6 Şubat 2011 Pazar

HİÇ GÖRMEDİĞİ BİR KIRMIZI VOSVOS AĞLATIR MI İNSANI? (BENİM SOSYALİZMİM SENİN SOSYALİZMİNİ YENER!)


Bugün Senem'e "Sana araba alacağım oyuncak moyuncak ama tüm hayallerimiz içinde olacak!" dedim. Beylerbeyi'ndeki oyuncakçıda gözüme çarptı kırmızı bir vosvos, bir an çok neşeliyken hüzünleniverdim. Vosvos'un sahisini alacak param olmadığından değil ama oyuncak vosvos Senem'e yeter de artar zaten, ne de olsa hayallerimiz kadar varız bu dünyada... O tüm sözleşmeli evlilikler, mal mülklerin bakarkörlüğünde bize "romantik salaklar" der geçerler ama bize ne! Kendini bilen insanlar kendileriyle ilgili söylenenleri hiç takmazlar, o hesap bizimkisi de kendi hayallerimizle, oyuncak vosvosa bakarken bile dünyanın en mutlu insanlarıyız biz, gerisi traş!

Tam oyuncak kırmızı vosvosu alacaktım ki Senem'e "Yok Ali" dedi, "Sen kardeşinin kızı Derin'e bu vosvosun yanındaki oyuncak ksilafonu al, bana vosvos almış kadar mutlu edersin beni! Torres bu gece gol atmasın bana yeter, ben gönül şansımı oraya yatırayım" dedi.

Ksilafonu alıp oyuncak vosvosa hüzün dolu kaçamak bakışlarla veda ettik, o anda neden hüzünlendiğimizi anlamadan! Torres nereden çıktı, eve gelince anladım: "Futbolda romantizm öldü" demişti ya Torres, 2 yaşındaki Derin ksilafonu çalarken oyundan çıktı Torres! Skor falan önemli değil, ne de olsa Ece ailesinin futbol aşkının %99.5'i Beşiktaş'a %0.05'i Liverpool'a. (Başkalarının Beşiktaş aşkı 100 üzerinden 100 ise bizimki 100 üzerinden sonsuz rahmetli babaanneme Ziya-Ferdinand duası ettiren rahmetli dedem özelinde %99.5'i öyle hesaplasınlar da Beşiktaşlılığımı sorgulayan son kişinin başına gelenler onların da başına gelmesin) Bazılarını o %0.05'lik dünya takımı kontenjanı rahatsız etse de ben çok memnunum halimden, o %0.05 sayesinde babamla haftada 2 maç izleyebiliyoruz, gerisi önemli değil. Ayrıca futbol gönlümüzün büyük ikramiyesi Beşiktaş çıkmayınca, amorti oluyor o Beatles köprüsündeki Liverpool sempatimiz...
Ne de olsa evrensel futboldaki küçüklük idolüm Dalglish usta, Senem'in bir blog yazısında adımı vermeden anlattığı gibi: Ben küçükken yanaklarım Dalglish kırmızısı olsun diye neler yapmadım ki saatlerce patlak topun peşinde koşmak ruhumu kesmeyince... O yüzden yaşadığımız hayatın metaforu olan futbolda romantizm Torres için ölmüş olabilir ama Carragher ve Steven Gerrard için ölmemiş asla da ölmeyecek gibi Dalglish özelinde...


Tıpkı maçtan sonra izleme mutluluğuna eriştiğim Behzat Ç. ile kırmızı vosvosun ilişkisi gibi benim dünyam bu kadar işte, kimine göre çok küçük! Nasıl hasta Gençlerbirliğili Behzat Ç., Ankaragücülü yardımcısı Harun'un borçları uğruna o ölmüş kızı yadigarı vosvosu elden çıkarmayı düşünebiliyorsa ben de "kendime ve sevdiklerime sosyalist" olmak yani o kırmızı vosvosu almak yerine temel ihtiyaçları olan insanları düşünerek bugün bir reklam teklifini kabul ettim. Paranın tamamını da vergilerine ödenecek kısmı ayırdıktan sonra engelli kardeşlere, ablalara, abilere vereceğim onların hayatını biraz olsun kolaylaştırmak için...
Ben böyle bir adamım, size yamuk gelse de annemden babamdan bunu öğrendim, gerisi traş: Nasıl bir dizideki kırmızı vosvos beni ağlatabiliyorsa, engelli bir kardeşin temel ihtiyacı da beni ağlatır, sadece kendimi oynayacağım bir reklam filmine de evet derim. "Kendine müslüman olmayacaksın" derdi dedem, bir hocam da "kendine sosyalist olma Ali Ece!" demişti. O gün bugündür ben böyleyim, seven sever sevmeyen sevmez; insan kendini bildikten sonra arkasından söylenen hiçbir şey ona hiçbir şey ifade etmez!
Neyse Edirne'den Kars'a hangi engelli kardeşin neye ihtiyacı varsa lütfen bana mail atsın: dinarbandosualiece@gmail.com
Hayatım boyunca zaten kendimi oynadım, "O bandı çıkar Hendrix'i giyme takım elbise giy" diyenlere her halükarda siktirin kralını çektim, yine böyle kaldım, kalacağım da.
Sen umursarsın ya da umursamazsın, bana hiçbir şey ifade etmez ama ben hayattaki en küçük engeli kaldırmak için bir reklamda kendimi oynayacaksam bana ne dersen de fark etmez. Ben kendimi biliyorum, ne de olsa rahmetli dedemden öğrendim tıpkı Serpil Hamdi Tüzün, Socrates, Muhammed Ali, Dalglish, Shankly, Süleyman Seba gibi!
Ne de olsa Behzat Ç.'de Erdal abinin seslendirdiği gibi:
“Yanlış yolda yürümek, doğru yolda durmaktan iyidir. Çünkü sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir.
Mutsuz olursak da mutsuz olalım, hep mutlu olunacak diye bir kural yok ki, bizde mutsuz olalım, olmaz mı?" (Behzat Ç. en güzel bölüm kaçıncısı hiçbir önemi yok!)


Ekleyeceğim hiç bir şey yok, siz ne isterseniz ekleyin!

GÜNEŞ’İ GÖREMEYİNCE!

Trabzonspor’u zirveye taşıyan, Selçuk-Colman ikilisi yönetimindeki harika kısa pas trafiğiydi. Şenol Güneş’in Trabzonspor’a aşıladığı bu Karadeniz soslu tiki taka, hem estetik hem de istatistik açıdan bordo-mavilileri ihya etmişti. Selçuk sezonun ilk yarısının dikine en çok isabetli pas veren oyuncusu olurken, Engin ve Burak gibi Uğur Meleke’nin “32.5 numara ayakkabı misali” olarak nitelediği, herkese uymayan ama uydu mu da tam oturan futbolcu profilleri ise ekstra fark yaratmıştı.
Maçtan önce üniversitedeki sıra arkadaşım Erdem Egemen aramıştı: “Dayanamadım, atladım Trabzon’a geldim çünkü en büyük rakibimiz telaşımız, stresimiz. Ne yapıp yapıp herkesi sakinleştirmemiz, bizi şampiyonluğun en büyük adayı yapan sakin ve akil futbola dönmemiz lazım!”
Ancak Trabzonsporlu oyuncular maça o kadar stresli başladılar ki sanki ilk ayağı 5-0 kaybedilmiş bir kupa maçının rövanşını oynuyorlarmış gibi Trabzon tiki takası “akil atak”lardan çok “panik atak”lar geliştirdiler. Hâlbuki Erdem’in %1’i kadar sakin olabilselerdi, ilk yarıda buldukları pozisyonlarda maçı rahatça koparabilirlerdi.
Şenol Güneş, o dakikalarda defalarca kulübesinden çıkıp “akil futbol”a dönmeleri için oyuncularını uyardı. Bir ara yüzünde öyle bir ifade vardı ki adeta “Çocuklar, Allah eğer futbolu bu şekilde havadan oynamamızı isteseydi yeşil sahaları bulutların üstünde yaratırdı” der gibiydi.
Son 15 dakikada ise sanki son 1 dakika kalmış kadar telaşlı top şişirmelerle işler iyice sarpa sardı. “5 dakika uzatma” tabelası kalktığında Onur aut atışını kullanacakken ısrarla birilerinin gelip topu almasını, oyun kurmasını bekledi ancak kimse gelmeyince o da topu dikmek zorunda kaldı. (Bence) O an adeta dün gecenin Trabzon açısından özetiydi.

5 Şubat 2011 Cumartesi

KALE ÇİZGİSİNE DE ÖNLİBERO KOYSUNLAR!



İBB maçında “Schuster bu işi hiç bilmiyor, Guti’yi çıkartıp Ernst’i alarak çift önlibero oynatmalıydı!” diyenler dünkü maçı izlemiş midir acaba? Neyse herkesin görüşü kendine, ne de olsa onlara göre hata hep Schuster’de, tek çözüm çift önliberoda! Zannedersiniz ki bakanlar kuruluna iki önlibero alınsa, ülkedeki tüm sorunlar çözülecek, enflasyon bile bitecek!

Schuster gibi hem Beşiktaş hem de R. Madrid’i çalıştıran Toshack bir keresinde şöyle demişti:
“Futbol takımları piyano gibidir, bazı oyuncular piyanoyu sırtlarında taşırlar bazıları da o piyanoyu çalarlar.”
Bir de Guti gibiler var tabii, piyanoyu hem taşırlar hem de çok az kişi kadar ustalıkla çalarlar! Bu yüzden sezon başından beri Guti’ye “Krampon giymiş Mozart” demekte ısrar ediyorum. Guti’nin yokluğu, uzun zamandır haftada iki maç yapmanın yorgunluğuna eklenince Karabük ilk 1 saatte aslında Beşiktaş’tan beklenen futbolu sergiledi.

Toraman’ın Emenike karşısında düştüğü haller üzerine de düşünmek lazım!
“Emenike’nin menejeri Figer olsa ve Türk vatandaşlığına geçip adı ‘Erman Emine’ olsaydı acaba hangi takımda oynardı?” sorusunun cevabı ise başlı başına bir yazı konusu!

STEVIE WONDER BİLE GÖRDÜ!
Almeida’nın verilmeyen golüne gelirsek: Topun çizgiyi geçtiğini Stevie Wonder hatta hayatında ilk kez maç izleyen müstakbel kayınvalidem bile gördü. Onun da dediği gibi “Bir top daha ne kadar kaleye girebilir ki?”
Tabii yine “Islahatçı Önlibero Partisi” yorumcularına göre sorun ne Guti’sizlik ne de Stevie Wonder’ın bile gol vereceği pozisyonda golü göremeyenler! Ne de olsa onlar için Antalya’ya kar yağsa suçlusu yine Schuster. Schuster suyun üstünde yürüse bu sefer de “Yüzme bilmiyor işte ondan suyun üstünde yürüyor, iki önlibero alsın onlardan yüzme öğrensin!” derler. Sonra da “Stevie Wonder da kim?” diye sorarlar!