22 Eylül 2009 Salı

YA SAKATLIKLAR OLMASAYDI VAN NISTELROOY, GERD MÜLLER OLAMAZ MIYDI?


Ruud Van Nistelrooy, 1 Haziran 1976’da, Amsterdam’dakilerin “Orada yaşayanlar Hollandalı değil, Belçikalı” diye andığı Brabant bölgesinde dünyaya geldiğinde, ne dedesi ne de babası onun bir gün dünyanın en ünlü futbolcularından birine dönüşüp birçok insan için gol ile eşanlamlı olacağına ihtimal bile vermemişti. Yine de Brabant bölgesindeki ailenin yaşamı milenyumun ilk on yılının en büyük gol sanatçısına hayatı boyunca ilham kaynağı olacaktı: “Doğup büyüdüğüm Oss şehri, Hollanda’nın güneyinde gösterişsiz bir yerdi. Amsterdam’daki hayattan çok farklı, daha çok kırsal aile değerlerinin egemen olduğu ve nüfusun büyük çoğunluğunun hayatını çiftçilik yaparak kazandığı, Alman sınırına çok yakın bambaşka bir dünya… Kapıları kilitlemezdik, hatta çoğu zaman kapıları açık bırakırdık. Bütün bir gün komşular birbirini ziyaret eder ve hep beraber çalışmaya giderlerdi. Dedem, anneannemle beraber 80’li yaşlarının ortasında bile büyükbaş hayvan yetiştirmeye devam etti. Belki de küçüklüğümü onlarla geçirdiğim için futbol dünyasının sahte ışıklarına kapılmadan yıllarca sadece dedem gibi en iyi yaptığım işi yapmaya konsantre oldum: Gol atmak!”

Yine de o yılların Hollanda’dasında Belçikalı-Öz Hollandalı ayrımı pek yapılmaz, ülkenin güneydoğusundaki okulda bile Amsterdam’dakine eşit kalitede bir öğrenim olanağı sağlanırdı. Ruud da ilk önce okula gitti. Belki de küçük bir futbol sevdalısı olarak 1982 ve 1986 Dünya Kupaları’nın Brezilya ile beraber en zarif futbolunu oynayan Tigana-Platini-Giresse’li Fransa’ya hayranlığından ilk önce Fransızca okumaya karar verdi. Ama iki yıl sonra Almanca’da karar kılacaktı. Yıllar sonra İngiltere Ligi’nin gol kralı olduğunda L’Equipe ile yaptığı röportaja Fransızca başlamış, muhabirleri ters köşeye yatırmıştı: “Evet Fransızca biliyorum ama biraz… Alman sınırına yakın olan Brabant’ta büyüdüğüm ve dile biraz aşina olduğum için Almanca öğrenmek daha kolay geldi. Ne de olsa artık zamanımın çoğunu ders çalışmak yerine başta İngiltere Ligi olmak üzere futbol izleyerek geçiriyordum, derslerle alakamı daha çok ailemi hayal kırıklığına uğratmamak için azami seviyede sürdürüyordum”


Yine de Romario’nun gollerine göre daha az ilgi duyduğu okul sayesinde 14 yaşındayken Hollanda’nın merkezinde bambaşka bir hayatın yaşandığını fark edecek ve babası gibi çiftçi olmak yerine futbolcu olmaya kesin karar verecekti: “
Dışarıda bambaşka bir dünya vardı, dedem gibi 80 yaşına geldiğimde bile çok çalışmamı gerektirmeyecek bambaşka bir hayat… Futbol topunun içinde gizli her an seni içine alıp en yukarılara taşıyabilecek ama dikkat etmezsen de bir anda en aşağıya çekecek başka türlü bir yaşam. Ama ne zaman pes edecek gibi olsam, aklıma hep büyüdüğüm yer geldi. Saçmaladığımda hep dedemi düşündüm. O beni hiçbir zaman gol kralı Ruud olarak tanımadı ve bu yüzden onun bir gün karşıma dikilip ‘Sen kendini ne sanıyorsun?’ diyebileceği başımın üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallandı durdu. Belki de bu yüzden ben PSV’den yetişen diğer ünlü golcüler Romario ve Ronaldo gibi en güzel kadınları koluma takıp en güzel arabalarla boy göstermedim. Sekiz yıl şimdiki eşim olan sevgilimle beraber yaşarken de ne ben ne de o bana ‘dünyaca ünlü Nistelrooy’ gözüyle baktık. Ben hep o Oss’tan Den Bosch’taki okula gelen Ruud olarak kaldım”


Oss’tan Den Bosch’taki okula gelen Ruud’a daha önce bir takımda oynayıp oynamadığını sorduklarında güzel bir beyaz yalan döküldü ağzından: “Evet tabii ki… Ben köy takımının kaptanıydım” Hangi mevkide oynadığı sorulduğunda ise o anda okul takımında boş olan mevkiyi söyleyecekti: “Ben hep stoper olarak oynadım” Bir süre sonra okul takımında kendisini gösterdikten sonra part-time olarak Nooit Gedacht ve Magriet takımlarında da beş yıl sonrasının golle en çok eşanlamlı olacak adamı stoper ve libero olarak forma giyecekti. Neyse ki ilk profesyonel kulübü olan Den Bosch’un teknik direktörü Hans van der Pluym kısa sürede Nistelrooy’un beyaz yalanını anlayıp kendisini orta sahada hücuma dönük olarak oynatmaya başladı.
1993-1997 yılları arasında 69 kez Den Bosch forması giyen ve sadece 17 gole imza atabilen Nistelrooy, son sezonunda sakatlıklar yüzünden Kees Zwamborn tarafından mecburen forvete çekilip 13 maçta 12 gole imza attığında herkesin dikkatini çekti. Ama Nistelrooy henüz tam hazır olmadığını ve yedek kalacağını düşünerek Ajax ve Feyenoord yerine Heerenveen’e transfer olmayı tercih etti. Heerenveen formasıyla bir sezonda attığı 13 gol ise hem ona kendini daha büyük futbol maceralarına hazır hissettirecek hem de küçükken hayranlıkla seyrettiği Romario’nun PSV’sinin kapılarını açacaktı.


PSV’nin Heerenveen’e ödediği 6.3 Miyon Euro’luk bonservis ücreti o güne kadar iki Hollanda kulübünün birbirine ödediği en yüksek bonservis ücreti olurken ilk sezonunda 34 maçta 31 gol atan Nistelrooy Hollanda Ligi’nin gol kralı oldu. Profesyonel futbol hayatına stoper olarak başlayıp orta sahada devam eden 1.88’lik Hollanda kulesi üç yıl içinde sadece Hollanda’nın değil Avrupa’nın da en çok gol atan oyuncularından birisi olarak gümüş ayakkabı ödülünü aldı. Aynı zamanda Hollanda’da Yılın Futbolcusu ödülüne de layık görülen Nistelrooy, artık Avrupa’nın dev takımlarının transfer listesinin en başlarında yer alıyordu.

Aynı yıl Hollanda Milli Takımı’na da seçilen Nistelrooy ya da yeni adıyla “Van Gol” PSV’deki ikinci sezonunda da 29 gole imza atarak bir kez daha Hollanda Ligi’nin gol kralı oldu. 2001 yılında PSV formasını son kez giydiğinde 67 maçta 62 gole imza atarak olağanüstü bir gol oranı yakalamıştı. Aslında 2000 yazında PSV’ye 18.5 Miyon Pound ödeyen Manchester United, Van Gol’ü çoktan renklerine bağlamıştı ama sağlık kontrolünde ortaya çıkan sakatlığı transferi 2001 Nisanı’na kadar erteleyecekti. Yine de Van Nistelrooy sakat olduğu dönemde transferden vazgeçmeyen ve başka bir forvet transfer etmeyen Alex Ferguson’un jestine karşılık olarak son anda devreye giren Real Madrid ve Barcelona yerine beş yıllık sözleşmeye imza atarak Manchester’ın yolunu tuttu.


Manchester United sadece başka bir ligin takımı değil aynı zamanda da Nistelrooy için bambaşka bir gezegendi:
“İngiltere’ye transfer olduğumda, televizyoncuların doğup büyüdüğüm yere kadar gelip eski arkadaşlarımla ve annemle röportaj yaptığını duyunca büyük bir şok yaşadım. Annem arayıp onlara ne demesi gerektiğini sormuştu. Sadece kendisi olmasını ve gerçeklerini dile getirmesini söyledim. Ama sonradan yazılanlara baktığımda daha da büyük bir şoka uğradım. Bana bu kadar büyük bir bonservis ücreti ödenmiş olmasına rağmen Beckham gibi giyinmediğim, büyük bir evde bir süperstar hayatı yaşamadığım için medya beni en baştan yadırgamıştı. Onlara göre benimki gibi sade bir hayat sürmek, sıradan şeylerden hoşlanmak görmemişlikle eş anlamlıydı. Bir süre sonra gazeteleri okumayı bıraktım. İngiltere’de gol kralı olduktan sonra ise Roy Keane’in uyarılarını dinleyip gazetelerde yazanlara gülüp geçmeye başladım. Bu kez de adım ‘hiçbir şeyi umursamayan küstah Hollandalı’ya çıktı”


Saha dışında işler olabilecek en ters şekilde başlasa da Nistelrooy, Kırmızı Şeytanlar’ın formasıyla oynadığı ilk sezonda 32 maçta 23 gole imza atarken, üst üste sekiz maçta gol atarak lig tarihinde kırılması imkansız gözüken bir rekoru kırdı. Şampiyonlar Ligi’nde de gollerine devam eden Van Gol, sezon sonunda Premiership oyuncuları tarafından Yılın Oyuncusu seçilecek, bir dahaki sezonun başındaki ilk iki maçta attığı iki golle kendisine ait olan üst üste gol atma rekorunu daha da geliştirecekti.


Manchester’da diğer takım arkadaşlarınkine göre mütevazi sayılabilecek evinde sakin bir hayat sürerken gollerine devam eden Ruud, saha dışında yine tabloid basının hedefi haline geldi: “İlk önce basın toplantısında küçükken Manchester United’ı tutmadığımı itiraf ettiğim için beni yerin dibine soktular. Sadece birçok oyuncu gibi yalan söylemediğim için yerden yere vuruldum. Ama anlayamadıkları bir şey vardı ki küçükken Manchester’ı tutmuyor olmam, bu büyük kulübe para için geldiğim anlamına da gelmiyordu. Sadece para için bir takıma transfer olsaydım daha en baştan Real Madrid’e giderdim. Burada harika oyuncularla aynı takımda oynayarak kendimi geliştireceğimi, daha da iyi olacağımı biliyordum. Ayrıca Ferguson, sakatlanmama rağmen benden vazgeçmemiş, başkasını da almamıştı. Sonradan kendisiyle basının da ısrarla körüklediği tartışmalar yaşamış olsak da bir kere sadece böylesine dürüst ve sözünün eri bir insan olduğu için bile Ferguson’a karşı çok güzel hisler beslemeye devam ediyorum.”


2003-04 sezonunda Denis Law’a ait olan Avrupa kupalarında en fazla gol atan Manchester United’lı oyuncu rekorunu kıran Nistelrooy, kulüpteki henüz üçüncü sezonunun sonunda tüm zamanların en çok gol atan on Manchester United’lı oyuncusundan birisi oldu. Bu durum, basının Hollandalı gol sanatçısına daha da fazla saldırmasına sebep olacaktı. Her zaman her düşündüğünü açık sözle dile getirmesi yine başına büyük dertler açtı. İlk önce Beckham’ın takımdan ayrılmasından sonra sağ kanat oyuncusunun ortalarını özlediğini söylemesi, Ferguson ve yeni prensi Ronaldo ile arasına kara kediler girmesine sebep oldu:
“Ronaldo şüphesiz büyük bir yetenek ama sürekli olarak bireyselliğe dayalı güzel hareketler yapmak peşinde. Bu da zaman zaman bana yapması gereken ortaları çok geç yapmasına sebep oluyor ve ben tam boş alana kaçmışken rakip savunmacılar üstüme üşüşüyor.”

Nistelrooy’un Man Utd’dan ayrılması sürecine kadar uzanan Ronaldo-Nistelrooy soğuk savaşı, Mayıs 2006’da artık olmadığı kadar ayyuka çıkacaktı. Sonradan her iki oyuncu tarafından yalanlanmış olsa da Setanta Sports muhabirinin yaptığı haber, sonun başlangıcı oldu. 9 Mayıs günü yapılan United antrenmanında Ronaldo yine topla fazla oynayıp kendisine pas vermeyince Nistelrooy, Ferguson’un Portekizli yardımcısı Queiroz’u kast ederek “Pas verme sakın, topu babana götür” diye bağırmış, bunun üzerine de yakın zamanda babasını kaybeden Ronaldo ile saha içinde birbirlerine girmişlerdi. Daha once de Ferguson tarafından yedek bırakılan Nistelrooy bunun üzerine tesisleri terk etmiş ve basında büyük spekülasyonlara yol açmıştı.
Bu olay her ne kadar Nistelrooy tarafından yalanlanmış olsa da iki ay sonra Real Madrid’e imza atacaktı. Yine de Nistelrooy için Manchester United deneyimi hayatında başına gelen en güzel şeylerden birisi olarak kaldı:
“Ferguson çok iyi bir teknik adam, akisini söyleseniz de United’a kazandırdıklarının yanında ne deseniz boş. Manchester United formasını giydiğinizde günün 24 saati boyunca aklınızda sadece Manchester United olur. Beckham, Ferdinand, Keane gibi oyuncularla aynı takımda bir maç dahi oynamış olmak futbol adına size hayatınız boyunca unutamayacağınız kadar çok şey öğretir. Keane’in zihinsel gücü ve sahada yaydığı futbol ateşi eşsizdir. Kaybetmekten nefret eder ve kazanmak için her şeyini ortaya koyar. Ama yine de United’da beraber oynamaktan en çok zevk aldığım oyuncu Ryan Giggs’ti. Futbol adına her şey Giggs’te var. Onun gibi top süren, orta yapan, gol atan ikinci bir oyuncu görmedim. Her oyuncunun bir fiyatı vardır ama Giggs’in yaptıklarını hiçbir para satın alamaz”

Nistelrooy’un takım arkadaşlarına duyduğu sevgi ve saygı Ronaldo hariç tüm Manchester United oyuncuları nezrinde karışıklıydı. Ama Nistelrooy’un Ada’dan ayrılış sürecinde Ronaldo ve Ferguson ile yaşadığı tartışmalar kadar Manchester United’a diğer takım taraftarlarının duyduğu nefret de önemli bir rol oynadı. Bir Man United-Arsenal maçından sonra yaşananlar, futbolun en çirkinleştiği anlardan birisi olarak tüm hafızalara kazınacaktı. Maçın son dakikalarında Nistelrooy kendisini yerde bulduğunda hakem penaltı noktasını gösterecek ama bu kez penaltıyı gole çeviremeyen Hollandalı yıldız Arsenalli oyuncuların saldırısına uğrayacaktı. Martin Keown ve arkadaşları sırayla Nistelrooy’a omuz atarlarken hepsi de uzun süreli cezalar alacaklar ama yorgan gittiğinde kavga bitmeyecek sahanın dışına taşacaktı. Arsene Wenger, Nistelrooy’u sahtekarlıkla suçlarken, maçın bitiminden yarım saat sonra Vieria kendisiyle konuşmaya gelen Hollandalı’ya saldıracak, iki kulüp arasındaki ezeli rekabet Nistelrooy ekseninde gelişen olaylardan sonra ezeli bir düşmanlığa dönüşecekti.
Ada’dan adeta kaçarak İspanya’ya sığınan Ruud Van Nistelrooy, bu kez kimseye röportaj vermemeye yemin edip her düşündüğünü dile getirerek başına bela açmaya son verdi ve sadece en iyi yaptığı iş olan gol atmaya konsantre oldu. Bu kararında 2006 Dünya Kupası’nda Hollanda teknik direktörü Van Basten ile yaşadığı polemikler de etkili olmuştu. Van Basten yönetimindeki milli takımda bir daha forma giymeyeceğini ve sadece Real Madrid formasıyla gol atmak için yaşayacağını söyleyen Nistelrooy, henüz ikinci maçında hat-trick yaparak beyaz bir sayfa açtı. İlk sezonunda Barça ile oynanan iki derbi maçında üç gol atan oyuncu, tüm spekülasyonları geride bırakıp formunun zirvesine dönerek Real Madrid’in 2006-2007 sezonunda La Liga şampiyonu olmasında başrol oynadı.



İlk sezonunda İspanya’da gol kralı olan ve en çok okunan futbol gazetesi Diario As’ın düzenlediği ve 140 bin kişinin katıldığı ankette yılın en iyi oyuncusu, transferi ve yılın en güzel golünü atan oyuncu seçilen Nistelrooy, aynı zamanda da R.Madrid efsanesi Hugo Sanchez’e ait olan La Liga’da 7 maç üst üste gol atma rekorunu da egale etti. 2007 Mayısı’nda Van Basten’le arasındaki buzlar eridiğinde Hollanda Milli Takımı’na geri dönen Nistelrooy, büyük kavgalar yaşadığı hocasıyla beraber Hollanda’da gol ile en fazla eş anlamlı olan futbolcu olarak kaldığı yerden devam etti. O sezon, Real Madrid, hem La Liga’da hem de Şampiyonlar Ligi’nde doludizgin ilerlerken, 26 maçta 16 gole imza atan Van Nistelrooy, Schuster’in en önemli kozlarından birisi oldu. Nistelrooy da Real’deki hocasına toz kondurmuyor ve onla ilgili konuşurken satır aralarında geçmişinde golcülüğüne leke süren tartışmaları da unutmadığını dile getiriyordu: “Schuster, çok açık fikirli, her zaman B ve C planları olan bir teknik adam. Daha önce problemler yaşadığım Ferguson ve Van Basten’i kast etmiyorum ama Schuster daha öne çalıştığım teknik adamlar arasında beraber çalışması en zevkli olanı. Sanırım futbolculuğu döneminde kendi mevkisine Avrupa’nın en iyisi olduğu için yıldız futbolculara karşı en ufak bir kompleksi bile yok. Real Madrid gibi takımların ihtiyacı olan da tam anlamıyla Schuster profilindeki teknik direktörler.”
Schuster'in ikinci sezonunda esen Guardiola - Barça fırtınasının ortasında sakatlığı yüzünden geri plana düşerken, bir anda kopan 2. Galacticos tufanında Hollandalılar'ın hepsi adeta "içimizdeki Barcelona'lılar" edasıyla Real tarafından tu kaka edilirken geriye bir tek o kaldı. Yine sakatlanmasa belki de Kaka-Ronaldo'lu rüya hücuma dönük orta sahada kaldığı yerden gol sanatçılığının gönderini gerd Müller'in bile yukarısına taşıyacaktı, belki de taşıyacak güçte hala... Siyahı beyazıyla futbol sevdamıza çok şey katan bu büyük gol sanatçısının bir an önce düzelip aramıza dönmesi dileğiyle...

6 yorum:

armgn dedi ki...

Hollandalı futbolcuların başına ne gelirse dillerinden mi geliyor acep? Van Hoijdoonk da çok konuşurdu. Aslında bildiğim hemen hemen her Hollandalı yıldız oyuncu konuşur. Ya da kendi doğrularını söylemekten kaçınmaz diyelim...

Serapbenbuyrun dedi ki...

“Ferguson çok iyi bir teknik adam, akisini söyleseniz de United’a kazandırdıklarının yanında ne deseniz boş. Manchester United formasını giydiğinizde günün 24 saati boyunca aklınızda sadece Manchester United olur. Beckham, Ferdinand, Keane gibi oyuncularla aynı takımda bir maç dahi oynamış olmak futbol adına size hayatınız boyunca unutamayacağınız kadar çok şey öğretir. Keane’in zihinsel gücü ve sahada yaydığı futbol ateşi eşsizdir. Kaybetmekten nefret eder ve kazanmak için her şeyini ortaya koyar. Ama yine de United’da beraber oynamaktan en çok zevk aldığım oyuncu Ryan Giggs’ti. Futbol adına her şey Giggs’te var. Onun gibi top süren, orta yapan, gol atan ikinci bir oyuncu görmedim. Her oyuncunun bir fiyatı vardır ama Giggs’in yaptıklarını hiçbir para satın alamaz”

Çok güzel şeyler söylemiş Manchester ile ilgili. Nistelrooy'un sakatlıkları gerçekten en acı sakatlıklardan oluyor benim için. Neredeyse Uğur'un {Uğur Uçar} sakatlığına üzüldüğüm kadar üzüleceğim bu adama da.

THe MaN WhO SolD ThE WorlD dedi ki...

Sakatlıklar olmasaydı futbolun Eddie Vedder'i olurdu ama şimdi ancak bir Axl Rose :) Bilmem anlatabildim mi?

Kerim ŞİMŞEK dedi ki...

En çok sevdiğim futbolcu Batistuta. Ondan sonra gelecek 2. isim ise şüphesiz Van Nistelrooy'dur.

Cristiano Ronaldo ya da David Beckham, Manchester'dan ayrılıp Real Madrid'e gittiği zaman üzülmedim ama Nistelrooy gittiğinde çok üzülmüştüm.

Bir golcü gittiği her takımda gol makinası olurmu ya. Hiç uyum sorunu yaşamadan ilk maçlarına gollere başlarmı. O kişi Nistelrooy olunca oluyor.

ManU'da 3 sene içinde 100 golü geçmişti sanırım. PSV kariyeri ve Real Madrid kariyerindede ne kadar başarılı olduğu aşikar.

Benim için bir Batigol bir de Ruud bu alemde :D

S.B dedi ki...

Bu yazıların para karşılığı okutulması lazım.

Frentzen dedi ki...

Eline,emeğine sağlık... Müthiş... Azılı bir Nistelrooy hayranı olarak çok teşekkür ederim. Tek nefeste okudum yazıyı. RVN benim için en iyi "golcü"dür.