5 Ekim 2009 Pazartesi

DEMİRÖRENİZM'İN KOMPLE ÇÖKÜŞÜNE DAİR ya da REVNA HANIM'A ÖZÜR MEKTUBU

"Çarşı faili meçhule de nükleere de karşı" ayarında çok daha yaratıcı ve o pankartlardaki gibi hümanist bir tepki beklerdim aslında... Yumurta atmak hiç yakışmadı Beşiktaş taraftarına, yerden göğe kadar haklıyken taraftarı haksız, Demirören'i mazlum duruma düşürdü... Mazlum duruma düşürmek sırf bizim topluma mahsus
da ondan yazdım yoksa başka dilde olmadığı gibi Öztürkçe'de de olmayan bir deyim son olayların ortaya çıkardığı...

Her ne kadar Türkiye'deki bozuk ötesi düzen, 12 Eylül 1980'den itibaren salt paranın kirli gücü üzerine kurulu olsa da halkımızın son hümanizm kalesidir ne yapmış olursa olsun mazlumun yanında olmak, ona acıyıp yumuşamak...
Bizim halkımız Dostoyevski romanlarındaki insancıklar gibidir, evet her ne kadar zararını en çok kendisi görse de olabildiğine balık hafızalıdır. Fakat karşısındakinin daha önceki günahları ne olursa olsun kendi cebinde 5 kuruş varsa 4'ünü ağlayana verir hiç düşünmeden...

Nasıl defalarca ülkeyi krizden krize sokan, yıllarca anasını ağlattığı için "baba" unvanını fazlasıyla ama çoğu zaman tersine hak eden Süleyman Demirel askeri darbelerin acımasızlığı ve insanlık dışılığıyla ezilip mazlum duruma düştüyse;
nasıl halkımızın büyük çoğunluğu homofobik olsa da yıllardır gördüğü baskılar yüzünden mağdurlaşıp mazlumlaşan Bülent Ersoy'a bile acımış, gereğinde başının tacı yapmıştır...
Yalan yok, ben de üzüldüm Yıldırım Demirören'in düştüğü duruma... Sadece Beşiktaş değil belki de küresel futbol tarihindeki en başarısız, performansı açık ara en kötü başkan olsa da üzüldüm Demirören'e... Hiç ama hiç kimseye yumurta atılmasın, kimse o kadar aşağılanmasın değil suçu sadece Beşiktaş'ı orantısız sevmek olan Demirören, Türkiye'den orantısız nefret eden Kenan Evren bile... Ama herkes de hak ettiği gibi yargılansın hafızalarda, vicdanlarda... Demirel gibi ona karşı hissedilen mazlumiyet duygusundan yola çıkıp yeniden aynı hataların gerçekleşmesine ortak olmamak lazım...

Yumurta atılmamalıydı... Bir avuç kendini bilmez ya da kendini bilen fark etmez "Çarşı faili meçhule de karşı" pankartını asacak kadar yüksek bir bilinç ortalamasına sahip Beşiktaş taraftarı çok daha yaratıcı bir tepki verebilirdi... En azından haklıyken kimilerinin manipülasyonuyla haksız duruma düşürülemeyeceği bir tepki...

Diyelim ki o hata yapılmadı ve yumurta atılmadı: Bu sezonki berbat performans (Levent Erdoğan'ın dualarla şampiyonluk açıklaması bile yeter artar, dünyanın tüm medeni ülkelerinde o sözü bir üyesi dahi ediyorsa yönetimin tamamı anında istifa eder... En anlamlı tarihi örnek: Son derece başarılı İngiltere Milli Takımı teknik direktörü Glenn Hoddle'ın kendi inançları doğrultusunda yaptığı açıklamanın diğer başka inanlara dokunması ve sonrasındaki sonuçlara bakılmaksızın jet istifası) 2004 yazındaki kongreden beri başlayan Demirören - Beşiktaş taraftarı arasındaki kulüp aleyhine aşırı uyumsuzluğun son safhasıdır...

İlk günden itibaren olmadı Demirören... Şiarı "Tribünün içinden gelen taraftar başkan"dı tıpkı Newcastle'ı mahveden Mike Ashley gibi... Ama hiçbir gün biz sıradan taraftar gibi Kadıköy'den motorla maça gelmedi, deplasmanlarda boyu uzun diye 12 eylül uzantısı daracık kapıdan geçerken kafasına cop yemedi, bizle ne Malmö ne de Valerenga maçalrından sonra Beşiktaş'ın herhangi köhne bir meyhanesinde ağlaya ağlaya %90'ı sudan ibaret birayı içmedi... Biz bir bilet alabilmek için 2 gün sadece kır pidesi yedik, militarist kafalı bir hakem Pascal Nouma'dan "Beşiktaş'ın zenci futbolcusu" diye bahsettiği zaman kendi zenciliğimizi, müzmin mazluğumluğumuzu çok daha iyi anladık, o lafı kendimize de küfür saydık... Bu esnada Yıldırım Demirören sıradan bir taraftardan çok daha farklı, milyar ışık yılı uzak bir gezegende zırhlı cipine biniyor, başkanlık hayalleri kuruyordu...

Başkan taraftarı temsil etmeli, onun değerlerini yansıtmalıdır... Dünyadan örnekler verelim, kimse Demirören'i farklı konumlandırdığımı sanmasın bu örneklerde, önemli olan makro ya da mikro, toplumsal yaşam düzeyinde taraftar ve onu temsilen iktidara gelen başkan arasındaki bağlantı; yoksa Demirören de her Türk başkan gibi ne Mussolini ne de Che Guevera! Bugün Celtic'in başkanı eski bir İşçi Partisi milletvekilidir, İskoçya'nın tam özgürlüğünü, bağımsızlığını savunur çünkü Celtic taraftarı o fikirleri benimsemiş, hayat görüşü haline getirmiştir... Rangers başkanı aynı şekilde Rangers taraftarları gibi İskoçya'daki Britanya yanlısı protestanlığı hayat görüşü olarak benimsemiştir. Livorno yönetiminde nasıl solcu taraftarın aksi görüşünde bir aşırı sağcı, Mussolinici İtalyan yoksa, aynı şekilde sağcı taraftar kitlesi egemen olan Lazio'nun da komünist bir başkanı yoktur, olamaz da...

Salt makro siyasi düzlemdeki örnekleri bir kenara bırakalım... Ne de olsa bir yerde ülkemizde futbol hala sadece futbol olarak algılanılıyor... Çok da hayati bir mesele değil bu çünkü en ezeli rekabetimiz Fenerbahçe - Galatasaray derbisinde bile tek fark tarih ve renkler... Yoksa bir tarafın çoğunluğu sağcı diğerininki solcu, biri tamamen Ülkücü diğeri Apocu değil... Olmasın da zaten, hiç sorun değil... Ancak Galatasaray başkanlarının %80'i Galatasaray Lisesi kökeninden geliyor ve belli tarihsel değerleri temsil ediyor, Adnan Polat bile bu kadar başarılı bir yönetici olarak Galatasaray Lisesi kökenli olmayan birisi olarak kendisini çok zor kabul ettirmiştir... Ya Fenerbahçe? Fenerbahçe başkanlarının %80'i mütteahit kökenlidir çünkü Türkiye'de en çok para mütteahitlerde vardır ve Fenerbahçe tarihsel olarak sürekli başarı peşinde koşan bir kulüp olarak hep büyük sermayelere ihtiyaç duymuştur, duyacaktır da... Ortega, Anelka ve diğer süper yıldızlar da hep bu sermaye gücü sayesinde transfer edilmiştir... Ne zaman o sermaye Aziz Yıldırım'ın ilk yıllarında olduğu gibi kötü kullanılır, sportif ve skortif başarılar gelmezse o zaman Fenerbahçe'de kıyamet kopar... Galatasaray'da bazen liseli değerleri o kadar baskın gelir ki Avrupa gol kralı Tanju Çolak bile icabında bir günde harcanır gider...

Dönelim Beşiktaş'a... Çarşı'nın ya da genel anlamda siyah-beyazlı taraftarların bu kadar bölünmüş olmasının sebebi süreci Demirören'in eski futbol şubesi sorumlusu olduğu Serdar Bilgili iktidarıdır. O tarihi felakete karşılık gelen bölünme o gün başladı ve bugünlere kadar geldi... Arada Erdil Arpacı, İbrahim Altınsay, Mete Düren, sahada oynattığı futboldan çok daha güzel bir adam olan Lucescu gibi akil adamlar sayesinde o bölünme bir süre durduruldu... Ancak Beşiktaş Bilgili'yle beraber zaten Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan kimliğini yitirmeye başladı: ne demişti Bilgili, "Beşiktaş'ı birinci sayfalara taşıyacağız"
Taşıdılar da... Leeds United karşısındaki 6-0'lık yenilgi, abartılı raporla işinden kovulan başarısız ama dürüst adam Nevio Scala, o dönemde kokain yüzünden mahkemelik olan Daum, ilk sezonda yapılan pahalı ama içi bomboş transferler (Fazlı, Ertuğrul Sağlam'ın göz yaşları karşılığı üstüne para verilip takas edilen Erman, saha dışında dünya iyisi ama saha içinde yetersiz Ümit Bozkurt), say say bitmez...
Bilgili'nin eski şube sorumlusu Demirören, önce 101. yılda yönetimden koptu... Sonra da Beşiktaş'ta dikiş bir daha tutmayacak kadar koptu... Büyük puan farkıyla öndeyken kaçıp giden 101. yıl şampiyonluğu, o kadronun adeta gizli bir el tarafından dağıtılması, geriye de sadece adı her türlü söylentiye karışmış Sergen-Sinan Engin-Tümer üçlüsünün kalması... Bunları unutmak mümkün değil, o Lucescu ki Beşiktaş'ı savunmak için en adi programda Ahmet Çakar'la bile muhatap oldu ama anında satıldı... Yüzüne bile bakılmadan... 101. yılda son 4 deplasmanda yönetimden tek bir kişi dahi olmaması açıklanamaz bir muamma, o açıklansa belki de kara kutu açılacak...
Kendi evlatlarını yedi Beşiktaş sürekli bir tarihi akışa karşı birinci sayfa olma saplantısıyla... tarihimizde ilk kez deplasmanda Avrupa Kupası'nda uçmuşken Malmö maçından sonra ağlaya ağlaya yuvadan koparıldı Rıza Çalımbay... Dışarından muhalefeti susturmak için Sinan Engin getirilmek için (Çakıcı ile Beşiktaş armasını aynı kağıtta yan yana getirip beni sabahlara kadar ağlatan asla affedilmeyecek Sinan Engin) MAF'ın Ali Gültiken'i anında harcandı... Avrupa'nın takım çalıştırmadan en çok para kazanan teknik direktörü olan Del Bosque'ye "kasap" yakıştırması yapılarak harcanmasına gelmeyeceğim bile...
El birliğiyle birinci sayfalara taşıdılar Beşiktaş'ı... Sanki o 1. sayfalarda çok matah şeyler varmış gibi... Hep birinci sayfa olduk uzun zaman. Avukat Levent Erdoğan açıklıyordu "Del Bosque haksız, CAS'ı biz kazanacağız" Kaybeden biz olduk, taraftar oldu hep... Del Bosque hiç takım çalıştırmadan Mourinho'dan sonra en çok kazanan hoca oldu! REKOR 1!

Leeds'ten 6 yenildikten sonra bir de üstüne Liverpool'a 8-0 kaybedildi.(Düşünüyorum da Chelsea'den 8 yesek o gün orada dayanamayıp ölürdüm, bugün bu satırları yazamazdım) 8-0 Şampiyonlar Ligi rekoruydu, yine 1. sayfa yine rekor REKOR 2

En büyük yenilgi ise 8-0 değil, ondan hemen önce oyuncuların ruhsal açıdan 88-0 yenik duruma düşmesine sebep olan "PAF takımıyla çıkarız" açıklamasıydı... O açıklama Demirören'in en büyük günahıydı... Bu takım hiçbir zaman Anelka ya da Ortega'yı alarak şampiyon olmadı... Varsa yoksa temel direği PAF takımdan çıkanlarla oldu...
1982 Ziya Doğan
1986 Gökhan Keskin, Ziya Doğan
1990-91-92 Metin - Ali - Feyyaz
1995 Sergen
2003 Sergen
1982-1995 Rıza Çalımbay

O gün PAF takımı gözden çıkaran bakarkör zihniyet tüm tarihiyle gerçek Beşiktaş'ı gözden çıkardı, dünya futbol vefasızlık tarihe saygısızlık rekorunu kırdı REKOR 3 4 5 6 .....

Benim için ve birçok Beşiktaş'a karşılık beklemeden gönül verenler için Demirören yönetimi çoktan bitti... Geçen sezon 2 kupa alındığında taraftarların çoğunun üstündeki formada Demirören'in taraftar muhalefetine rağmen anlaştığı firmanın reklamları yoktu ya Beko ya da Yeni Rakı vardı... İnsan düşüncelerini giyer, ruhunu giyer... O formalarda Seba vardı, Hakkı Yeten vardı, icabında İlhan Mansız, Recep Çetin, MAF vardı ama Demirören'in D'si yoktu...
Keşke yumurta atmasaydık, bize hiç yakışmadı... Ama asıl keşke bu hale hiç gelmeseydik, getirilmeseydik, Demirören hiç başkan olmasaydı... Evet, tüm tersine rekorlara rağmen Beşiktaş'ı çok sevdi Demirören ama kızını çok sevip ona sevgi ve akıl yerine parasının sembolü en pahalı arabayı alan talihsiz baba gibi sevdi...
En kötüsü ne biliyor musunuz? "Yeter artık Seba" dendiği gün üniversitede tezini yapan bir tıfıl olarak 90 Dakika'da yeni yıldızı parlayan Haşmet Babaoğlu'na yazdığım mesajdaki gibi, Seba'dan sonra Beşiktaş Tito'dan sonraki Yugoslavya misali bölündü tam ortadan kalbinden... Küme düşsek bu kadar canım acımazdı benim, kardeşin kardeşe vurduğu o cumartesi gecesi olduğu gibi...
Özür dilerim Revna Hanım, çok özür dilerim; belki Yıldırım bey her zaman desteklenmeye değer çok iyi bir eş, kızına sarılıp ağlayacak kadar iyi bir aile babası ama Beşiktaş başkanı olarak maalesef olmadı... Yine de tüm küfürler ve yumurtalar için ben çok özür dilerim sade bir taraftar olarak...

10 yorum:

sampi dedi ki...

Ici dolu, harika bir yazi. Yalniz ilave etmek istedigim sey olayin taraftar boyutu.

Gittikce azginlasan, populerligi arttikca rant payi da artan bir taraftar guruhu var. Nukleer enerjiye karsi olmak iyi guzel de bedava bilet alip bunlari taraftara satmak/dagitmak yakismiyor. Alen'in bilet dagittigini bilmeyen yok, aksini iddia eden varsa gozlerimle gordugunu soyleyebilirim.

Serdar Bilgili'yi pek sevmem, kendisi krizi yonetememistir. Zaten bizim liseden ciksa ciksa keyif insani cikar, zora gelmek yoktur hamurda. Ancak biraz haksizlik ediliyor bence Bilgili yonetimine. Bir kere kulubun modernize edilmesinde paylari coktur. Ornegin amator subelerin bilgisayarla database olusturmasi onlarin donemine denk gelir (bunu yapan yoneticiyi taniyorum). Ayriyeten Husnu Gureli gibi bir yoneticiyle pastayi buyutmesine ragmen cari acik vermeyen bir butce olusturulmustur, gerektiginde Nihat'i satma pahasina. Halka acilip elde edilen finansmanla transferle buyume modeli uygulanmistir, ancak bu cokca oldugu gibi ise yaramamistir (Leed Utd, vs). Sirketlesme seffaf sekilde yapilmistir. Bugun Tabata icin yedigimiz kazigi biliyorsak ve Demiroren'e kizmak icin nesnel nedenlerimiz varsa bu Bilgili yonetimi sayesindedir.

Serdar Bilgili yonetimi kulupten beslenenleri yeni aciga atmak icin hamle yapti, ki bu herseyden cok hayirli olacakti. Ama sportif basari gelmeyince inceldigi yerden koptu. Bana gore Bilgili'nin en buyuk gunahi Sinan Engin'dir. Ama oyle bakarsak Sinan Engin'in BJK'da oynadigi zamanlar baskan Suleyman Seba'ydi. Yani herkes hata yapabilir...

Su an itibariyle futbolcusunu isliklayan (hele altyapi cikisli Serdar Ozkan'a laf sokulmasina deli oluyorum, cocuk deniyor iste ne yapsin kapasite bu) ve birbiriyle kavga eden bir taraftar toplulugu var. Ne Del Bosque'ye, ne Tigana'ya sabredildi. Once taraftar kendine gelsin. Sonra kongre uyeleri ulufeyle satin alinamasin. Biz yine bildigimiz BJK oluruz.

siyahbeyazkardesligi.blogspot.com dedi ki...

Yumurta olayı biraz abartılıyor gibi geliyor bana.Yumurta atma dünyanın her yerinde en yaygın kullanılan protesto yöntemidir.(Araç tekmelemek hariç).Dünya tarihinde yumurta atılarak protesto edilen siyasetçilerin listesi çok uzundur.Bu kadar hakaret içeren bir eylem değildir.

Adsız dedi ki...

Üst sınıflardaki arkadaşlarla konuştuğuzda mimarlık eğitiminde en sık verilen ödevlerden birinin okunan bir kitabı resme aktarmak ve kendi senaryonu o resme yüklemek olduğunu söylediler.Yazınızı okuduğumda aklıma geldi bu şekilde nasıl ifade edilebileceği.Mimarlıktan yola çıkınca binadan bağımsız bir somutlandırma olmaz diye düşündüm.Ve ilk aklıma gelen kocaman,karanlık ve 4 tane spot lamba bulunduran bir yer oldu.Spotlardan giriş kapısının üzerindeki yanıyor.Komşu duvarlardakilerse kısık kısık yanıp sönüyor.Tam karşıda duran zorla seçebildiğim çıkış kapısının üzerindekiyse yanmıyor.Yanmayan lambayı dikkate almayarak 3 spot da denebilirdi ama yazıdaki hakim düşünce olan var olanın iş görmemesi durumunu çağrıştıracak başka birşey gelmedi aklıma.Senaryoyu kısaca özetlersek;tahmin edeceğiniz gibi kahramanımızın korku filmlerindeki başrolleri hatırlatan sonsuz cesaretiyle girdiği kapı kendiliğinden kapanıp kilitlenince karşısındaki çıkışa doğru ilerlemesi gerektiğini anlar.Başta tek zorluk karanlık gibi görünse de ilk adımını attığı anda anlayacaktır ki çok daha büyük bir belayla baş etmek zorundadır.Çünkü mekanımızda tavan ve taban sürekli yer değiştirmektedir.Bir başka deyişle bizi ayakta tutan yer çekimi bir anda bizi ters çevirebilir hatta duvarların da bu tavan-taban sirkülasyonuna katılmasıyla yan yatırabilir.Kahramanımız bu zorluklarla baş edip çıkışa ulaştı mı yoksa zamanla sürat kazanan sirkülasyonun güçsüz bedeninde bıraktığı girdap etkisiyle savrulup durdu mu bilemiyorum.Total futbolun literatürümdeki karşılığı olan "sonuçtan değil süreçten haz almak gerekir" sözüne binayen ben de sürece dikkat çekmek istedim sadece.Hayatın sadece gemiyi limana getirip getiremediğimizle ilgilendiği,yol boyunca karşılaştığımız güçlükleri umursamadığı düşüncesine ısrarla katılmıyorum.Amaç gemiyi limana ulaştırmak değil ki sadece.Sonuçta o gemi limana demir atacak ve karada yaşam başlayacak tayfa için.Yolda öğrendiklerimizle sürdüreceğimiz bir hayat yani.
Evet hava biraz rüzgarlı,deniz de dalgalı haliyle.Bu yetmezmiş gibi kaptan dümenin başında uyuyakalmış olabilir.Hatta dengesizin teki olup dümeni kırmış bile olabilir...böyle durumlarda rüzgara güvenmek gerek galiba.Konudan biraz uzaklaşmış olabilirim,amacım yazıyı okurken hissettiğim boşluğa düşüyormuş hissini anlatabilmekti aslında.Kimbilir belkide bir kabustur,irkilerek uyanırım ve kendimi sıcacık yatağımda bulurum.(not:yazı kötü anlamında değil durum vahim anlamında "kabus"a benzettim:)

stalker dedi ki...

*yumurta mevzusunda haksızlık yapılıyor taraftara. gayet güzel bir protesto biçimi bence. hani suratına üzerinde beşiktaş yazan bir pasta yapıştırılsa yeri var.

*eşi hususunda da şüphelerim var. hinlik yapıp onu öne sürüyor y.d. 50 tane korumayla stada geliyor. üzerine paralı askerlerini tribüne salıyor. terör estiriyor. bu adam iyi niyetli değil, o da net bir şekilde ortaya çıktı.

*sampinin hüsnü güreli değerlendirmesine katılamıycam. çöküşte bilgili kadar pay sahibidir. tabiri caizse çakalın allahıdır..

*bir de, tribün rantı mevzusunun çok boku çıktı. bu adamları tanıyoruz, biliyoruz. gfb sefa gibi yanında 5 apaçi gezdirip, bmw x5e binen adamlar yok tribünde. potansiyel rant var, ve malum kiralıklar bunun peşindeler.

Unknown dedi ki...

Ilginc bir ulkeyiz. Ozhan Canaydin elestirilir ama yeniden secilir, Demiroren elestirilir ama yeniden secilir. Bence artik yonetim, teknik direktor ve futbolcu uclusune kongreler de eklenmeli ve elestirilmeli. Tabi kongre dedigimiz sey soyut bir sey digerleri ise somut o yuzden digerlerini elestirmek daha kolay ama bu kongre uyeleri nasil oy kullanirlar anlayamiyorum kimse de cikip bu konunun uzerine gidemiyor. Tabi oylama gizli oldugu icin kimin kime oy verdigini de bilemiyorsun ama bence turk futbolunun temel sorunlarindan biri baskan secimlerinde yapilan hatalar.

Ayrica kuluplerimiz dernek statusunde olmalari, dolayisiyla baskanlarin yeniden secilmek icin kisa vadeli basarilar pesinde kosmasi ve harcadiklari paranin kulubun parasi olmasi da diger sorunlar.

hayhay dedi ki...

Kendimi bildim bileli Galatasaraylı olduğumdan, muhakkak olan bitenlerin siz ve sizin gibi beşiktaşlılar kadar içinde değilim.

Beşiktaş'ta bana çok garip gelen bi durum var. Aklı başında olduğunu düşündüğüm birçok beşiktaşlı Serdar Bilgili'yi sevmiyor. Hatta Beşiktaş muhabbetlerinde, genelde benim tarafımdan açılmak suretiyle, ismi geçince sanki Sinan Engin, Celal Kolot veya ne bileyim Levent Erdoğan'ı övüyormuş gibi tepkiler alıyorum.

"Leeds United karşısındaki 6-0'lık yenilgi, abartılı raporla işinden kovulan başarısız ama dürüst adam Nevio Scala, o dönemde kokain yüzünden mahkemelik olan Daum, ilk sezonda yapılan pahalı ama içi bomboş transferler (Fazlı, Ertuğrul Sağlam'ın göz yaşları karşılığı üstüne para verilip takas edilen Erman, saha dışında dünya iyisi ama saha içinde yetersiz Ümit Bozkurt), say say bitmez..." Mesela böyle demişsiniz ama bu tip hatalar, eğer ülke standartlarını göz önünde bulundurup, obejektif yaklaşırsak, her acemi yönetimin yapabileceği türden normal hatalar bence. Mühim olan o yönetimin hatalarından ders alabilme yetisi değil midir hocam? Şaşırıyorum açıkcası..Hani S.E, Y.D ve Y.D'nin eniştesi bi yana saha içi, saha dışı güzel bi ekip vardı. Hani o şampiyonluğun federasyon tarafından katledilmesi, Demirören'in eniştesini alarak istifası, Demirören - Ulusoy aile ilişkileri, ardından özel küfür organizasyonları ..Ben, bugün bile yönetimin taraftara sahip çıkmadığı o dönemde, taraftar yönetime sahip çıkabilse, o takım yeni sezonda kaldığı yerden devam edebilirdi diye düşünüyorum.

Bi de affınıza sığınarak, bu 1. sayfa olayının da biraz ağır kaçtığını söylemek istiyorum açıkcası. Hani yapı olarak 1. sayfa olmayı arzulayan bi adam değil dışardan bildiğimiz kadarıyla Bilgili. Orda bahsettiği olay tamamen kulübün vizyonu ile alakalı gibi.. Her şey bi yana; O yönetim ayrıldığında mali denge ve kurumsal bir yapıdan bahsedilebiliyordu Beşiktaş'ta..


Bunca zaman sonra bile bu tepkinin altında yatan temel neden Çarşı'nın kapalıdan yollanmak istenmesi midir? Yoksa ben eksik bilgi ile kanaat sahibi mi oldum.

Saygılar,sevgiler..

Unknown dedi ki...

Selamlar Ali abi dün yine estini,coştunuz total futbolda futbolu sizden dinlemek çok büyük keyif veriyor

Antidoto dedi ki...

yazı için ellerine sağlık da, "kardeşin kardeşe vurduğu cumartesi gecesi" ifadesine hiç ama hiç katılmıyorum. Tribündeki bir grup paramiliter, faşist çete üyesinin; beşiktaş taraftarına gözü dönmüş biçimde saldırması, kardeşin kardeşe vurması değildir. Ben o adamlarla kardeş değilim ve kardeş olamam da.Beşiktaşlılık ortak paydasını bile paylaşmıyoruz erdal keleş denilen kalleş ve onun çakal sürüsüyle.Maçta mıydın bilmiyorum ama bu adamları en az benim kadar görmüşssündür eminim bir yerlerde.kardeş ifadesini yanlışlıkla yazdığına inanmak istiyorum.Umarım öyledir sevgili Ali Ece.

Ali Ece dedi ki...

Sevgili Freak,
Yanlış da olabilir doğru da... Maçta değildim... "Ben Yeter artık Seba" diye bağırma utanmazlığını gösterenlerden sonra tadım çok çok kaçtı... Uzun zamandır A takım maçlarına gitmiyorum... Kimin kime vurduğu hiç belli değil... Eğer biri sana vurduysa onun ayıbı, utanmazlığı... Beşiktaşlı Beşiktaşlı'ya vurmaz, BJK'lı Fenerbahçeli'ye de vurmaz, Bursalı Diyarbakırlı'ya, Galatasaraylı Fenerliye, futbolu seven kimse bir diğer sevdiğine vurmaz! ÇÜNKÜ İNSAN İNSANA VURMAZ!!!!
Ama dersen ki "Abi yıllardır kavgalara girdin, herkes senin için kızdı mı Fight Club Pascal Nouma oluyor diyor; sen kendin kavga ediyor psikopatlaşıyorsun sonra insan insana vurmaz diyorsun"
Şunu bil ki vurduğum kimse değişmedi düzelmedi, aynı şekilde bana vuran kimse de beni değiştiremedi, düzeltemedi. Sadece şunu biliyorum: Yeniden bir şans verilse kimseye vurmamış olmayı çok isterdim...
Birine vururken aslında hep kendime vurmuşum da hissetmemişim, bilirsin o anda hissetmeyip sonradan çıkan acılar çok daha büyük olur...
Sevgilerimle
ALİ ECE

Antidoto dedi ki...

Sevgili Ali Ece,
Şiddetin hiç bir türlüsünü olumlamak gibi bir niyetim zaten yok ve senin de böyle bir duruşun olmadığını hasbelkader, seni tanıyan ahbaplarımızdan biliyorum. Lakin söylemeye çalıştığım şey, bunun tribünlerde sıkça yaşanan bir renk-takım vs. kavgası olmadığı. Tribünde yuvalanmış ve birileri tarafından belli çıkarlar karşılığı oraya sokulmuş olan çakalların organiza saldırısından bahsediyoruz. Adam beşiktaşlıymış, Fenerliymiş, Demirsporluymuş bu değil mevzu. Açıkça diyorum ki, bu adamlar bizi dövmek için yönetim tarafından oraya sokuldu.Kardeş kavgası değil, rantı kaptırmak istemeyenlerin saldırısıdır bunun adı. Zira benim kulübümden bir kuruş gelirim yokken, bu adamların ciplerle gezmesi de bundandır. Eğer sen de, ana akım medya gibi "kardeş kavgası" dersen bu olanlara, ben üzülürüm. Biz eğer bu takımı, bu renkleri, futbolu, hayatı, insanı seviyorsak; bu çakalları ifşa etmek de boynumuzun borcudur.