31 Ocak 2011 Pazartesi

(Öyle sinirliyim ki aklıma geldin) ROY KEANE

90’ların, 2000’lerin sahte peygamberlerle dolu yarı gerçek yarı simülasyon endüstriyel futbolun bir avuç sahici karakterinden birisi değil sadece… Avrupa’nın zencisi İrlanda’nın en İrlandalısı, en zencisi…
“Korkusuzluk en büyük mutluluktur” şiarıyla filtresiz, dibine kadar içilen sert bir sigara gibi yaşanan; icabında doğru yoldan gitmek uğruna ters yoldan son sürat süren bir hayat… Fazlasıyla bir rollercoaster’ı andıran 21. yüzyıl yaşamında, en yukarı çıktığında da en aşağı düştüğünde, o bir kerelik yaşamda sahici bir yıldız futbolcu olmanın insana bahşedilmiş en büyük mucizelerden birinin olduğunu en güzel hisseden adam… Futbolcu olmasa en az futbolculuğu ya da teknik direktörlüğü kadar harika bir yazar olabileceğini kanıtladığı biyografisinde en içten şekilde itiraf ettiği gibi: “Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum: Dünyanın en şanslı insanlarından birisiyim”
Manchester United’la 7 Lig, 4 FA Cup, 4 Charity Shield (geliri bizdekinin aksine büyüklere değil küçük takımlara ve ihtiyacı olanlara dağıtılan bir nevi Süper Kupa), 1 Şampiyonlar Ligi, 1 Kıtalararası Şampiyona Kupası; toplamda 12 sezonda 17 kupa… Celtic’te bir sezonda hem lig hem de federasyon kupası şampiyonluğu… İstatistiklere bakarsak Keano yerden göğe kadar haklı, o dünyanın en şanslı insanlarından birisi… Ama bence ondan çok daha şanslı olanlar başta Kırmızı Şeytanlar ve taraftarları olmak üzere, onun saha içi ve dışındaki her anına şahit olan biz futbol müptelalarıyız… Öyle şanslıyız ki 35 yaşında futbolu bıraktığı için bizi üzen hatta kızdıran bu hep kafasının dikine giden ve her seferinde de kendi stilinden en ufak bile taviz vermeden haklı çıkan adam, teknik direktörlüğünün ilk sezonunda futbolculuğu kadar büyük bir efsaneye imza attı: İlk 4 maç sonunda 0 puan ile Championship’in dibine demir atmış, herkesin en büyük küme düşme adayı olarak gösterdiği Sunderland’i neredeyse olmayan bir bütçeyle şampiyon yapmayı başardı.
1971 yılında Cork’ta yazılmaya başlanan efsane, ilk olarak 2 yıl üst üste o zamanlar Liverpool ve Manchester United’ın en büyük rakibi olan Nottingham Forest forması ile 1991 ve 1992’de üst üste 2 sezon kupayı finalde kaybedip hırsından gözleri kan çanağına dönmüş biçimde soyunma odasının duvarlarını tekmelerken biz futbol dilencilerine kendisini keşfettirdi. Biri FA diğeri Lig kupası olan her iki finalde de sahada basmadık yer bırakmamış, bastığı her rakibine sonunda ölümü göze alıyormuş gibi müdahale etmiş, her pası Dünya Kupası Finali’nde sonucu belirleyecek penaltıyı atıyormuşçasına dikkatli ve isabetli vermiş, her iki maçta da sahanın tartışmasız en iyisi olmuştu. Ama takım arkadaşlarında ne ondaki ruh vardı, ne de dâhiyane teknik direktör Brian Clough’ın onun parlaklığında yıldızları alacak parası… Ağlaya ağlaya ayrılacaktı çok sevdiği Nottingham’dan…


Belki o gün Keano, Manchester Havalimanı’na giden uçağa son anda binmekten vazgeçse bugün Robin Hood’un takımı olan bir zamanların Avrupa Kralı Nottingham Forest, İngiltere’nin alt liglerinde cadı kazanından beter play-off’larda sürünüyor olmayacaktı. Daha da önemlisi, bugün bu satırlar yazıldığında Manchester United hâlâ 1980’lerdeki gibi Gençlerbirliği ayarı baş altı bir takım olmaya devam edecekti. Alex Ferguson’un da pekâlâ itiraf ettiği gibi Keane o sezon Manchester United’a transfer olmasaydı belki de Alex Ferguson bir efsane değil, en fazla Wenger kadar önemli ve başarılı olacaktı!

2007 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Manchester United’ın kadrosu yıllardır ilk defa bu kadar iyiyken, kadrosu ilk defa kendi standartlarına göre bu kadar sıradan olan Milan’a 3-0 ile boyun eğmek zorunda kalması Ada’da tüm saygın futbol yorumcularının dile getirdiği gibi sadece Keano’nun eksikliği ile açıklanabilir. Çünkü Keano, 90 dakika, 120 dakika boyunca hatta günün 24 saati Keano’dur ve başta futbol olmak üzere hayatın birçok dakikasının içinde bir yaşam kadar önemli öylesine büyülü anlar vardır ki orada sadece Roy Keane gibiler vardır ve o yüzden Roy Keane’lerdir… Ama futbol dünyasında Manchester Utd’lıların Roy’la soyadı benzerliğinden başka hiçbir kan ya da ruhsallık bağı olmayan Robbie Keane’e nazire yaparcasına hep bir ağızdan bağırdıkları gibi: “Sadece bir Keano var!”

1989 yılında işte öyle bir gün, öyle kısa bir anda, Nottingham futbolcu izleme komitesi Roy Keane’in forma giydiği amatör İrlanda takımı Ramblers’ın 4-0 kaybettiği finalde kazanan takımda golleri atanları değil kaybeden takımda sinirden deli gibi ağlayan çocukla geri döneceklerdir. 1993’te Nottingham küme düştüğünde yine o deli gözlerden boşalan sinir yumağı yaşların gölgesinde Blackburn ve Manchester Utd büyük bir savaşa başlar. Hâlbuki sabun köpüğü medyaya göre iki takımın yöneticileri de ne yaptıklarından habersiz birbirlerini yemektedirler. “Henüz 22 yaşında iflah olmaz bir sinir hastasını, uyumsuz, sosyopat hatta psikopat kişilikli” olarak tanımladıkları Keano’nun o zamanın transfer rekoruyla Avrupa’da başarı hedefleyen bu iki büyük takımdan birine transfer olmasını yakıştırmazlar. Nottingham tarafından denendiği o kısa anda, yine orada her zaman olduğu gibi 100% kendisi olan Keano hemen İngiltere Milli Takımı’nın beyni Steve Hodge’un yerine takıma girer. Bu kez de Manchester’daki ilk antrenmandan sonra İngiltere Milli Takımı’nın yeni beyni Paul Ince’in yanında yerini alır. Daha ilk maçta Ince efsanesi gölgelenmeye başlar, önce Inter sonra Man Utd’ın ezeli rakibi Liverpool’un yolunu tutan Ince için Keano’nun başlangıcı onun sonunun başlangıcıdır. Ferguson’a göre asıl uyumsuzlar, sabahtan akşama kadar futbol yıldızlığının sadece sefasını süren eski oyunculardır. Asıl onlar psikopattır çünkü takımları yenilince değil ağlamak üzülmezler bile, sadece hesaplarına paraları yatmayınca şımarık çocuklar gibi mızmızlanırlar. Asıl böyle bir futbolcu topluluğuna isyan etmemek sosyopatlıktır. Roy Keane, yeni bir etik anlayışı, yeni bir rol modeli, yeni bir ethos’tur… Şimdi zaman altyapıdaki gençleri korkusuzca bu yeni anlayışa göre monte etme zamanıdır. Boyalı basın Ferguson’la dalgasını geçmektedir: “Bir psikopat ve bir sürü çoluk çocukla Mickey Mouse Kupası’nı bile kazanamayacak, işinden olacak bir deli!”

Ferguson da biraz delidir tıpkı Keano gibi, icabında en büyük sanal yıldızının kafasına koşmadığı için kramponunu fırlatır, icabında İngiltere Milli Takımı’nın sağbekini gözü kapalı kesip 18 yaşındaki çoluk çocuğu monte eder. Erasmus’u haklı çıkarırcasına haklı çıkar Ferguson ve Keano: Deliler, deli olmayanlardan çok daha mutlu ve başarılıdırlar. En önemlisi de böyle delicesine bir korkusuzluk en büyük mutluluktur. Manchester United kariyerinde toplam 11 kırmızı kart görerek kırılması çok zor bir rekora imzasını atacak, daha 2. sezonunda kendisine arkadan tekme atan Southgate’in “Aynı mesleği yapıyoruz” diyerek suratına kameraların önünde tüküren Keano, Ferguson’un her zaman sahadaki eli, gözü, ruhu, her şeyi olacaktır.
1997’de Cantona futbolu bıraktığında aynı boyalı basın tarafından artık tükeneceğine kesin gözüyle bakılan Kırmızı Şeytanlar’da “o psikopat”ı hiç düşünmeden kaptan yapar Ferguson. O sezon Leeds’li Haaland bir türlü baş edemediği Keano’ya öyle bir tekme atar ki Keano o sezon neredeyse hiç forma giyemez. Çocukları ve karısı gözyaşlarını görmesin diye kafasına kadar yorganını örttüğü yatakta geçirmek zorunda kaldığı tüm o anlarda tek bir şeyi kafasına koyar: Kendisine böylesine sert giren, en kötü şekilde sakatlayan, bir de kart görmesin diye “Kalk yerden, numara yapma!” diye bağıran Norveçli’ye gününü gösterecektir. Tam 3 yıl sonra nihayet yeniden karşısına çıkan Haaland’a herkese göstere göstere yapılabilecek en sert müdaheleyi yapar ve hakeme bağırır: “Bilerek vurdum, ben vurdum, Roy Keane, kırmızı göster bana hemen!” Daha sonra otobiyografisinde de bunu açıkça itiraf eder; aldığı para cezaları, oynamama cezaları hiç umurunda değildir… Çünkü Haaland’ın vurduğu yer futbolu bırakana kadar top ayağına her geldiğinde ölümüne acır. Haaland ise futbolu Keano’nun vurduğu bacağından değil, diğer bacağından geçirdiği ameliyat yüzünden bırakmak zorunda kalır.
1999’da Manchester United’ın Lig Şampiyonluğu, FA Cup ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğunu kazandığı “üçleme” sezonundaki performansını kelimelere dökebilmek için İslam Çupi bile olmak yetmez sanırım. Sadece final maçında oynamamayı, koskoca bir kaptan olarak hâlâ o ilk günkü gibi bir köşede ağlayarak finali seyretmeyi göze alması, takımının finale kalması için kendini feda etmesi yeter de artar bile…
Sahada verdiği mücadele, emek ve sanatını en güzel şekilde harmanlaması, kaptan olmaktan da kahraman olmaktan da daha önemlidir onun için. Gözünü kapar ve bir önceki sezonun başarıları ile yetinen ve maçlar esnasında sandviç yiyerek adeta tiyatro izler gibi mücadeleyi izleyen taraftarlara saydırır: “Old Trafford’a gelen birçok insan sadece yiyip içip tıkınıyor. Birçoğu futbolun F’sinden bile anlamıyor” Buna rağmen 2000 yılında hem spor yazarları hem de Manchester United taraftarları tarafından yılın futbolcusu seçilir.
2001-02 sezonunda sıra takım arkadaşlarına gelir: “Bu geçmişin başarıları ile çoktan doymuş bir avuç ruhsuz herif, rolex saatleri ve son model arabaları yerine Manchester United formasını giymenin parayla ölçülemez tarifsizliğini, paha biçilmezliğini biraz hissetselerdi bu sezonu elimiz boş bitirmezdik” Açıkça kastettiği İngiliz Milli oyuncular Nicky Butt ve Wes Brown ağızlarını açıp bir satır bile cevap veremezler. Ferguson’a göre Keano çizmeyi aşsa da yerden göğe kadar haklıdır.
Ama asıl efsane filmin en çarpıcı sahnesi o yaz, 2002 Dünya Kupası’nda İrlanda Milli Takımı kampında yaşanır. Sponsorluk anlaşmaları için amatör takımların çalıştığı yerde çalışmak zorunda kalan takımın kaptanı önce federasyona fena giydirir: “Kendi ceplerine hiç çalışmadan 3-5 kuruş fazla doldurmak için bizi buraya mahkûm edenler ve buna göz yumanlar İrlanda halkına ihanet ediyorlar!” İlk günden itibaren dünyanın en çok kazanan oyuncularından birisi olan Roy için milli takım hayat memat meselesi değil her şeyden çok daha önemlidir. 1994 Dünya Kupası’nda icabında 1990’da İrlanda’yı ilk kez Dünya Kupası Finalleri’ne hatta çeyrek finale kadar taşıyan Jacky Charlton’a bile açıkça fikrini beyan etmiştir: “Evet, kâğıt üstünde büyük başarı. Ama eğer korkmasaydık, kupayı bile kazanırdık, üstelik biraz da top oynamış olurduk!”
2002 yazında Keano’nun karşısında teknik direktör Mick McCarthy değil, Charlton, Ferguson, Capello hatta George Best bile olsaydı o yine aynı şeyi yapardı. Saipan’daki kampı terk eder, antrenörüne kupayı münasip bir tarafına sokmasını söyler, arkasını bile dönmeden çıkıp giderdi. Belki, kim bilir yine evinde kafasını yorganın altına sokar, maçları televizyondan seyrederken her zamanki çocuk saflığıyla gözleri kan çanağına dönene kadar ağlardı. Keane’e göre onun oynadığı milli takım, Avrupa’nın zencileri kupada şampiyon olmak için hazırlanmalıydı, 1-2 tur geçip sponsorlarına para kazandırmak için değil. Önce kampı terk etti. Sonra McCarthy ve yöneticiler Keano’yu en zayıf yerinden vurarak, İrlanda tarihinden yola çıkıp duygu sömürüsü yaparak geri döndürdüler ve asla tutmayacakları sözler verdiler.


Döndüğü gün aynı tas aynı hamamdı. Keano, McCarthy’nin yanına koştu ve en tarihi müdahalesini yaptı: “Mick, sen adi bir yalancısın… Karaktersiz kuklanın tekisin… Futbolculuğun da beş para etmezdi… Korkağın tekiydin… Antrenörlüğün de beş para etmez… İnsan olarak hiç para etmezsin… Al Dünya Kupası’nı münasip bir tarafına sok! Bugüne kadar sana katlandıysam sadece ülkemin, İrlanda’nın teknik direktörü olduğun içindi. Ben sana değil, ülkemin antrenörüne saygı gösterdim… İnşallah cehennemde çürürsün!”
O gün İrlanda tam ortadan ikiye bölündü. Bu kez Kuzey ve Serbest olarak değil. Keano’cular ve McCarthy’ciler olarak. Keane’in doğduğu yer Cork’ta neredeyse herkes Keane yüzlü İrlanda tişörtleri giydi. Dünya Kupası maçları esnasında tek bir televizyon bile açılmadı. Keano, İrlanda Kurtuluş Savaşı’nın en büyük kahramanı
Michael Collins’leştirildi. Canlı yayına çıkan bir tarih profesörü Keano’nun Collins gibi kendi halkı için yaralanırken kendi halkının ihanetine uğradığını söyledi. İrlanda 2. turda uzatmalarda 10 kişi oynayan İspanya karşısında McCarthy tarafından savunmaya çekildi. Penaltılarda Keano’nun ahı tuttu. Hâlbuki çok rahat sadece fiziklerini kullanarak çeyrek finalde Güney Kore’yi de eleyip en kötü Türkiye ile 3.-4.’lük maçına çıkabilirlerdi. Yarı finaldeki muhtemel rakipleri Almanya’ya grup maçında yenilmemişlerdi zaten. Tüm bunlar Keano’suz senaryolardı. Ya bir de Keano olsaydı?
Bu olaydan sonra İrlanda’nın en ünlü dört müzikal yazarı bir araya gelip “Ben, Keano” adlı bir müzikal yazdılar. Keano, eski Roma’da savaşa hazırlanan bir komutan olarak canlandırıldı. Ama oyunda da General Macartacus, ülkesini satarak Keano’nun savaşmasına engel oluyordu. Keano’yu satan ve McCarthy’nin yanında saf tutan diğer kaptan Niall Quinn ise İngiltere Kraliçesi ve onun İrlanda halkını uyutmak için kullandığı ünlü bira markası Guinnes isminden türetilen Quinnes adıyla hicvedildi.
Daha sonra Colin Teevan adlı yazar Troya Savaşı’nda Achilles ve Kral Agamemnon’un arasında yaşananlarla paralellik kurarak “Roykeanad” adlı bir senaryo yazdı. Sarhoş İrlandalı karakterler tarafından seslendirilen oyunda Keano ve McCarthy bir kez daha hicvedildi. Modern Ada müziğinin en önemli ismi Morrissey’in ona adadığı “Roy’s Keen” şarkısı radyolarda en çok istek alan şarkı oldu.
Keano, kendisini McCarthy ile aynı kefeye koyanlara en doğrudan cevabını yine sahada verdi. Dünya Kupası’nda McCarthy’nin kendisinin yerine oynattığı ve McCarthy’nin ispiyoncusu olarak suçladığı Jason McAteer’e ligin ilk haftalarında öylesine bir dirsek attı ki tüm McCarthy’ciler fazlasıyla suratlarında hissettiler. Zaten Haaland’ın yol açtığı müzmin sakatlıktan bir kez daha ameliyat olacağı için 3 maç Manchester United forması giyemeyecekti.

İyileşir iyileşmez, 2000’li yıllar boyunca karşılaştıkları tüm maçlarda ölümüne mücadeleye giriştiği Vieira’ya ilk “dersini” verdi. Daha sonra 2005 yılında takım arkadaşı Gary Neville’e “dayılanma” hatasına düşen Senegal asıllı Fransız siyahî oyuncuya asıl dersini verdi. Kameraların önünde avazı çıktığı kadar “Adam olsan seni köleleştiren, dışlayan Fransızlar için değil, kendi ülken Senegal için oynarsın” diye bağırdı. Aklı hâlâ Dünya Kupası’nda kalmıştı… Nihayet McCarthy üst üste alınan kötü sonuçlardan sonra kovuldu ve Keano Milli Takım’a geri döndü.
Herkes artık yaşlandığını, Haaland’ın yol açtığı sakatlığın ona yaşlandıkça daha da fazla acı verdiğini ve bunun da sinirlerini onulmaz ölçüde bozduğunu söylüyordu. Ama o hâlâ mevkisinin en iyisiydi. 10 yıldır olduğu gibi yine Juventus’u, Real Madrid’i reddetti. 2004’te futbol yaşamını sürdürürken Hall of Fame’e adı yazılan ender oyunculardan birisi oldu. Pele’ye göre gelmiş geçmiş en iyi 100 futbolcudan birisiydi. Capello’ya göre “Bir Roy Keane, başlı başına bir orta saha” demekti. Onun için yapılacak 2 şey vardı: Birincisi her zaman olduğu gibi yine sadece kendisi olmaya devam etmek, diğeri de mutlaka bir gün küçükken uyumadan önce ettiği dualardaki gibi Celtic formasını giymek.
Önce kendisi olmaya devam etti. 2005 Kasımı’nda sezon öncesi sponsorlar istediği için Portekiz’de yapılan hazırlık kampını eleştirdi. O sezon Middlesbrough’a 4-1 yenildikleri maçtan hemen sonra Manchester United TV’ye çıktı, gözünü yumdu, ağzını açtı ve son bir kez Kırmızı Şeytan olarak kendisi oldu: “Bugün bu formayı giyme şansını bulan birçok sözde futbolcu bunun ne kadar da harika bir şey olduğunu ve yerlerinde olmak isteyen milyonlarca taraftara karşı sorumluluklarını yerine getirmek zorunda olduklarını farkında değiller. Bunu göremiyorlar, bunu onların yüzüne söylemeyeceğim çünkü son model arabaları, evleri ve tüm o lüks gözlerini kör etmiş. Bu takımda oynama şansını bulmak asla parayla ölçülemeyecek kadar pahalı bir şey!”
Bu kez sadece İrlanda değil, İngiltere de ikiye bölündü. Bazılarına göre “bu deli” iyice çizmeyi aşmıştı. Birçoğuna göreyse yerden göğe kadar haklıydı, o gerçek bir kahramandı. Ferguson onu kaptanlıktan almadı, kendisine yakışır, Keane’in hatalarıyla sevaplarıyla tüm mirasını yücelten bir çözüm buldu: “O benim veliahtım. Benim yerime geçecek. Ama önce artık son rüyasını da gerçekleştirmeli. Ne mutlu Celtic’e de, Keano’ya da”

2005-06 sezonu sonunda, Ada’da bir jübile maçında en fazla seyirci rekorunun (69.591 kişi) kırıldığı Manchester United-Celtic maçının bir devresinde bir aşkının diğerinde diğerinin formasını giydiği karşılaşmada oyunculuğa veda edene kadar bu kez Celtic’i başarıdan başarıya koşturdu. Maçın gelirinin büyük bölümünü körlere bağışlayan Keano, Ferguson’un ona çizdiği hedef uyarınca Sunderland’in başına geçti.

İşin garibi, Sunderland’in başkanı 2002 yazında McCarthy’ye destek veren Niall Quinn’di. Quinn, 4 maç sonunda 0 puanla ligin dibine demir atan Sunderland’in başına dünya çapında bir teknik adam getirileceğini açıkladığında kimsenin aklının ucundan bile Keano geçmemişti. Keane, özyaşamöyküsünde Quinn’i “kukla” olarak nitelemiş. Quinn ise kendi biyografisinde Keano’yu “bölücülük”le suçlamıştı. Ama birden, tarihsel bir hatadan dönülerek kader birliği yapıldı. Daha da garip bir gerçek, Ada’nın köklü takımlarından Sunderland 1. Lig’den McCarthy yönetiminde düşmüştü. Sunderland, kesinlikle 3. lige düşmemeliydi. Ama Keano’nun hedefi bambaşkaydı. Artık daha da korkusuzdu çünkü ne Haaland’ın yol açtığı, hayatını karartan sakatlık vardı ne de endüstriyel futbolun sahte yıldızları şımarık paragöz eski takım arkadaşları. Keano, Quinn’e “Şunu şunu alalım” demedi hiç. Quinn bütçeyi söyledi, Keano da ona uygun olarak birçoğu İrlandalı ümit vaat eden yıldızlar olmak üzere pek de ünlü olmayan oyuncular transfer etti. Keane’den önce 4 maçta 0 puanla sonuncu olan Sunderland sezon sonunda şampiyon olarak ait olduğu yere dönecekti. Üstelik Keano’ya bir haller olmuştu! Bu sezon Wolves’ın başında olan McCarthy’nin maçtan önce yanına gitmiş, ona sarılmış, “Bu kadar az bütçeyle bu takımı yarattığın için tebrik ederim” diyerek eski azılı düşmanının elini sıkmıştı. Sezon bittiğinde yaptığı “Dilerim Wolves da 1. lig’e çıkar” açıklamasıyla adeta manevi babası olan Ferguson’a göz kırpıyordu. Aynı sezonda Ferguson da, Keano da şampiyon olmuşlardı. Ve en garibi bir dahaki sezon rakip olacaklardı! Sonraki sezonlar da halef-selef olmaları ise bu gece güneşin batacağı kadar aşikâr. Çünkü nasıl bir Ferguson varsa, sadece bir Keano var! Ipswich-Sunderland'e sığmayacak kadar büyük!

13 yorum:

Adsız dedi ki...

demek bu şöleni hazırlıyormuşsunuz bunca zamandır....beklemeye değdi doğrusu....

Baran dedi ki...

okumayı bitirince "üşüyoruz keane reyis" demekten başka bir seçenek bırakmayan harika bir yazı, elinize sağlık...

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali Ece;
Yazılarınızı bir beşiktaş sevdalısı olarak çok severek okuyorum.Yine harika bir yazı yazmışsınız.Hep böyle kalmanız dileğiyle

eldazer dedi ki...

Ben de Alex Ferguson'dan sonra o koltuğa oturmaya hangi deli cesaret edecek diye merak ediyordum. cevap için teşekkürler.

Adsız dedi ki...

Şahane bir yazı olmuş. Biraz daha satır boşlukları kullansanız daha az yorularak ve daha şevkle okuruz. Bunu eleştiri değil rica olarak dikkate alın. Saygılarımla.

Ali Ece dedi ki...

Adsız Bey,
yerden göğe kadar haklısınız

Homidi Gırtlak dedi ki...

Diger yazilariniz gibi cok guzel ve akici bir yazi olmus. Bir sorum olacak yalniz, bu Haaland'la Keane'nin karsilikli i pozisyonunu izledim keane'nin sakatlandigi pozisyonda Haaland'in bir tekmesini goremedim, ancak tabi ki izledigim videolarin hepsinde pozisyonu sadece uzaktan gorebildim. Daha sonra internette biraz daha arastirdim ve okudugum yazilarda o pozisyonda Keane'nin mac boyunca kendisiyle ugrasan ve kizdirmaya calisan, Haaland'a faul yapmaya calisirken kendini sakatladigini okudum hep. Hatta pozisyonda Keane'in sari kart gordugu yaziyor. Keane oc alma sebebi olarak ise Haaland'in gelip numara yapma kalk gibilerinden seyler soylemesi olarak yazilmis. Ancak dedigim gibi yazilara da tam guvenemedim o yuzden size de sormak istedim.

Adsız dedi ki...

Sanirim menajerlik kariyeri futbolculugu kadar basarili olmayacak. Ferguson'un yerine gecme ihtimalini zayif goruyorum.

Bir de Sunderland'e kendi memleketi Irlanda'dan oyuncular getirmesini acaba (Hagi Galatasaray'a Romanya'dan oyuncu getirdiginde bazilarinin yaptigi gibi) "vizyonsuzluk" olarak degerlendirenler olmus mudur diye merak ettim :)

merkezekrem dedi ki...

Çok güzel yazmışsın, az kaldı sevicektim herifi :D

cdtylmz dedi ki...

Her ne kadar agresif yapisi seyirciler tarafindan itici olarak gozukse de sizin de bahsettiginiz Senegal asilli oyuncuya soylediklerinden sonra en az bir Cantona bir George Best bir Maradona kadar gonlumde taht kurmus insandir. Yaziniz mukemmel.

Semih Yemisci dedi ki...

Ali Abi merhaba, yazı süper olmuş,gönlüne kalemine sağlık. Abi bizim site olarak (manutdturkiye.com) senden bir ricamız var,daha önceden kendi çapımızda e-dergi çıkarıyorduk, yine bu ay bir sayı çıkarmayı planlıyoruz. iznin olursa senin yazılarından bir tanesini,hatta liverpool-manutd üzerine yazdığın yazıyı da dergimizde kullanmak istiyoruz senin adını ve blog sayfanı kaynak göstererek... tabi ki iznin olursa... olmaz dersende canın sağolsun abim, bize desteklerini unutmıcaz :)

armut dedi ki...

ben gider kasımpaşa kombinesi alırım ali abi. nevizadeden sallana sallana iner keano'yu izlemeye giderim..

Unknown dedi ki...

Müthiş bir yazı olmuş. Elinize sağlık :)