“Cesuryürek”te William Wallace’in sevdiği kızı dolaştırmak için babasına “Efendim ne güzel işte yağmur, tam da İskoçya havası!” diye dil döktüğü günkü gibi yağmurun delirmişçesine yağdığı bir Mart günü Britanya tarihinin en büyük futbol efsanesi doğdu. O yağmur, yine tüm hayalleri yıkamış, kurumaları için ayışığına asmıştı. O ayışığının en güzel hayaller olarak yeniden insanların üzerine yansıdığı yer de Celtic taraftarlarının “Cennet” dedikleri bizim de Parkhead adıyla bildiğimiz stadyumdu. Dünyadaki tüm Katoliklerin takımı, bayrağı, bir futbol kulübünden çok daha fazlası olan Glasgow Celtic’in mabedinin hemen yanında dünyaya gözleri açan Kenny Dalglish’in kaderindeki İskoç yağmuru o günkü gibi asla dinmeyecek, rüzgar kılığına girmiş kaderin keyfine göre Ada’nın dört bir tarafında hiç dinmeyecek bir futbol fırtınasına dönüşecekti.
Mühendis baba Dalglish, ekonomik standartların Glasgow’un Protestan kısmına göre Afrika düzeyinde olan Katoliklerin doğu kısmından diğer tarafa taşınınca, Dalglish de Rangers’ın antrenman sahasına beş dakikalık mesafedeki yeni evlerinin bahçesinde top oynamaya başlayacaktı. Her İskoç çocuk gibi onun da hayatında mezhep savaşları ve İngiliz sömürgesinin altında ezilmenin acılarını çıkaracağı tek şey vardı: Futbol! Ama diğer İskoç çocuklardan önemli bir farkı vardı, Katoliklik ya da Protestanlıktan ise futbolu bir din olarak benimseyen Kenny’nin… İlkokul takımında kaleciyken, antrenörü futbol topunun daha önce hiçbir İskoç’un ayağına bu kadar yakışmadığını keşfetmiş, ona “Sen sadece topun ayağına gelmesini bekle” diyerek oyuna sürmüştü. Daha 15 yaşındayken Liverpool onu denemeye almış ama o zamanki Avrupa şampiyonu takımın kriterlerine göre yeteri kadar iyi bulunmamıştı. Onu o zamanlar yeteri kadar iyi bulmayanlar, yıllar sonra Britanya tarihinin en büyük parasını ödeyerek onu Liverpool tarihinin en büyük efsanesine dönüştüreceklerdi.
Ama önce daha 16’sındayken, sadece maç yapmak için gittiği okulu bırakıp profesyonel futbolcu olmalı, mühendis babaya futbolla hayatını kazanacağını ispat etmesi gerekiyordu. 1967 yazında bir gün, iki hafta önce Şampiyon Kulüpler Kupası’nda şampiyon olan Celtic’in yardımcı antrenörü Fallon, hayatında ilk kez Rangers’ın antrenman sahasının bu kadar yakınına gelerek küçük Dalglish’i ailesinden isteyecekti. Ancak bir sorun vardı, hem de çok büyük bir sorun!
Fallon, Celtic antrenörü olarak Glasgow’un bu sokağının ailesi için ölümcül tehlikede olduğunu söyleyerek eşinin arabada beklemesini, fazla uzun sürmeyeceğini, en fazla 10 dakika sonra evlilik yıldönümlerini kutlamak için geri döneceğini söylemişti. Kapıyı çaldığında, anne Dalglish’e kendisini tanıttı. Şeytanı görmüş gibi bembeyaz kesilen anne, İskoçya’yı Avrupa’nın en büyüğü yapan adamı salona aldı ve hemen oğlunun odasına gitti:
“Kenny, hemen o duvardaki Rangers posterlerini yok et!”
“Neden ama ben Rangers’lıyım!”
“Eğer baban gibi okula devam edip mühendis olmak istemiyorsan dediğimi yap. Salonda Avrupa Şampiyonu Celtic’in antrenörü seni bekliyor”
“!!!”
Odanın tüm duvarlarını kaplayan mavi Rangers posterleri beş dakika sonra çöpteydi, Kenny ise Fallon’un yanında süt dökmüş kedi gibi oturuyordu. Anne hemen, Fallon’un getirdiği formları doldurmak için sabırsızlanırken, 16 yaşındaki Kenny Dalglish Avrupa şampiyonuna “Ama ben hemen oynamak istiyorum, o şartla imza atarım” diyecek, Fallon’un eşi de Kenny ikna olana kadar tam 3 saat arabada bekleyecekti. O gün Fallon çiftinin yıldönümü berbat olmuş ama Ada futbol tarihinin en büyük efsanesi başlamıştı.
Önce Celtic’in pilot takımlarından Cumbernault United’da bir sezonda 37 gole imza atacak, sonra da o zamanlar Britanya sokaklarında polisten daha fazla borusu öten Kalite Sokak Çetesi’yle karşılaştırılacak kadar kudretli bir takım olan Celtic rezerv takımında harikalar yaratacaktı. Celtic rezerv takımı, 1968-71 yılları arasında her maçını binlerce kişiye oynuyor, top Dalglish’in her ayağına geldiğinde herkes ay çarpmış gibi büyüleniyordu. Antrenör Fallon, bir gün sahada İskoçya Milli Takımı’nın 1986 Dünya Kupası’na katılmayı garantilediği maçta heyecandan ölecek olan o zamanki Celtic menejeri Jock Stein’a şu raporu vererek Dalglish’i hemen A takıma almasını öneriyordu:
1-1967’de Avrupa Şampiyonu olan takımda bile bu kadar mücadeleci, teknik kapasitesi yüksek bir oyuncu yoktu.
2-Her oynadığı maçta son maçını oynuyormuş gibi ölümüne oynuyor. Her maçta gol atıyor ve sadece etrafında dönüp gülümseyerek topu santraya götürüyor.
3-O bugüne kadar eşine rastlanmamış bir İskoç: Bugüne kadar bir bardak bile bira içmedi. Viskilerin hangisi burbon, hangisi skoç ondan bile haberi yok. Maçlar biter bitmez, tesislerde uyuyor ve ertesi günkü antrenmana kadar gözlerini açmıyor. Uyandığı andan itibaren ise yüzü sürekli gülüyor.
4-Bu oyun zekası ile gelmiş geçmiş en büyük İskoç futbolcu olacağına adım gibi eminim. Mümkünse şimdiden futbolu bırakınca menejer olması için de sözleşme imzalatalım
Jock Stein için, Fallon’un aklı, kendi aklıydı. Hemen Celtic’in ilk maçı olan Kilmarnock maçında Dalglish’i oynatmaya karar verdi. Maçtan önce soyunma odasında bu genç yıldızı motive etmek için yanına gittiğinde aralarında unutulmaz bir diyalog yaşanacaktı:
“Kenny, çok mu heyecanlısın?”
“Hayır, öyle mi görünüyorum?”
“İki dakikadır ısrarla sağ ayağına sol kramponunu giymeye çalışıyorsun da!”
Avrupa fatihi Stein, bizzat kendi elleriyle o bir türlü giyilmeyen ayakkabıları giydirecekti. O gün Celtic, Beattie’nin jübile maçında Kilmarnock’u 7-2 yenmişti, bu o yıllarda son derece normal bir sonuçtu. Fakat Dalglish’in o 7 golden 6’sını atmış olması bugüne kadar eşine rastlanmamış bir olaydı. Bunun üzerine Stein, Fallon’a böyle bir yeteneği keşfettiği için Parkhead’e heykelinin dikilmesi gerektiğini söylemiş, Fallon ise hemen kupanın ilk maçında Dalglish’i oynatmasının yeterli olduğunu, keşfettiği yeteneğinin bizzat canlı bir futbol heykeli olduğunu belirtmişti.
Kader işte! Dalglish, ilk resmi maçındaki ilk golünü Rangers’a atacak, sezonun kalanında da orta sahada oynadığı 49 maçta 23 gole imza atarak canlı bir futbol heykeli olduğunu tüm Ada’ya kanıtlayacaktı. Tam da o günlerde, Liverpool’un efsanevi teknik adamları Bill Shankley ve Bob Paisley böylesine eşsiz bir yeteneğini beğenmeyen altyapı hocalarının hepsini doğduklarına pişman edecek ve Dalglish’in peşine düşeceklerdi. Ama Fallon, kendi keşfettiği cenneti bizzat kendisi yaşamaya ve ne pahasına olursa olsun onu satmamaya yemin etmişti.
1973’te 46 golle Britanya’nın en çok gol atan oyuncusu olan Dalglish, hala orta sahada oynuyordu. Celtic’i uzun yıllar başarıdan başarıya sürükleyecek, çok genç yaşta hem Celtic’in kaptanı hem de İskoçya Milli Takımı’nın her şeyi olacaktı. 1976 yılındaki unutulmaz İngiltere-İskoçya maçında attığı galibiyet golünden sonra İskoç taraftarlar sahaya atlayıp Kral Kenny’nin golünü attığı kaleyi ve fileleri sökerek evlerine götüreceklerdi.
Artık Dalglish, İskoçya’ya sığamayacak kadar devasa bir efsaneydi. O zamanlar Ada’nın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu olarak gösterilen Kevin Keegan, Hamburg’a gitmek için Liverpool’dan ayrılmış, kızılların yüreğinde o zamanlar dolması imkansız gibi gözüken bir delik açmıştı. Artık Fallon’un da, Stein’ın da başka seçeneği yoktu. 1977’ye kadar 269 kez Celtic forması giyip 167 gol atan, Parkhead’in Henrik Larsson’dan önce gördüğü en güzel rüya bitmek üzereydi. Bu kez bizzat Dalglish, bir zamanlar kendisini beğenmeyip burun kıvıran kulübe gitmek istiyordu. Ama bu kez ucuza gitmeyecekti.
1977 yazında Liverpool, Celtic 440.000 Pound ödeyerek tüm transfer rekorlarını kırarken hiç kimse bir süre sonra Keegan adının esamesinin bile okunmayacağını farkında değildi. Belki Dalglish bile bu kadarını beklemiyordu ama kızıl formayla ilk maçında, henüz 7. dakikada asla hafızalardan silinmeyecek bir gole imza atacak, 14 yıl boyunca da Anfield’ın gördüğü en güzel rüya olacaktı. Dalglish gelmiş, Liverpool’un altın çağı başlamıştı: 17 yılda futbolcu, menejer ve menejer-futbolcu olarak tam 25 şampiyonluk yaşanacak, Dalglish’in kulüpten ayrıldığı günden itibaren de Liverpool ligde bir daha şampiyonluk yüzü görmeyecekti.
Dalglish gelmeden önce Keegan’ın 7 numaralı formasının bir daha asla kimseye verilmeyerek ölümsüzleştirilmesi istenmişti. Ama Dalglish’li Liverpool, Avrupa Süper Kupası’nda Keegan’lı Hamburg ile karşılaştığında Keegan artık sadece efsanevi bir tarihin tozlu sayfalarından biriydi. Liverpool, o gün Hamburg’u 6-0’lık bir hezimete uğratırken, o gün Liverpool’un kızıl yakasında doğan çocukların neredeyse hepsine Kenny adını verilecekti. 6 yıl sonra 1983’te, Dalglish Liverpool formasıyla 100. golünü attığında, hem İskoçya hem de İngiltere’de 100’er gol atan ilk oyuncu oldu. Bir yıl sonraki Heysel felaketine kadar Dalglish’li Liverpool, tam 3 kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu olurken, 1985’teki felaketten sonra Liverpool Avrupa Kupaları’ndan men edilecek, camia karışacaktı.
Bob Paisley’den sonra başa geçen Fagan, istifa etmiş, Liverpool o yaza teknik direktörsüz girmek üzereydi. Ama Heysel’den sonra hemen toparlanmak zorunda olan Liverpool’u bir kez daha kurtaracak olan isim Dalglish’ten başkası değildi. 34 yaşındaki Kral Kenny, saha içindeki yarı yaşındaki gençlere taş çıkartırken, İngiltere tarihinin ilk menejer-futbolcusu olacak ve uzun yıllar Ada’ya damgasını vuracak olan menejer-futbolcu akımını başlatacaktı.
Takım arkadaşı
Souness, “Bu ülkede kimse futbolcu olarak Dalglish’in eline su dökemez. Dünyada da ondan daha iyi olan bir tek Pele’yi gördüm, Cruyff’tan bile hiçbir eksiği yok fazlası var”demişti. Nasıl Dalglish’in futbolculuğu eşsizse, menejer-futbolculuğu da en az o kadar eşsiz olacaktı. Hatta daha önce futbolcu olarak bu kadar büyük bir efsane olmasa bile sadece Liverpool menejeri olarak başardıkları bile onun heykelinin dikilmesine yeter de artardı. Ama o aynı anda hem menejer hem de saha içinde takımının en büyük silahı olarak imkansızı başardı. Liverpool 1985-86 sezonunda, tarihinde ilk kez hem ligde hem de kupada şampiyon olarak duble yapacak, Dalglish 34 yaşındayken son 9 maçta kendisini de oynatacaktı. O son 9 maçta Liverpool tam 24 gol atıp sadece 1 gol yemiş, ligin son haftasında şampiyonluğu getiren golü de bizzat Dalglish atmıştı.
1987-88 sezonunda ise birçok futbol otoritesinin gelmiş geçmiş en güzel takım olarak nitelediği o yılın Liverpool’unu bizzat sıfırdan yaratmak zorundaydı. Liverpool’a geldiğinden beri mükemmel bir ikili oluşturdukları Kızıllar tarihinin en çok gol atan oyuncusu Ian Rush’ı Juventus’a kaptırmış, o parayla da Aldridge, Beardsley, Barnes gibi kağıt üstünde asla Rush’ın yerini doldurmayacak oyuncuları transfer etmişti. O sezon Aldridge 45 maçta 29, Barnes 48 maçta 17, Beardsley ise 48 maçta 18 gol atarak Rush’ın bile pabucunu dama atacaklardı. İlk 37 maçta mağlubiyet yüzü görmeyecekler, ligin bitmesine 4 hafta kala çoktan açık ara şampiyon olacaklardı.
1988-89 sezonunda ise bir sezon önce şanssız bir şekilde Wimbledon’a kaptırdıkları kupada Everton’ı devirerek şampiyon olacaklar, ligde ise akıl almaz bir biçimde ligin son haftasının son dakikasında yedikleri golle şampiyonluğu bir farklık averajla Arsenal’e kaptıracaklardı. 1989-90 sezonunda ise Dalglish o güne kadar adı sanı duyulmamış İsrailli Rosenthal’ı ligin son 8 haftası için kiralayacak, İsrailli forvetin o 8 maçta attığı 7 golle Liverpool tarihinde son kez şampiyon olacaktı. Aynı yıl Dalglish 38 yaşında son kez Liverpool forması giyecek ve 835 maç sonra faal futbol yaşamına son noktayı koyacaktı.
Her şey çok güzel görünüyordu. Liverpool’dan eski forvet ortağı Tommy Smith’in dediği gibi Dalglish, cennetten futbol oynaması ve oynatması için aramıza yollanmış bir mucizeydi. Ama aramıza karıştıktan 39 yıl sonra artık bir insan olarak Dalglish ne kadar mutluydu, ne kadar mutsuzdu? Kimse bunun farkında bile değildi. Dalglish gerçeği karşısında herkes gözlerini kapatıp bu gördükleri en güzel rüyayı görmeye devam ediyorlardı. Ama 1990-91 sezonunda, Liverpool ligde liderken şampiyonluğun mutlak favorisi takımın menejeri olarak görevi bıraktığında Dalglish gerçeği bambaşkaydı.
1989’daki Hillsborough trajedisi Dalglish’in hayatındaki dördüncü büyük felaketti. Celtic’te oynarken Rangers’la karşılaştıkları bir Old Firm derbisinde 66 kişi ölmüş, 1985’te Heysel’de 99 kişi gözlerinin önünde hayatını kaybetmiş, aynı yıl Celtic’te onu bir efsaneye dönüştüren teknik direktörü Jock Stein İskoçya’ya Dünya Kupası biletini aldırdıktan hemen sonra hayata gözlerini yummuştu. Hillsborough felaketi tüm bunların üzerine tüy dikecekti. Aramızdan başkası olsa bu felaketlerin sadece ikincisinden sonra bile bir daha asla futbol topu görmek istemeyecek duruma gelir, her şeyi bırakıp kaçardı. Ama Dalglish kaçmamıştı. Nasıl hayatında tek bir gün bile içki ve sigara içmemiş, saha içindeki mücadelesi ile saha dışında ve içinde hayat boyu rol modeli olduysa Hillsborough depreminin artçı şoklarından sonra da dimdik ayaktaydı. Göğüs kanseri olan eşiyle günde 4 cenazeye gidiyor, hastanedeki yaralıların aileleri geceyarısı bile olsa kendilerini aradıklarında hemen atlayıp futbol gazilerinin yanına gidiyordu. 1991 yılına gelindiğinde ise son iki yıldır her gün en az 4 kez sakinleştirici iğneler yapılıyor, evde çocuklarının yüzünü kanlar içinde görüyordu. Daha fazla yapamadı, 1991’de efsane Dalglish, insan Dalglish'e yenildi ve “Altyapıda Robbie Fowler var, onu hemen A takıma alın” diyip son sözünü söyledi; Liverpool’un altın çağı da bir daha hiç geri gelmemek üzere gitti.
Bir süre sonra efsane geri dönmeye karar verdi. 1991 Ekimi’nde 2. Lig’in dibine demir atmış Balckburn’ün başına geçtiğinde herkes çok şaşırmıştı. O sıralarda halefi Souness, Liverpool’u bir türlü toparlayamıyor, kızıl efsane gün geçtikçe daha da fazla irtifa kaybediyordu. Liverpool yönetimi kendisini aramadıkça o Blackburn’ü Liverpool’laştırmaya devam etti. 1995’te Blackburn, Liverpool ve Manchester United’ı geçerek sürpriz bir şampiyonluğa imza attığında Dalglish, Clough ve Chapman’dan sonra Ada’da iki ayrı takımı şampiyon yapmayı başarmış üçüncü teknik adamdı.
O sezon menejerliği bırakıp yine bir ilke imza atarak futbol direktörlüğüne başladı. İşleri umduğu gibi gitmeyince soluğu Newcastle’da aldı. Liverpool ve Blackburn’den sonra Newcastle’daki istikrarlı istikrarsızlık pek de Dalglish’e göre değildi. 1999’da yine futbol direktörü olarak Celtic’in başına geçtiğinde John Barnes’ı takımın başına getirdi. Ama Barnes, Dalglish’in yüzünü kara çıkartınca hayatında şimdilik son kez olarak yine menejerliğe soyundu. Celtic’i kupa şampiyonluğuna taşıdıktan sonra görevden ayrılan Dalglish, o günden beri takım çalıştırmıyor. Göğüs kanseri olan eşiyle beraber, Ada’daki en büyük kanserle savaş derneği Marina Dalglish Foundation’ın başında çalışırken, her yıl bir sürü menejerlik teklifleri alıyor. Aynı saatte oynanmadıkça, Celtic ve Liverpool’un tüm maçlarına gidip her daim al yanaklarıyla bir türlü onun olduğu dönemdeki altın çağlarına dönemeyen takımlarını destekliyor. Son olarak, gelirini kanser hastalarına bağışlamak için düzenlediği 1986 FA Cup finali maçının tekrarında forma giydi, yine golünü attı, yine sadece ekseninde döndü ve ilk günkü gibi gülümsemekle yetindi.
Kendisini Liverpool tarihinin gelmiş geçmiş en büyük efsanesi olarak seçenlere “Bob Paisley ve Bill Shankley varken ben en fazla yardımcı antrenör olurum. Fowler ve Rush varken de belki yedek kulübesinde kendime yer bulabilirim” diyor. Son noktayı ise Bob Paisley koyuyor: “40 yıl boyunca Liverpool’da çalıştım, hem insan hem de futbol adamı olarak Kenny Dalglish gibisini asla görmedim. O öyle bir yıldızdır ki Dalglish parladığında, tüm Liverpool aydınlanır, futbol ışıl ışıl bir cennete dönüşür”
11 yorum:
tabi şimdi duygusal bir olay ama bu durumda ne yapabilir ki kendisi. çok fazla şey beklememeli kendisinden. sonra şu da var. futbolcuyken efsane, menajer- futbolcuyken efsane, menajerken efsane. ama enkaz devralıyor ve bildiğim kadarıyla çok uzun zanamndır antrenörlük yapmıyor. işler daha da kötü giderse nahoş bir durum olur. pazar liverpool. m.united maçı var değil mi. manchester kazanacaktır.
ligde birşey olmaz ama belki yeniden bir uefa kupası kazandırır liverpoola
Haberi duyduğum zaman bu yazıyı yeniden yazacağını biliyordum. İyi ki yazdın, ben de yeniden okudum
yarınki maçı bu yazınızdan sonra daha bir bilinçli izleyeceğim.cantona kollektifi ile birlikte izlemek daha hoş olurdu.ne çareki ankaradayım ve eşim beyin ameliyatı geçirdi.gönüller bir olsun.bence her futbol adamı 2.lig takımlarında yer almalı ya da yurt dışında başka ülkelerde takımların başına gelmekten korkmamlı.mustafa denizli,rasim kara,sivsın eski antrönörü şu anda güney afrikada görevli ve tabii hocaların hası
bielsa ve şenol güneş ve adını unuttuğum niceleri gibi bu tür deneyimlerden korkmamalı...kalın sağlıcakla ve futbolla..maintagase
del salud y futboll.....
teknigi-taktigi-zamanlamayi en ufak umursamiyorum! kral geri dondu daha ne olsun! mukemmel yazi...
dalglish liverpool da okuduğumda ilk aklıma ali ece geldi. :)
Üstad kalemine sağlık.Çocukluk kahramınım hikayesini birkez daha okumak beni çok mutlu etti.Bu kötü takıma yeniden ruh kazandırmak çok zor.Tek isteğim UEFA kupasında Liverpool ile Beşiktaşımızın eşleşmesi dünya gözüyle Dalglish!i görmek, buda UEFA finali olursa süper olur.
Bu arada istinye park'taki PUNTO da yemek davetim hala geçerli, yolunuz düşerse mutlaka bekliyorum..SAYGILAR.BEDRİ GÜVEN
emeğine sağlık çok basarılı bi yazı olmus yasadım resmen okurken..
ManU'yu destekleyen biri olarak Dalglish'li Liverpool'un başarılı olmasını istiyorum. Benitez zamanında istemiyordum, Hodgson zamanında istemiyordum ama şimdi istiyorum. Dalglish gittiğinde yine istemeyeceğim. :p
Elinize sağlık çok güzel yazı olmuş. Hatta okurken film gibi geçti göz önümden :-) aslında bu yazıyı baz alarak iyi bir film de çekilir haa :-)
yazı için sonsuz teşekkürler ali abi. sayende harika bilgiler elde ediyoruz. bizim için bulunma bir nimetsin. artk kenny dalglish'i farklı bir gözle seyredeceğim
sen yazınca dalglish'in kim olduğunu ve değerini anlıyor insan. neden bu kadar hayran olduğunu da. cruyff'un yanına birini daha ekledik sayende. ellerine sağlık...
Yorum Gönder