o anı anlatmaya... Dün gibi aklımda kolu kırık olduğu için elimizi sürekli sol eliyle sıkıp her seferinde özür dilemesi ve ona cevap olarak söylediklerimiz...




Manchester seferi anlat anlat bitmez, her bir şeyi dergiye yazdım zaten...
O yüzden geçelim başka neler var FourFourTwo Nisan 2010 sayısında:
Hilal Gülyurt, Alex ustanın beraber oynamak istediği genç yıldız Ceyhun Gülselam, kendisine küfür edildikçe daha da iyi oynadığını itiraf eden Anadolu panteri Ömer Çatkıç, Süper Lig’in faal en golcü ismi Cenk İşler ve Nouma'nın büyük yalancı dediği eski hocasıyla olan meşhur gece gezmelerinden Bülent Korkmaz'ın markajından kurtulmak için özel dövüş dersi alan Feyyaz Uçar'la her zamanki tadından yenilmez röportajlarından yaptı...

Akşam istihbaratın fotomuhabiri Cem herkesin gitmeye korktuğu 2010 Dünya Kupası evsahibi Güney Afrika'ya gitti ve birbirinden renkli fotoların fonunda aslında korkacak hiçbir şey olmadığını aksine haziran'da Afrika'nın ne kadar eğlenceli olabileceğini FourFourTwo için yazdı...
Sarper Diktaş ise tabii ki her zamanki gibi arı gibiydi, özellikle ben Manchester'da futbol cennetinde kendimden geçerken bana nazire yaparcasına oğlu Beşiktaş kendisi Marsilya delisi olan Olivier Guilbaud'nun düzenlediği İstanbul’daki “Sadece Bir Oyun Mu?” sergisini gezerken Guilbaud ile harika bir söyleşi kaleme aldı... Tıp doktorlarına taş çıkartan Milan Laboratuarı çevirisi ise bildiğin ballı kaymak tadında...
Orjinal ingiliz edisyondan yine Sarper Diktaş'ın çevirdiği Samuel Eto’o röportajı da çok renkli hele hele Guardiola, Mourinho kısımları pek şahane!
Jimmy Jump bey de Barcelona öykülerinin bonusu...
Tekrar Gösterim köşemizde ise araştırma üstadı Erdem Kabadayı Türkiye’ye 20 yıl sonra geri dönen Guus Hiddink’in karanlık günlerini kaleme aldı... Bazıları zamanında Fenerbahçe'deyken Hiddink'i öyle bir karalamışlar ki okurken dudaklarım uçukladı...

Bendeniz ayrıca Bilardo isimli bir deli-dahi hoca ile genetik mucize Maradona'nın Arjantin’e 1986 yazında Dünya Kupası'nı nasıl kazandırdıklarıyla ayağından çıkan her bir topun binlerce çiçek açtıracak kadar güzel olduğunu düşündüğüm renkler ötesi ikon Pierre van Hooijdonk'u kaleme aldım...
Hepsi çok güzel tabii ama bence en güzel kısmı en sona bıraktım: Birisi geçenlerde televizyonda "Türkiye'de Eskişehirspor Bandosu'yla röportaj yapacak vizyonda muhabir, gazeteci yok ülkemizde efendim!" diyordu... Kıs kıs gülüyordum haline çünkü o esnada Hilal Gülyurt öncülüğündeki FourFourTwo heyeti Bando Es Es'le kah röportaj yapıyor kah onların aletlerini taşımaya yardım ediyordu...
"O kişi" bu vizyonu yine yok saymaya devam edecektir ama hiç mi hiç umrumda değil kendisi ve kendince her şeyi bildiğini zannetmesi! O kadar güzel sayı oldu ki, Elano'nun vasat performansına rağmen bu seferlik içeriğimiz "kapak" olsun! Şaka şaka, umrumda değil o hizipçi kuru sayıklamacılar! Giggs ile röportaj yaptım ya artık gözüm açık gitmem asla!

12 Mart 2010 Cuma

TÜM DÜNYANIN ŞAMPİYONU: HOLLANDA 1974 (+ NEESKENS'LE 1974 YAZI ÜZERİNE RÖPORTAJ)

TÜM DÜNYANIN ŞAMPİYONU: HOLLANDA 1974 (+ NEESKENS'LE 1974 YAZI ÜZERİNE RÖPORTAJ)

1974’teki kupayı ev sahibi Batı Almanya kazandı. Ama finalde tarihe dünyanın en güzel kaybeden takımı olarak geçen Cruyff & Neeskens önderliğindeki 11 Hollandalı futbol sanatçısı “kupa”yı kaybetse de “dünya”yı kazandı!



Tarihlerden 3 temmuz 1974… O günlerde Türk spor basınının şampiyonu İslam Çupi’li, Necmi Tanyolaç’lı kadrosuyla Tercüman spor… Batı Almanya’da düzenlenen 10. Dünya Kupası’nı yerinden izlerken günümüze ilham olması gereken bir gazetecilik performansı sergiliyor… 1974 Hollanda’sının Türk medyasındaki versiyonu olan Tercüman spor, o gün üst manşetten Adana Demirspor’un Fatih Terim’i 1 milyona Galatasaray’a verdiğini yazıyor… Sarı-kırmızılıların tarihini değiştirecek transferi gerçekleştiren Galatasaray transfer komitesi başkanı Metin Oktay’ın ta kendisi!Aynı sayfada Hollanda – Doğu Almanya maçından bir fotoğraf karesi: Şimdilerde Metin Oktay Tesisleri’nde “total futbol sarraflığı”na devam eden Johan Neeskens, 1974 yazının en güzel futbol filminin en iyi yardımcı erkek oyuncusu rolünde golünü atmış, rejisör-oyuncu Cruyff da gol sevinciyle koşan arkadaşını yakalamak için adaşının formasını çekiştiriyor… “Dünya Kupası’nda bir kıyı Hollanda, ya öteki kıyı…” yazıyor İslam Çupi. Necmi Tanyolaç o gece Türkiye’de de yayınlanacak ve finale kalan takımı belirleyecek maçta Hollanda’nın karşısına çıkacak Pele’siz Brezilya’yı “telvesiz kahveye” benzetiyor. Gelsenkirchen’de oynanan karşılaşmada Brezilya sadece maçı 2-0 değil, Tanyolaç’a göre “Cruyff yönetimindeki muhteşem futbol orkestrasını” tekmelerle durdurmaya çalışırken terbiyesini ve futbol mazisini de kaybediyor: “Brezilya tatlı bir hatıra artık ve Hollanda’dan öğrenecekleri çok şey var çünkü şimdi ortada pırıl pırıl bir Avrupa Brezilyası var: HOLLANDA!”

Sadece Türkler değil, tüm dünya ilk kez kendi milletlerini temsil etmeyen bir milli takımı bu kadar bağrına basıyor, henüz final maçı oynanmadan dünya şampiyonu olarak ilan ediyor! 1966 şampiyonu İngiltere’yi yendikten sonra son Dünya Kupası şampiyonunu ilk mağlup eden takımı “gayri resmi dünya şampiyonu” ilan etme geleneğini başlatan İskoçlar, ilk turda karşılaştıkları Hollanda’yı kendi milli takımlarıymış gibi bağırlarına basarken Hollanda dışında Total Futbol devrimini kutsayan ilk millet oluyorlar: “Cruyff ve arkadaşlarının Brezilya zaferinden sonra futbolda sabit mevkiler ve defansif taktikler çağı kapandı! Yaşasın Hollanda, yaşasın Total Futbol!”

Kısa süre önce Beşiktaş ile yol ayrımına gelen ve bizzat Suudi prensi Faysal’dan S. Arabistan milli takımını çalıştırması için teklif alan Metin Türel, köşe yazısında “total futbol”u şöyle tanımlıyor: “Hollanda, bir voleybol takımı gibi döner oyunuyla Brezilya’yı didik didik edip bitirdi!” Bir diğer köşe yazısında Tevfik Ünsi, “Hollanda Avrupa’nın Brezilyası, Cruyff da Pele’si” derken bizzat 5 temmuz günü Pele, Doğan Pürsün’le yaptığı röportajda yeni kralı açıklıyor: “Tahtımın sahibi artık tartışmasız bir şekilde Cruyff’tur. O büyük bir futbolcu olduğu kadar, çok büyük bir yönetmen de.” İslam Çupi ise soluğu doğrudan Pele’nin tahtına oturan futbol sanatçısının yanında alıyor. “Hollanda’nın oyununda sizin büyüklüğünüzün payı büyük” diyor İslam Çupi, “Cruyff bu sözüm üzerine hemen ‘sus’ işareti yaptı, ‘Hollanda futbolu 11 kişiyle oynanır!’ dedi ve acelesi olduğunu söyleyerek gözden kayboldu!”



Biraz önce Çupi’ye acelesi olduğunu söyleyerek gözden kaybolan Cruyff soluğu takım arkadaşlarının yanında, kamp yaptıkları otelin havuzunda alıyor. Ertesi gün Ben de Graaf isimli bir Hollandalı gazeteci, Cruyff ve arkadaşlarını disiplinsiz bulup eleştirdiği gerekçesiyle tüm takım tarafından havuza atıldığını söylüyor! Üstelik de bu olayın “Total Futbolun Generali” Hollanda teknik direktörü Rinus Michels’in gözleri önünde gerçekleştiğini ileri sürüyor.

Birkaç gün önce Hollanda kampını ziyaret eden Hürriyet muhabiri Rıdvan Yelekçi’nin yazdıklarına bakarsak Graaf’ın ileri sürdüğü iddiaların gerçek olması kuvvetle muhtemel! Ajax’ın santrforu olduğu 1950’lerden beri kamplarda her gün bir kitap okuyup bitirmeyi prensip haline getiren Michels, şezlonguna uzanmış bir şeyler okuyor. Hemen yanında Hollandalı futbolcuların seks yaşantısını bilimsel incelemelerle düzenleyen Doktor Fritz var! Bizzat “Baba” Gündüz Kılıç’ın “Kupa’da Seks İhtilali” başlıklı köşe yazısında kaleme aldığı gibi Hollandalı oyuncular diğer takımların aksine kampta eşleri ve sevgilileriyle beraber kalıyorlar. Fritz bu durumu bilimsel açıdan şöyle açıklıyor: “Bir insanın seks hayatının düzenli olması, o kişinin başarısında önemli rol oynar. Dört hafta Dünya Kupası boyunca oyuncuları seksten mahrum bırakmak olumsuz sonuçlar verir. Finale kadar oynadığımız 6 maçta 15 gol atıp 1 gol yediğimize ve onu da bizzat kendi kalemize attığımıza göre demek ki bizim yöntemimiz en doğrusu!”

Tamam, Hollanda finalde Batı Almanya’ya yenilecekti ancak Cruyff & Neeskens ve arkadaşlarının o yaz milli takım formasıyla tüm dünyaya yaymaya başladığı futbol felsefesine göre “Başkasının yöntemiyle kazanmaktansa kendi yönteminle kaybetmek en doğrusu”ydu! Aslında Total Futbol sadece bir yöntem ya da saha içinde uygulanan bir taktik değildi. 1974 yazında İslam Çupi’nin yazdığı gibi Almanya şampiyonluğu, Hollanda ise tüm dünyayı kazandı! Çünkü artık dağılmış olan Beatles’ın yeşil sahadaki devamı gibi olan 1974 model Hollanda, savaş sonrası doğan ve çoğunluğu Johan Cruyff gibi babasız büyüyen genç kuşağın hayallerini, yeni doğan bir güneş edasıyla futbol topunun içinde gizlenmiş dünyaya yansıttığı, futbol aracılığıyla yapılan bir devrimdi. 1960’ların gençlerinin hayat felsefesinin, kısaca sonsuz özgürlüğün sahaya inmesiydi. Neredeyse tamamı dönemin hippileri kadar uzun saçlı olan turuncu formalılar, belki de bu yüzden topa daha öncekiler gibi sert değil de bir elmasa dokunurmuşçasına zarif bir şekilde hükmettiler. Bu yüzden yerleşik futbol düzeniyle dalga geçercesine kalıplaşmış mevkilerin yerine 14 (Cruyff), 13 (Neeskens), 20 (Suurbier) ve en anlamlısı 8 (kaleci Jongbloed) gibi rakamların olduğu formaları giydiler…
Turnuva başlamadan önce finale çıkacakları konusunda onlara şans veren insan sayısı neredeyse yok denecek az olmasına rağmen onlar kendi kuşaklarının değişim halesini futbol yüreklerinde taşıyor, kendilerine fazlasıyla güveniyorlardı. Bu yüzden de eleme grubunda Belçika’yı zar zor averajla geçip son anda Dünya Kupası bileti almalarına rağmen Hollanda Federasyonu’na “En az favori Almanya kadar prim isteriz” diyerek başkaldırdılar ve futbolcuların isteğini haklı bulan teknik direktör Michels kampı terk ederek kulüp takımını çalıştırdığı Barselona’ya geri döndü. Federasyon, kaptan Cruyff öncülüğündeki talepleri kabul edince görevine kaldığı yerden devam eden Michels daha sonra bu sefer de yöneticilerin futbolcuların içki ve sigara içmelerinin, geceleri dansa gitmelerinin serbest olduğu kamp kurallarına müdahele etmesi üzerine R. Madrid ile Barcelona arasındaki Kral Kupası finalini bahane ederek bir kez daha kampı terk etti.

Tam bu sırada Hollanda’da bir banka, gol atan her futbolcunun hesabına hemen 10 bin lira yatırılacağını açıkladı. Ancak bir kez daha kaptan Cruyff ve “baş asi” Michels önderliğindeki ekip ısrarla “Biz bu oyunu 11 kişi oynuyoruz, o yüzden tek bir kişiye değil, her gole herkese eşit olarak para yatıracaksa yatırsınlar, yoksa hiç zahmet etmesinler!” diyerek total futbolun sahadaki bir taktikten ibaret olmadığını en anlamlı şekilde tüm dünyaya gösterdiler. Sahada gösterdikleri performans ise başlı başına bir futbol bienaliydi. İlk maçta Uruguay’ı Rep’in iki golüyle dize getiren Hollanda, skorun ötesinde İslam Çupi’nin betimlemesiyle “ayaklarıyla rakip defansa top öksüzlüğü dramı” yaşattı. Dört gün içinde önce güçlü İsveç’le golsüz berabere kalmasına rağmen estetiğiyle büyülemeye devam eden “Otomatik Portakal” üçüncü maçında Bulgaristan’ı 4-1’le perişan ettikten sonra Didi, Tercüman’daki köşesinde Cruyff & Neeskens ve arkadaşlarını diğer futbol takımlarıyla değil sanat eserleriyle karşılaştıracaktı: “Hollanda, bir plak gibi hiç durmadan muntazam bir şekilde dönüyor ve sahanın her yerinde birbirinden güzel sesler veriyor.”
O zamanki turnuva formatına göre gruplarında ilk iki sırayı alan takımlar, 2. turda yine 4 takımdan oluşan 2 gruba ayrıldılar. Birinci sırayı alanların finale çıkacağı gruplarda Hollanda, iki güçlü Latin Amerika temsilcisi Brezilya ve Arjantin ile ilk turda düşman kardeşi Batı Almanya’yı yenen turnuvanın flaş takımı Doğu Almanya’yla eşleşti. Bu kuradan sonra birçok futbol otoritesi halen Hollanda’ya final şansı tanımamaya devam ederken, yıllar sonra yolu ülkemize düşecek sürpriz bir isim tek favorisinin Hollanda olduğunu açıkladı. Bu isim o esnada Ipswich teknik direktörü Bobby Robson, Arsenal’in hocası Berti Mee, Chelsea’nin hocası Dave Sexton ile beraber Almanya’da bulunan Coventry teknik direktörü Gordon Milne’den başkası değildi! 1990’larda Beşiktaş’a altın çağını yaşatacak olan Milne, Necmi Tanyolaç’a verdiği röportajda şöyle diyecekti: “Tarih bu Hollanda kadar çabuk açılıp kapanan, topu kazandığı yerde hücuma başlayan, en iyi savunmanın hücum olduğunu gösteren ikinci bir takım görmedi.”
26 haziran günü Gelsenkirchen Parkstadion’da oynanan maç ise Milne’in bahsettiği devrimin en güçlü ayak sesleriydi: Hollanda, güçlü Arjantin’i 4-0’la perişan ederken ilk dört maçtan sonra oluşturulan turnuvanın altın karmasında tam altı Hollandalı oyuncu yer alıyordu: Michels’in mobil defans anlayışında Koeman stili oyun kurucu stoper/liberoların öncüsü Rijsbergen, total futbolun “Gol atmak için sürekli şut atmalısınız” ideolojisinin canlı bombacısı Haan, ofans ve defans arasında kesintisiz devamlılığı sağlayan Fabregas tarzı orta saha tipinin ilk örnekleri Jansen ve Neeskens, beklerin aslında sadece savunmacı değil ama kanatların en büyük hücum silahı olduğunu kanıtlayan Suurbier ve “Kramponlu Pisagor” Cruyff…
Tevfik Ünsi “Hollanda’nın olağanüstü şaşırtıcı, sistem ve taktik dinlemeyen futbol resitali”ni yere göğe sığdıramazken o günlerin en kudretli Türk futbol filozofu Metin Türel “Büyük Hollanda, İngiliz ekolünün yarattığı ofansif taktik varyasyonları İngilizlerden kat kat iyi organize ediyor” diyerek yeni bir futbol çağının başladığının altını çiziyordu. Yine de Cruyff temkinliydi, “Alman futbol makinesinin bitmek bilmeyen kondisyonuna dikkat” dese de neticeden çok haticeye odaklanan İslam Çupi tam tersini düşünüyordu: “İnsanı makineleştirmek, futbolda her zaman yeterli olmuyor. Çünkü insan her an makineyi kurcalayıp önemli bir vidasını çıkartabilir. Bu açıdan bakınca Hollanda’nın çimde ‘olur’u değil, ‘olmaz’ı yapan Cruyff isminde bir şeytanı var!”
30 haziran günü Hollanda ilk önce o Alman futbol makinesinin daha doğulu, daha totaliter bir versiyonuyla adeta finalin provasını yapacaktı: 67.148 kişinin izlediği karşılaşmanın 7. dakikasında Neeskens turnuvadaki 3. golüne imza attı. 59. dakikada ise adeta Ajax ve Feyenoord’un karması olan takımın yurt dışında forma giyen üç temsilcisinden birisi olmasına rağmen 40 yıldır Michels’in talebesi gibi uyumlu bir performans sergileyen Rensenbrink skoru 2-0’a getirdi. Maçın kalanı ise Erdoğan Şenay’ın “Ben en büyüğüm dercesine sahadaki tahrik edici paslaşmalarıyla rakibini çıldırtan” Portakallar’ın tadına doyulmaz futbol resitaliyle devam etti. En büyük futbol devrimi ise ilk kez dünya tarihinde bir takımın maç berabereyken de iki farklı galiplerken de aynı sistemle sürekli hücum etmeye devam etmesiydi.

Üç gün sonra bu kez Dortmund’un Westfalen Stadı’nda oynanacak ve finalisti belirleyecek maçta Brezilya karşısında averaj üstünlüğü bulunan Hollanda’ya bir beraberlik yetiyordu. Ancak bu Michels ve talebelerinin umurunda bile değildi! Hollanda santradan itibaren, 1974 yazında oynadığı her maçta olduğu gibi yine farklı yenikmişçesine hücum etmeye başladı. Dört yıl önce herkesin “Titanik bile batar ama Brezilya asla batmaz” diye nitelediği sambacılar, 90 dakika boyunca asıl beraberliğe oynayan takım gibi sadece kendi kalelerinin önüne yığılıp birbirinden vahşi tekmeler savurdular. 50. ve 65. dakikalarda Neeskens – Cruyff ortak yapımı, hazırlanışı birbirinden jenerik iki golle Dünya Kupası’nı en çok kazanmış takımı adeta futbol oynadıklarına pişman ettiler. Her günde ortalama 20 sigara, iki bira içen, en az bir kez sevişen, maçlara Tom Jones plakları dinleyerek hazırlanan Hollanda, 36 yıl sonra katıldığı Dünya Kupası’nın finali oynanmadan dünya şampiyonu ilan edilmiş, o güne kadarki yerleşik futbol düzenini allak bullak etmişti.
9 ayrı stada 5 ayrı kıtadan 16 takımın katıldığı 1974 Dünya Kupası, turnuva boyunca hiç durmadan yağan yağmura nazire yaparcasına bir gol yağmuruna sahne oldu. 38 maçta 97 gol atılırken maç başına 2.55’lik çok yüksek bir gol ortalaması ortaya çıktı. Türkiye’yi Doğan Babacan’ın temsil ettiği kupanın finali de gol yağmuru kupasına yakışır cinsten başladı. 7 temmuz günü Hollanda, B. Almanya karşısında maçın santrasını yaptıktan sonra henüz 1. dakikada Almanlar daha topa hiç değmemişken bir penaltı kazandı. Topun başına geçen Neeskens vuruşu gole çevirerek turnuvadaki beşinci golüne imza attı ve Polonyalı Szarmach ile beraber 7 gollü bir başka Polonyalı Lato’nun ardından gol krallığında ikinci sırayı aldı. Münih Olimpiyat Stadı’nda oynanan karşılaşmada ev sahibi Batı Almanya 25. dakikada Breitner’in penaltısıyla önce eşitliği sağladı, sonra da Gerd Müller’in 43. dakikadaki golüyle öne geçti. Maçın hemen başında markajcısı Vogts’a önce penaltı yaptırtan sonra da sarı kart gösterten total futbol orkestrasının şefi Cruyff, dakikalar ilerledikçe oyundan düştü, devre arasında hakeme itirazdan sarı kart gördü. “Kramponlu Pisagor” aksayınca evdeki hesap çarşıya uymadı ve skor değişmeyince 1974 Dünya Kupası’nı ev sahibi B. Almanya kazandı. Yıllar sonra iki ayrı kişi Hollanda’nın finalde kaybetmesini iki ayrı “Alman Komplosu”na bağladı. İlk önce Cruyff’un kardeşi Hennie abisinin maçtan önceki gece hiç uyumadığını, bu yüzden de sahada beklenen performansı sergileyemediğini söyledi. Cruyff’un uyuyamamasının sebebi, o sabah Alman Bild gazetesinde çıkan “Cruyff, Şampanya ve Çıplak Kızlar” isimli asparagas haberdi. Hollandalı oyuncuların havuz başında çıplak kızlarla parti yaptığını iddia eden haberden sonra Cruyff’un eşi Danny kocasını arayıp hemen boşanacağını söyledi. Babasız büyüyen Johan Cruyff, bir kez daha ailesini kaybetme korkusuyla ağlama krizlerine girerek Danny’yi haberin yalan olduğuna ikna etmeye çalıştı. 2008 yazında ise FIFA eski başkanı Joao Havelange, otoritelerin ev sahibi Batı Almanya’yı şampiyon yapmak için önceden her şeyi hazırladıklarını iddia etti.

Öyle ya da böyle 1974’teki Total Futbol bienalini yerinden izleyen İslam Çupi ve diğer ustaların ısrarla altını çizdikleri gibi kupayı Batı Almanya, dünyayı ise Hollanda kazandı. Tarihin açık ara en güzel kaybeden takımının hocası Rinus Michels 24 yıl sonra FIFA tarafından “Yüzyılın Teknik Direktörü” seçildi. Michels ve Cruyff önce Barcelona’da “Franco Madrid futbol diktası”nı yıktılar. Hollanda tarihinde ilk kez 1988’de şampiyon olurken teknik direktörü Michels, en büyük üç yıldızından ikisi olan Van Basten ve Rijkaard da bizzat Cruyff’un Ajax’ta yetiştirdiği son model total futbol sanatçılarıydı. Bugün rahmetli Michels’ten bayrağı futbol filozofu olarak devralan Barcelona danışmanı Johan Cruyff’un eski talebesi ve başkan Laporta’ya önerdiği tek isim olan Josep Guardiona, Katalan futbol ordusuna 1974 model Hollanda’nın geliştirilmiş versiyonu bir futbol oynatıyor. Ve o Barcelona, tarihin en güzel takımı olarak gösteriliyor. Bundan daha ölümsüz bir şampiyonluk olabilir mi? 1974 finali sadece arşiv, Michels-Cruyff yapımı Total Futbol devrimi ise tarihin ta kendisi!

NEESKENS:
ONLAR SAMBA, BİZ İSE ROCK’N’ROLL RİTMİNDE FUTBOL OYNUYORDUK!..

“Henüz 18 yaşında Ajax’tayken total futbol oynamaya başladım! Aslında biz sürekli hücumu düşünen ve göze hitap eden bir futbol oynuyorduk. Michels yönetiminde Avrupa’nın en başarılı takımı olunca oynadığımız oyuna ‘Total Futbol’ ismini İngiliz gazeteciler yakıştırdı, yoksa ne Michels ne de Cruyff hiçbir zaman ‘Bugün total futbol oynayacağız’ demediler.”


“1974 Hollanda’sında Ajax’ta 3-4 yıl beraber oynamış ve Avrupa’yı fethetmiş 7 oyuncu vardı. Elemelerde zorlandık çünkü Michels yoktu. Ayrıca Sovyet yan hakeme de çok şey borçluyuz çünkü onun yanlış bir şekilde iptal ettiği Belçika golü sayesinde averajla finallere kaldık. Finaller öncesi hazırlık maçlarında da hayal kırıklığıydık, hatta Alman 2. lig takımı Aachen’a bile yenildik!”

“Michels hazırlık maçlarında birçok deneme yaptı. İlk kez Arjantin’le oynadığımız hazırlık maçında aslında bir orta saha oyuncusu olan Haan’ı savunmada liberoya yerleştirdi. O zaman taşlar yerine oturdu ve gerisi geldi.”

“Sadece cinsel hayatımızı düzenleyen Doktor Fritz’in bize tanıdığı bir özgürlük ortamı yoktu, maçlara her şeyiyle çok özgür bir ortamda hazırlandık. Hollanda’dan rock grupları kampımıza gelip konserler verdiler. Zaten konserler olmayınca da sürekli müzik dinliyor ve dinlediklerimizden ilham alıyorduk. En çok Rolling Stones dinliyorduk. Hatta arada biz de Stones şarkıları söylüyorduk!”

“Brezilyalılar da bizim gibi kısa paslarla yerden oyun kuruyorlardı ama samba ritminde oynuyorlardı. Biz ise rock’n’roll temposunu sahaya yansıttık. Kendi tempomuzu onlara kabul ettirince sinirleri bozuldu ve bize tekmeler salladılar. Şimdiki kurallar o zaman olsa en azından altı oyuncuları direk kırmızı kart görürdü”

“O zamanlar maç yayınları tek kamerayla yapılıyordu. Bunu bilen Brezilya kaptanı Marinho kalecileri topu diktikten sonra suratımın ortasına dirseği yapıştırıverdi. Hakem tabii ki görmedi. Birkaç dakika bilincimi kaybettim”

“Finalden önce gerçekten de bir Alman gazetecilerin komplosunun kurbanı olduk. Havuz kenarında dinlenirken orada tanımadığımız bir kadın ve bir adam vardı. Önce kadın aramıza girdi sonra da o adam birden fotoğraf makinesini sakladığı yağmurluğunun önünü açtı. Aniden üst üste flaşlar patladı. Ertesi gün Bild’de yazanlar tamamen akıl almaz yalanlarla dolu bir asparagastan ibaretti.”


“Yine de bütün takımın bu olaydan kötü etkilendiğini ve finali bu yüzden kaybettiğimizi söyleyemem. Almanların takımı da gayet iyiydi. Ancak bütün dünya onlara verilen penaltının aslında penaltı olmadığını gördü. Maçı çevirmek için yeterli süremiz vardı ama kalecileri Meier kelimelerle anlatılamayacak kadar muhteşem bir file bekçisiydi. İki kez Meier’i geçmeyi başarsak da Alman savunması topu çizgiden çevirmeyi başardı.”

“Şu anda dünyanın en iyi takımı olarak gösterilen Barcelona’nın 1974 yılında oynadığımız futbolun zamana göre uyarlanmış yeni bir total futbol versiyonunu oynadığına aynen katılıyorum. O takım üzerinde Cruyff’un büyük bir etkisi var. Halen onun temellerini attığı La Masia altyapısından çıkan oyuncular dünya futboluna damgalarını vuruyorlar. Zaten Guardiola, daha futbolcuyken Cruyff’un yardımcısı gibiydi!”

(Not: Bu yazı vesilesiyle bana ilk kez ilkokuldayken “Total Futbol” isimli 1974 Dünya Kupası belgeselini izleten rahmetli dedeme sonsuz teşekkürler. Huzur içinde yat, sen göremedin ama sonunda biz kazandık!)

5 Mart 2010 Cuma

FOURFOURTWO MART SAYISI ÇIKTI!


Ama ne sayı! Kapakta Rooney, hemen yanında Torres ile santrforluk ve gol sanatının incelikleri üzerine iki harika röportaj...Johan Neeskens'le Hiddink-Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş-Total Futbol-Van Hooijdonk ve Barcelona üzerine röportaj yapmanın (pardon sohbet etme çünkü bu kadar sıcak ikinci bir teknik adam yok sanırım) sonsuz mutluluğu bir yana,Hilal Gülyurt-Mustafa Sapmaz ortak yapımı dört yaşayan Türk futbol efsanesi Aykut Kocaman, Hakan Şükür, Feyyaz Uçar (bunu okurken sözlerini duyar gibiyim Feyyaz abi: "Tek efsane vardır o da Beşiktaş'tır, ben kimim ki efsane olacağım" diyorsun, değil mi?), Hami Madıralı ile olan sıcacık röportajlar insnaı çok keyiflendiriyor...
İşin aslı benim katkım aslında sadece çorbanın tuzu gibi bu devasa sayıda... Başta Erdem Kabadayı olmak üzere ben Fransa'da Dinar Bandosu ile konser verirken herkesin gecesini gündüzüne kattığı, Sarper Diktaş'ın geleceğin en kralından yazı işleri müdürü kıvamında ve sadece yardımcı olmak için gelen Rafet Baran Eryılmaz-Berkin Özgeneci ikilisinin 40 yıllık yardımcı editörler gibi çalıştığı ve o Türkiye Ligi'ni şereflendirmiş en iyi 50 golcü isimli dev dosyanın pırıl pırıl parladığı bir sayı...İlk kez bir sayıya bu kadar okuyucu gözüyle bakabiliyorum allaha şükür...
Altıpas kısmında Arjen Robben, Gilardino, Simon Kuper, Lineker'den Nobregillere tüyolar ve Hulk başta olmak üzere Sarper Diktaş'ın süper işleri ve FourFourTwo ekibinin gizli kahramanlarından süper versatil oyuncu U-18'in yıldızı Rafet Baran Eryılmaz'ın işleri birbirinden pırıl pırıl...

Çok az kişi bilse de bu bizim röportaj uzmanı Hilal Gülyurt gencecik bir kız üstelik de hakem... İnanmıyorsanız bu sayıdaki Fırat Aydınus röportajına mutlaka göz atın... Hilal demişken, yakında bu Burcu Esmersoygiller falan yani futbol kadınlarımız yeşil sahada kozlarını paylaşacaklar, maçın hakemi de Hilal Gülyurt olacak, söz verdi benim için birini oyundan bile atacak:)))Şaka bir yana, yeni kuşak hakemlerin aslında insanoğluinsan olduğunu Fırat Aydınus, eşi ve çocuğunun konuk olduğu sayfalarda bulabilirsiniz. Ben de kendisine özel bir şey sordum: "Fransa - İrlanda maçında Henry efendi, İrlanda'nın Dünya Kupası hakkını eliyle çaldığında siz hakem olsanız ne yapardınız? Aydınus'un cevabı muhteşem ötesi!


Tabii GOLCÜLER ÖZEL SAYISI oldu FourFourTwo mart sayısı... Ama o listedeki golcülerin en az yarısına kök söktüren bir diğer yaşayan efsane Rigobert Song da 88. sayfada adeta "En iyi hücum savunmadır" dercesine bağırıyor... Hele hele Liverpool günlerinde Carragher, Metz'de çaylakken Robert Pires'le yaşadıkları adeta son 20 yıl futbol tarihini anlamak için ders niteliğinde... Liverpool taraftarının büyük şefe yazdığı ve her adı geçtiğinde söyledikleri şarkıyı kendi ağzından söylerken duymak ise ölmeden önce gözlerimin açık gitmemesini sağlayacak en büyük tecrübelerden!

Tanju Çolak'ın favori 11'i tahmin ettiğiniz gibi tıpkı golleri misali bilinen bomba!
Grafite falan da güzel röportajlar tabii ama çocuk gözlerimle izlediğim çok çok çok çok çok sevdiğim rahmetli dedemin rehberliğinde hastası olduğum 1982 Dünya Kupası'nın Zico'lu, Socrates'li, Falcao'lu takımı kah benim kalemimden kah dedemin bana bıraktığı en büyük miras olan hatıra defterinden alıntılardan çıktı...Sahi aklıma gelmişken, yarın ya da pazar erken kalkıp rahmetlinin mezarına bir tane bırakayım bu sayıdan... Ne de olsa mart 2010 sayısı hayatımda katkıda bulunduğum en sağlam işlerden birisi...
(Mustafa Sapmaz abim, bak ben Fransa'ya çalmaya gidince daha güzel olmuş sayı; demek ki her ay gidiyim ama bir dahaki sefere inşallah Liverpool'da çalacağız Dİnar Bandosu'yla ve senin de yüksek müsaadenle!)