9 Ocak 2010 Cumartesi

YAŞAYAN EFSANE SERPİL HAMDİ TÜZÜN'LE HARİKA BİR RÖPORTAJ

(Özel) Serpil Hamdi Tüzün: “Özgüvene parmağınızla dokunabilirsiniz”
Türkiye futbolunun “Beyaz Gölgesi”, hocaların hocası Serpil Hamdi Tüzün, kısıtlı zamanından bize de ayırıp sorularımızı yanıtladı. Başarıya ve öğretmeye adanmış bir hayat, özgüveni yerinde genç futbolcular ve Serpil Hamdi hocaya özgü Özkaynak Düzeni… Herkesin ondan öğreneceği çok şey
var.

Serpil Hamdi Tüzün, şu sıralar Azerbaycan’da Karabağ takımının özkaynak düzenini yönetiyor. Dört sene önce ektiği fidanlar profesyonel takımda yeşerince onu geri çağırdıklarını söylüyor. Biz de Serpil Hamdi Tüzün’le, hocanın Türkiye’de ektiklerini konuştuk. Hocanın deneyimleri herkes için çok önemli. Bu güzel söyleşi, Goal.com farkıyla sizlerle. - Bir futbolcunun sağlıklı bir şekilde gelişmesi için antrenörler ve kulüpler neler yapmalı?

- Futbolda dört tane unsur var. Fizik kaliteler, mental kaliteler, taktik ve motivasyon kaliteler. Akıl ve bilimle çalışmak lazım. Vazgeçilmez olan bu. Öğretmenin bir sürü tanımı var ama bence doğru olan “bir şeyleri değiştirmek.” Çocuk önceden şöyle yaptığı şeyi şimdi böyle yapsın. Önceden yapamadığı şeyi yapar hâle gelsin. Bu da merkezi sinir sistemi fonksiyonudur. Beynimizde 125 milyar nöron var. Nöronlar arası bağlantı üzerine başka bağlantıyı kurmak bizim işimiz. Trilyon üzeri trilyondan söz ediyoruz. Taş üstüne taş koymak yani. Futbol dünyasında büyük bir eksiklik var. Bilim hep fizik kalitelerin iyileştirilmesinde kullanıldı. Kuvvet, sürat, çabukluk vs. Ama esas konu şu: Biz beyne bakmalıyız. Karar çok önemli. Çocuğa doğru oynamasını öğretmek gerek.

- Bir uluslararası kongrede “doğru karar” konusunda yaptığınız eleştiri var. O tartışmayı anlatır mısınız?

- 1991’de Viyana’da UEFA toplantısı vardı. Birçok konuşmacı konuştu, en son Dr. Schneider bir sunum yaptı. Sonra herkese mikrofon dolaştırılırken, yanımdaki Süheyl Önen’e “Söylenecek çok şey var” dedim. “Söyle o zaman” dedi. Söz aldım. Güzel bir toplantı olduğunu, iyi bir sunumun hazırlandığını söyledim. “Ama ben sadece bunları dinlemeye gelmedim. Farklı şeylerden söz edileceğini düşündüm” dedim. Her işte doğru karar vermek önemli, futbolda daha önemli. Frekans çok yüksek, çok kısa zamanda karar veriyorsunuz. Bu algı demektir, bilgi demektir. O sırada elime bir not geldi: “%100 düşüncelerinize katılıyorum, sizi destekliyorum.” Schneider ve yanında Jira vardı. Toplantıyı o yönetiyordu. Schneider, Jira’ya dönerek “Türk arkadaşımız söylediklerimi tam anlamadı galiba” dedi. Ben de kürsüye çıkmak için izin istedim, Jira davet etti, çıktım. Adama döndüm: “Türk arkadaşınız sizin ne dediğinizi anladı. Bunları bunları anlattınız ama ben başka şeyler duymak isterdim. Doğru karardan söz etmek şudur: Taktik doğru karar vermek, teknik uygulamaktır. Uygulama ne kadar doğru olursa olsun, karar yanlışsa uygulama yanlış olur. Bazen kaleciyle karşı karşıyayken, 30 metreye pas atar futbolcu. Pas güzeldir ama karar yanlıştır. Keşke şut atsa da 10 metre yukarıdan auta gitse” diye anlattım. Sonra ara verildi, kahveye çıktık. Biraz da sinirliydim, ilk ben çıktım. Sonra oradaki bütün antrenörler gelip beni kutladı.

- Avrupa futbolunda kalıplara çok mu bağlı kalınıyor?

- Aynen. Ben maç konuşmalarımda asla rakipten söz etmem. Proaktif olmanın gereği budur. Biz maçların çoğunu maçı oynamadan kazandık.

- Türkiye’de son 10 yılın futboluna bakarsak, bozarak oynamayı tercih etmiyor muyuz? Oyunu rakibin üstüne yıkıp, kendi anlayışını kabul ettiren bir yapı görüyor musunuz?

- Benim ölçülerime göre yeterli değil. Benim yönettiğim takımlarda, maç içinde 3 defa oyun düzeni değiştirirdik. Beşiktaş genç takımlarını izleyenlere sorun. O takımların seyircisi, profesyonel takımlardan daha fazlaydı. Bizim maçı seyredip 2 bin kişi stadı terk ederdi. PAF maçları önce oynanıyordu ya.

- Metin-Ali-Feyyaz dönemi mi?

- Doğru kelime nedir bilemiyorum, çarpıtma mı demek lazım onu da bilemiyorum ama Beşiktaş deyince insanların aklına, Metin-Ali-Feyyaz geliyor, Gordon geliyor. Bu Beşiktaş’ın tarihini çarpıtmak demektir. Metin-Ali-Feyyaz, üçü de çok efendi, çok düzgün futbolcular. Feyyaz ve Ali, özkaynaktan gelme. Metin’i de çok istemiştik ama sonradan geldi. Ama 10 yaşındayken Metin’le Kocaeli’nde federasyon kursunda çalıştım. Çok yetenekli çocuktu. Fakat Beşiktaş bundan ibaret değil. 1975’te özkaynak düzeni kuruldu. 78’de ilk çocuklar profesyonel takımda oynadı. Ziya, Fuat ve Süleyman. 81-82’de Beşiktaş, 14 sene sonra şampiyon oldu. Dünyanın sonu gibi bir şey. Üç büyükler için çok zor. 2-3 senede bir şampiyon olmak lazım. Sonra eklenen Rıza, Haluk, Tuğrul, Fikret, Sinan… Hep o çocukların katkılarıyla şampiyon oldu Beşiktaş. O sezondan başlayan 14 sene içinde Beşiktaş altı kere şampiyon, altı kere ikinci oldu. 81-82’yi trenin hareketlenmesi olarak kabul edersek, Gordon bu trene altı sene sonra bindi. O altı sene içinde Beşiktaş iki kere şampiyon, iki kere ikinci oldu. Bir defa da Türkiye Kupası kazandı. Gordon bu işi yaptı deniyorsa büyük bir yanlış var.

- Bugünün futbolunda da üç büyükleri teknik direktörleri üzerinden konuşuyoruz. Buralar çok operasyonel pozisyonlar değil mi?

- Bir süreçten cımbızla bir dönemi çekip değerlendirirseniz, yanlış olur.

- Bir kulüp teknik direktör transfer ederken ne bekler, neyi amaçlar?

- Profesyonel takımının iyi çalışıp, iyi sonuçlar alması için teknik direktör getirilir.

- Oyuncu gelişimi de bu işe dahil midir?

- Bir yerde futbolcu da o süreçte gelişir. Ama burada ayırmak lazım, köküne inmek lazım. Belki başka bir toplantıda ben size belgeler getiririm. Beşiktaş 81-82 sezonunda şampiyon oldu. Milliyet’in spor sayfasına şampiyon kadro konmuş. 24 kişiden 8 tanesi özkaynak düzeninden gelme. Onların 3-4 tanesi kilit oyuncu. Milliyet gazetesi benden röportaj aldı, “Beşiktaş bu hâle nasıl geldi” diye bağlantıyı kuruyor. Bugünün medyası çok büyük oranda bu yaklaşımın dışında.
- 1992 yılında, U18 takımıyla Avrupa Şampiyonluğu yaşadınız.

- 1992’de A Genç 18 yaş takımı Avrupa Şampiyonu oldu. 1993’te A Genç yine Avrupa ikincisi oldu. 1994’te B Genç, 16 yaş takımı, Avrupa Şampiyonu oldu. UEFA bize zafer ödülü verdi.

- Sizden sonra Abdullah Avcı da büyük bir başarıya imza attı. Fakat üst tarafa çıkınca ülke futbolu tıkanıyor. Nedir bizim meselemiz?

- Oyuncular bir kere geleceğe yönelik yetiştirilip donatılmalı. Biz 14-15 yaşında çocuğu aldığımız zaman, onu o günün futboluna değil, 3-4 yıl sonranın futboluna göre yetiştirmemiz gerekiyor. Ona hazır olmalı. Esas mesele orada. Biz ne yapıyorsak, üstteki takımlar daha iyi olsun diye yapıyoruz. Beşiktaş’ta genç oyuncular çıktı, amaç profesyonel takımda oynamaktı ama bu yetmez. Beşiktaş yine üçüncü, beşinci olsaydı, şu konuşmayı yapmıyor olacaktık.

- Uluslararası maç deneyimi de önemli değil mi?

- Mustafa Kocabey’lerin olduğu takımdı. Polonya’ya gittik, 3-0 yendik. Karşı takım ağlıyor, çocuklar tabi. Ben de odaya giderken bizim çocukları topladım. “Bir bakın” dedim. “İki sene sonra bu takım Ümit Milli olarak karşınıza gelecek. 3-4 sene sonra da A takım olarak ve onlar sizin ne kadar güçlü olduğunuzu hatırlayacaklar. Sahaya yenik çıkacaklar” dedim. Buna psikolojide sonuç transferi deniyor. İyi olan bir durumu, gelecekte iyi olması beklenen bir duruma bağlamak. Bizim işimiz bu genç oyuncuları A takımda oynayabilecek duruma getirmek. A takım eskisinden daha iyi olsun diye çalışıyoruz. Türkiye 2002’de Dünya Kupası 3.’sü oldu. O takımın hazırlık döneminde, grup eleme maçlarında oynayan Fatih Tekke, Fatih Akyel, Ayhan Akman, Okan, Mustafa, Oktay, Sergen, Yıldıray, hep bu düşüncelerden geçti.

- Milli Takım’da tuhaf bir hâl var ama. Birden büyük bir sıçrama yapıyor, ardından gruptan çıkamıyor. Bunun sebebi sizce ne?

- Dünyada futbol o kadar iyi oynanmıyor. Bizim insanımız öyle yeteneksiz değil. “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatında değilim. Herkes ne kadar oynayabiliyorsa, bizimkiler de o kadar oynayabilir. Veriyorsan, alırsın. Alamıyorsan, verememişsin demektir. 20 sene önce Türk futbolcusu suçlu gösterildi. Suçlu değil, kurbandı. Onlara bir şey veremeyen yöneticiler suçludur. Süreklilikten söz ediyoruz, ben 6 yıl tam yetkiyle genç milli takımları çalıştırdım. 11 kere final gruplarına çıkma başarısı gösterdik A Genç ve B Genç’te. Sürdürülebilirlik budur. Alt taraftaki eğitim-öğretim kalitesinin üstte de sürmesi lazım.

- 1993 yılında İngiltere’de oynadığınız bir Portekiz maçı var. Bu maçta sizi şaşırtan bazı şeyler olmuş. Bize bu maçı anlatır mısınız?

- Çok iyi bir takımdı onlar. Berabere kalırsak finale çıkıyoruz, Portekiz’in bizi mutlaka yenmesi lazım. 1-9-1’le sahaya çıktılar. İleride bir kişi, bizden iki kişi ona bakıyor, bir de kaleci. Takımın geri kalanı santranın 15 metre gerisine dizilmiş, topu alan dan diye santrafora vuruyor. 100 saat oynansa biz öyle gol yemeyiz. Baskıyla başladık zaten, 4. dakikada golü bulduk. Plan değişebilir diye yardımcım Necati hocaya rica ettim, Portekiz’i tahlil etsin diye. Top onlardayken ne yaptıklarından 5 dakikada bir haber vermesini istedim. Ben oyunun geneline bakıyorum. 15-20 dakika oldu bir değişiklik yok. Hayretler içindeyim. İkinci yarıya yine baskıyla başladık, bir gol daha atıp maçı 2-0 kazandık. İşte o maç bir dönemin bittiğinin kanıtıdır. Bir başka maçta santranın 10 metre gerisinden taç atıyoruz, 11 kişi ceza alanına kapanıyorlar. Bu futbolcu açısından çok farklı durum. 94’teki turnuvadan sonra Dublin’deki resepsiyondayız. Dünya 4.’sü, 3.’sü, 2.’si masamıza gelip oyuncuları kutluyor. Bu çocuklar bunları yaşadı. Özgüven meselesi. Sky Televizyonu’ndan Martin Taylor maç sonrası benden röportaj istedi. 1.5 saat kadar konuştuk, programda “7 yaşımda bir oğlum var, keşke sizle çalışsa” dedi. Neyse final maçına çıkmadan evvel de bir sohbetimiz oldu. Biraz da çekinerek bana “Ben final maçları öncesi soyunma odalarını çok merak ederim” dedi. Durumu anladım ve dedim ki: “Maça 80 dakika kala gel, 10 dakika kadar kal. Ama çok hayalkırıklığına uğrarsın.” Oturup gözünü yeren diken, tavana sabit bakışlar atan oyuncular, asık suratlar görmeyecek ki. “Soyunma odasında özgüveni göreceksin, hatta parmağınla özgüvene dokunabilirsin” dedim. Hâlâ birçoğunun aklına sığmıyor bu başarılar. Biz takım olduk, özgüven sahibi olduk. Hep savunma hep savunma… Biz bunu tersine çevirdik.

- Türkiye’deki altyapı organizasyonlarında özellikle minik takımlarda çocuklara fazla taktik verilmiyor mu? Bu durum yaratıcılığın önünde engel değil mi?

- Hata burada zaten. Alman oyunu öyledir mesela, sırf fizik kaliteyle ilgilenir. Beckenbauer’in Kickers’e verdiği röportaj vardı, “Ben oğlumu Bayern Münih’in altyapısına göndermem, orada futboldan başka her şey var” dedi. Benim çıkış yolum da oydu. Doğru karar diyorum ya baştan beri. Doğru karar, doğru bilgilere dayanır. Ben çocuklara doğru bilgileri almasını öğretiyorum. Bu sibernetiktir. Ben çocukların özgüven kazanmasını sağlıyorum. Bu da saykosibernetiktir. İnsan vücudunun en erken gelişen organı beyin. Neden biz bunu kullanmasını öğretmeyelim çocuklara? Airbus uçağın var, havaalanının bir köşesine çekmişsin, restoran olarak kullanıyorsun. Kullanıyorsun ama yanlış kullanıyorsun. Bizde beyin, ezber çalışmaların çöplüğü olarak kullanıldı. Yıllar önce İngiltere’de de söyledim ben bunu. 71 ya da 72. Yine seminer vardı. 1966’nın Dünya Kupası’nı gösteriyorlar. Dedim ki: “Siz bu kafayla giderseniz daha 20 sene bu kupayı gösterirsiniz.” Taktik çalışmalar ezbere yapılırsa benim için bu dünyanın sonu demektir. İngiltere’nin Milli Takım’daki başarısızlığının sebebi budur.

- Özkaynak Düzeni’nin anlamı nedir? Beşiktaş bu düzene sadık kaldı mı?

- Sondan başlayayım. Türkiye’deki uygulamalara uzağım ama Gökhan Keskin’le yeni bir yapılanmaya gidildiğini gazeteden okuyunca sevindim. İyi şeyler yapabilecek türden biridir. Serdar Özkan hâlâ kilit oyuncu olma potansiyeli taşıyor. İbrahim Kaş’ın durumu o kadar değil. Başka hangi adam sürekli oynuyor A takımda bilmiyorum. Serdar Özkan bile çok sayılamaz.

Altyapı deniyor genelde ama terminoloji önemli. Altyapı dendiği zaman, duvardır, penceredir, kanalizasyondur, bu tip şeyler gelir. Biz insanla uğraşıyoruz. O kulüpte gözünü açan, oranın örfünü adetini benimsemiş insanların, bir düzen içinde yetiştirilmesidir. “Kaynak” kelimesinde de bir duruluk, saflık, temizlik var. Çocuklar gibi. Düzen derken, bilinçli, planlı çalışmaları kast ediyoruz. Başarı tesadüf olamaz.

- Bu oyun düzeni konusuna gelelim. Ajax’ın bütün takımlarına aynı sistemi oynattığı söylenir. Bu yöntem doğru mudur?

- Olumlu olarak anlatılır bu durum. Ben bunun çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Kolaydır bu tip takımlara karşı oynamak. Kilit sözcük “tekrar” değil “değişim” kelimesidir. Ben çocukların değişimi algılamasını beklerim. Ezberden hep kaçtık, hep kaçtık. Ajax bunu ticari açıdan kullandı, vitrinledi ve sattı. Çocuklar hep belli bir formatı oynamayı öğrendi.

- Ama tüm ülke aynı futbolu oynuyor.

- Ama oyuncuların çoğu da Hollanda dışına gitti, para oradaydı. Aynı, tekrar, ezber, kelimeleri 40 yıldır futbola damgasını vurmuş, benim açımdan yasaklı kelimeler. Özellikle Almanya’dan gelen çocuklara, beyinlerini serbest bırakmalarını söyledim, Yıldıray dahil. Langırt makinasının piyonları olmasın oyuncular.

- Bu durum teknik direktörün sahadaki oyuna katkısını azaltıyor mu?

- Ben takımlarıma %100 hakim olduğumu düşünüyorum. Tam da böyle hakim olunur. Ben oyunculara özgürlüğün sınırlarını açıyorum. Düşünceden düşünceye atlama özelliği kazandırmaya çalışıyorum. Hayalleri rüyalarına sığmasın istedim. Benim en kızdığım oyuncular potansiyelini dışarı çıkaramayan oyunculardır. Bizim işimiz yapabilecekleri konusunda oyuncuları ikna etmek.

- Forma numaralarını mevkilerin dışında veriyordunuz. Sebebi nedir?

- 2-4-6, 3-5-7… Çift numaralar serbest olarak sağ kanadı, tek numaralar serbest olarak sol kanadı kullanır. Pozisyona göre dönüşürler. Futbolcular kolay anlasın diye bunu yapıyordum. Geri kalan 8-9-10-11 de ortadaki omurga.

- Yabancı oyuncu seçimi sizce nasıl yapılmalı?

- En iyilerin gelmesi lazım. Yerli yabancı ayırmıyorum, en iyi oyuncularla oynanmalı. Adam oyuncu mu değil mi, ben ona bakarım. Yerlisi yabancısı kalmadı.

- Futbola Bağlarbaşı’nda başladınız. Sizin döneminizde semt takımlarının çok önemli işlevleri vardı. Şimdi hepsi borç içinde, sahadaki kireçten zehirlenen futbolcular oldu. Semt takımlarının zayıflaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Ben bu konuda tarafım. Ben gözlerimi Bağlarbaşı’nda açtım. Bu takımlar futbolun yapıtaşlarıydı. Kaynaktı aynı zamanda. Şimdi daha değişti. Büyük kulüpler kendi organizasyonlarını yaptılar ama bu durum amatör takımları zayıflatmamalı. Ben, Beşiktaş’a 2000’de yeniden gelmiştim. O zaman Bağlarbaşı’yla ve Cennet Mahallesi’nde bir takımla işbirliği yaptım. İstanbul geniş alan. “Çocuğun Beşiktaş’a gitmesi zor, Beşiktaş çocuğa gelsin” dedim. Oralarda seçme yaptık, bizim hocalarımız çocukları eğitti. Onların hocalarını kulübe çağırdık, ileride biz gideriz, süreklilik sağlansın diye düşündük. Amatör takımları da biz güçlendirerek kaynağımızı genişlettik. Beşiktaş-Bağlarbaşı isimlerini yan yana getirmek iki taraf için de prestij. Borç dediğin de forma parasıdır, malzeme parasıdır. Anormal paralar verip oyuncu alıyorlarsa hata onların. Asıl genç takım organizasyonuna onların ihtiyacı var.

- Mustafa Kocabey önemli oyuncularınızdandı. Galatasaray’da çok önemli maçlar çıkardı ama zirvede kalamadı, 2. Lig golcüsü oldu. Neden böyle oldu?

- En iyi 3 santraforumuzdan biriydi, tüm zamanlar için. Bir türlü olmadı. Şimdi de Turgutlu’da oynuyor galiba. Türkiye ve Avrupa futbolu açısından büyük kayıp. Roma’ya karşı 17 yaşında oynadı.

- Feyyaz Uçar?

- Mükemmel bir insandır, çok iyi bir oyuncudur. Avcılar’dan geldi o. Lüleburgaz, 2. Lig’in iyi takımlarındandı. Büyük bir para teklif edildi ona, fakat Feyyaz’ı ailesi bize teslim etti. Bizi çok gururlandırdı, para talep etmeden geldi. Ben oyuncuları üçe ayırırım. Kaleciler, golcüler ve diğerleri. Feyyaz çok iyi bir golcüydü. Çok kısa zamanda patlar işi bitirirdi. Gol vuruşuna çok çalıştık, tek vuruşa da öyle. Ayağı yere sağlam basabildiği için Fenerbahçe’de orta saha da oynayabildi.

- Sergen?

- Onun için de şöyle diyeyim. Dünyada takımlar ikiye ayrılır; Sergen’i olanlar ve olmayanlar.

- Keşif anı nasıldı?

- Şimdi şu oturduğumuz yerden 100 kişiyi çevirsek, 100’ü de Sergen’in yeteneğini fark eder. Onu keşfetmek diye bir şey yok.

- Gündüz Tekin Onay’la çok yakın çalıştınız. Hocayı anlatır mısınız bize?

- İyi arkadaşımdı, en iyi arkadaşımdı. Gündüz Hoca’nın Türk futboluna asıl büyük katkısı, federasyonunun özerkleşmesi konusunda oldu. Federasyon özerk olunca sahalar ve tesisler gelişti. Zaman zaman duygusal tepkiler de verdik birbirimize. O daha heyecanlıydı. Benim çok kıymetli bir arkadaşım. Şimdi eski arkadaşlarla bir araya geldiğimizde hep anıyoruz. Zeki ve espritüel biriydi.

Röportaj: Onur Yazıcıoğlu, Goal.com

3 yorum:

Şairler Parkı dedi ki...

Hocanın nerede olduğunu bilmiyordum. Türkiye'de değilmiş. Bir vakit sonra duyarız Azerbaycanlı genç yetenekleri.

Beşiktaş sadece şimdi değil, yıllardır kötü yönetiliyor. Serpil Hoca ne yapılıp, edilip kalmalıydı Beşiktaş özkaynağında.

Ege

nuwanda dedi ki...

böyle büyük insanlara gerekli değeri vermiyoruz.

Adsız dedi ki...

"Yanlış bir isim mi söyledim, insanlar yanlış anlarlarsa onu yazmasan da olur abi, hangisini uygun görürsen onu yaz sen, sonra camiaya leke sürecek bir şey olmasın da!" demiş ya necip abi sana.nedir kimdir söylediği?