Her şey ne de güzel başlamıştı… Babam “Yusuf Tunaoğlu”, dedem “George Best” demişti… Ben küçüktüm, daha önce hiç Sergen gibisini görmemiştim, onu bilirdim… Rıdvan vardı tabii ki… Tanju’yu da görmüştüm. Ama Sergen, Beşiktaşlı’ydı! Ancak bizimkilere Allah söyletmiş! “Servetimin büyük bir kısmını kadınlar ve içkiye yatırdım, geri kalanını da çarçur ettim” diyen George Best, yeteneklerini çarçur etme bağlamında Sergen’in yanında en fazla Metin Tekin’miş aslında! Ne de güzeldi o sol ayak! O zamanlar çekirdek yemezdi Sergen, hatta inanmayacaksınız ama bir zamanlar Giggs kadar hızlı, Fabregas kadar zayıftı; belki Mesut Özil bile onun kadar tanrısal bir teknikle bahşedilmemişti… Futbol tanrıları, ona her şeyi vermişti ama en güzel eserini yapmak için uğraşırken tabloyu uzun yıllar aynı kalitede koruyacak cilayı çekmeyi unutan ressam gibi o eşsiz yeteneği nasıl kullanması gerektiğine dair ipucunu Sergen’den esirgemişti…Bu yüzden hep kendini aradı Sergen… Beşiktaş altyapısının Türkiye’nin Ajax’ı olduğu günlerde Serpil Hamdi Tüzün’ün özene bezene işlediği bir futbol cevheriydi… İşin aslı efsanevi hocanın kendisinin de itiraf ettiği gibi Sergen’in olağanüstü futbol yeteneklerini keşfetmek için Serpil Hamdi Tüzün olmaya gerek yoktu, onun oynadığı herhangi bir sahanın yanından geçen herhangi birisi bile Sergen’in bu topraklara 100 yılda bir gelecek kalibrede bir futbol elması olduğunu fark edebilirdi.
Elmas günışığına çıktığında, yavru önce annesine baktı, “Ben bu anneye göre fazla mı güzelim?” diye en baştan tereddüt etti. İlk doğduğunda Sergen, annemizin ligine göre çok ama çok güzeldi belki ama o futbol güzelliğine layık olan yerin burası olmadığı aşikârdı… Ne de olsa yıllar sonra Serpil Hamdi Tüzün hocanın bana gösterdiği defterde Sergen daha A takımla hiç sahaya çıkmadan önce o duran ya da durmayan toplardan birbirinden jenerik gollerin hepsini kafasında atmıştı. Ölümsüz özkaynak devrimcisinden öğrendiği sibernetik tekniğiyle ileride yapabileceği her şeyi o üzerinde “Ali Rıza Sergen Yalçın” yazan kareli defterdeki çocuksu çizimlerde herkesten önce başarmıştı bile! O Liverpool’da Fowler’a asist yapmalı, Barcelona’da Guardiola topu kaptığında oyunu kurması için o binlerce maçın kaderini tek başına değiştirecek kudretteki sol ayağa vermeliydi, Cantona golünü attığında ilk sarıldığı kişi kendisine ortayı yapan Sergen olmalıydı; ara sıra Maldini’den savunmaya yardım etmediği için fırça yemeli ama yine de Sacchi’nin kadroyu kurarken kağıda adını yazdığı ilk isim olmalıydı…
Olmadı, olamadı… Onu büyüten, yetiştiren ülke, “o ülkeler” gibi değildi. Kendi köşesini yazıp gazetenin kalanında ne yazdığını önemsemeyen gazeteci, suçluyu yakalayıp gerekli merciye teslim ettikten sonra salıverilmesine isyan etmeyen polis memuru, hükümet olup derin devlet karşısında iktidar olamayan başbakanlar gibi yeteneğinin ona emrettiğini yapmadı, kendince görevini yapıp gözlerini yumdu.
Görevi, şimdilerde Alex ve Mesut Özil’in yaptığı gibi, maçın büyük kısmında düşük tempoda fırsat kollayıp iş başa düştüğünde ayağına gelen futbol topunu büyücülerin sihirli küresine dönüştürmekti. Mick Jagger bile ısrarla “Her zaman her istediğin olmaz” diye haykırsa da Sergen’in o 40 yılda bir bu ülke topraklarından fışkıran yeteneğiyle Kara Kartal’ı güneşin bile yukarısına uçurup sonradan Hagi’nin yapacağını önceden yapıp bize göreceğimiz en güzel futbol rüyasını gördürtmesini istedik. Sonra da Türk futbolunun eşsiz yeteneği “Beşiktaşlı Sergen” olarak ver elini Liverpool, Barcelona, Milan…
Çoğunuza göstermedi ama inanın Beşiktaş’ın ilk yıllarında salt yetenek açısından Sergen’in Hagi’den hiçbir eksiği yoktu… Ama olmadı işte… O zamanların en güzel volelerini atan adam da hepimiz gibi “Televole” oldu! Biz çocuktuk o zaman, anlayamazdık. Hani, koluna Hülya Avşar’ı, Monica Bellucci’yi taksa yine anlardık biraz, böylesine devasa bir futbol yeteneğinin yanında o kepçe kulaklar o kadar da küçük kalırdı ki! Hadi diyelim ki Tanju gibi eşsiz bir yeteneği kadınların kollarında çar çur etmemeye yemin etmişti. Ama bu toprakların en harcanmış futbol sanatçısı Rıdvan Abi’si hiç mi o Mister Spack kulaklarını çekmemişti? Neydi Sergen’in bu at aşkı? O zamanlar günümüz Türkiye’sinin tek gerçek muhalefeti olarak Tayip Erdoğan’ı sırtından atan Cihan isimli at da daha ortalarda yoktu! Ancak, yaşımız kemale erip Dostoyevski’nin Sergen’den bile büyük bir kumarbaz olduğunu öğrendiğimizde anladık Sergen’i… Bu öyle bir tutkuydu ki Fowler ile McManaman’ın bile atları vardı, Sergen’in onlardan tek eksiği Türk olması mıydı yani?
Sadece Beşiktaş’taki ilk beş sezonu bile efsane olmasına yeter de artardı. Önceleri Gordon Milne 4-4-2’sinde sol açık, sonra da Daum 3-5-2’sinde forvet arkası serbest adam olarak o yıllarda Türkiye sınırlarında futbol sanatının en görkemli yapıtlarına imza atacaktı. Milne bile disipline edemezdi Sergen’i… Zaten o zamanlar Türkiye’de hiçbir futbolcuyla değil sadece Syd Barrett’ın müziğe olan yeteneğiyle karşılaştırılabilirdi 20 yaşındaki Sergen’in futbol dehası. Daum haklıydı, Sergen de Syd Barrett gibi ne kadar serbest bırakılırsa o kadar Sergen olabilirdi. En sevdiğimiz Rolling Stones şarkısındaki “Yakut Salı”ydı Sergen. Ona neden bu kadar özgür olması gerektiğini boşuna soruyorduk, onun için özgür olmak, var olmakla eş anlamlıydı. Hiç büyümeyen ve hep özgür kalan çocuklar gibi canı ne isterse onu yaptı… “Avrupa’da oynamak isteseydim oynarım” diyecek, canı istediğinde de bir Chelsea deplasmanında olduğu gibi Avrupa’daki bir sürü paha biçilmez 10 numaraya pabucunu ters giydirecekti. Bir gün yine o şarkıdaki gibi gitti ansızın… Her yeni bir gün biraz daha değişirken, biz onu daha da fazla özleyecektik. Bu kadarı bile İnönü’de futbol cennetiydi, 1991-96 yılları arasında 136 maç orta sahada oynayıp 67 gol atmıştı. Gollerin sayısı, atılış biçimleri ve vuruş anlarındaki zekâ ve estetiğin yıllar sonra bir araya gelen âşıkların kimseninkine benzemeyen sevişmelerinin yanında sadece küçük bir ayrıntıydı. Biz, futbol kurallarının değiştirilip Sergen’in sadece frikik atması için ölene kadar Beşiktaş’ta oynayacağının hayallerini kurarken, kaynağı Haliç sularından bile bulanık olan bir adamın parası onu bizden çalıp Siirt’e kaçırmıştı! Üstelik Siirt’te hipodrom da yoktu!İstanbulspor’a gelişini de çocuk aklımızla hipodroma bağlayacaktık. O zamanlar bilmiyorduk ki çalıntı da olsa para her şeyi satın alabilirdi. Sergen onların kafalarında tıpkı aynı adamın televizyonu, gazetesi, partisi gibi sadece bir reyting makinesiydi. Tabii ki o futbol yeteneği hiçbir reytinge de sığamaz, beşinci sınıf Berlusconi taklidine yar olamazdı. Sadece 16 maç oynamasına rağmen birbirinden klas 14 gole imza atmış, yeteneğinin ölümsüzlüğünü cümle âleme göstermişti.
Ama keşke Cem Uzan, hayalini kurduğu Törkiş Berlusconi olup Sergen’i İstanbulspor’da tutabilseydi! Sergen, sırtına ezeli rakibimizin sarı-lacivertli formasını geçirip gözümüzün içine baka baka “Ben zaten doğuştan Fenerliyim” demeseydi!
O masumiyetin aniden yitirilişinin acısıydı, tüm o koro halinde İnönü’den yükselen küfürler… En azından Barcelona’nın Figo’ya yaptığı gibi üstüne kesik domuz başı atmamıştık. Fenerbahçe yetmezmiş gibi Galatasaray’a imza atıp “Hep Galatasaray’da oynamak istemiştim” dediğinde, bir ara onu bile yapmayı düşündük ama belki de o günlerde bize Uranüs kadar uzak gözükse de bir gün yine başka formalarla yapamayıp İnönü’ye dönme ihtimalini saklı tuttuğumuz için yapmadık, ona değil bizimle olan hatıralarına kıyamadık…
Trabzon’a gittiğinde içten içe sevindik bile… Bizim için Trabzon teknik direktörlüğünden de ötede insanlığın yüzakı olan Şenol Güneş’ti. Biz şampiyon olamazsak, Trabzon olsundu; bir daha “Doğuştan Fenerliyim, Galatasaraylıyım” dediğini duyup ısrarla sevmeden yapamadığımız eski aşkımıza küfür etmek zorunda kalmamak yeter de artardı bize…
Sergen, sen belki farkında değildin ama öyle bir futbolcuydun ki kimseye yar olmadın, olamadın. O “Yakut Salı” gibi gittin, geldin; kimse seni anlatacak kelimeleri bulamadı. Ama bildiğim tek şey var ki o da nereden gidersen git, hep özlendin, kaybedilmiş olmanla isyan ettirdin. 2002 Dünya Kupası sırasında Yapı Kredi Yayınları’nın Futbol Yıldızları Sergisi’nde bile senin yüzünden yer yerinden oynadı. Serginin açılmasına saatler kala Galatasaray’dan Beşiktaş’a geri döndüğün açıklandığında, Galatasaraylı genel müdür sarı-kırmızı formalı maketini söktürmek için işçilerin hayatını kararttı. Ve sokak sergisini gezen herkes “Nasıl olur da Sergen olmaz?” diyerek hayatımızı cehenneme çevirdi. Ama hiç kimse de o sırada oynanan Dünya Kupası’nda senin neden böylesine sıra dışı yeteneklerine rağmen dünyaca ünlü olmadığın sorusunun asıl sorulması gereken olduğunu anlayamadı.
Sorunun cevabını bir tek sen biliyordun, ama her zamanki gibi çoğumuzdan akıllı olduğun için hiç kimseye söylemedin. Peki, söylesene Dünya Kupası dışında futbol kariyerleri sıradan kalan Schilacci’den, Rossi’den ne eksiğin vardı? En azından bir yazlığına, birkaç haftalığına canın isteseydi de o yeteneği tüm dünya görseydi, en azından o sol ayağınla birkaç frikik atsaydın, belki biz de Dünya Kupası 3.üncülüğü ile yetinmezdik, kim bilir?Ama sen “Erman Toroğlu bile bu ülkede para kazanıyorsa ben asla aç kalmam” derkenki gibi hep herkesten akıllıydın Sergen, zaten yıllarca herkesi senin yeteneğine ihanet eden bir aptal olduğuna inandırmandan belli değil miydi? Nasıl da canın istedi Beşiktaş’ın yüzüncü yılında? Nasıl da birden her şeyi unutturup İnönü’ye gelmiş geçmiş en güzel futbol rüyasına kaldığı yerden devam ettin… Nasıl oldu da Fatih Terim’lerin, Daum’ların, Mustafa Denizli’lerin başaramadığını Lucescu becerdi de seni öyle oynattı? Lucescu’nun onlardan çok fazla eksiği yoktu, tek fazlası sendin Sergen… O Sergen’i Sergen’i olarak kabul etmiş, senin futbol dehan karşısında egosunu daha da sıfırlamıştı. Her zamanki gibi sezon öncesi kampında sakattın, düzeldiğini söylediğinde de “yapar gibi yaptığın” antrenmanı başkası yapsa üçüncü ligde bile oynayamazdı, sen de biliyorsun!
Beşiktaş’ın yeni tesislerinde basket potaları yoktu, ama bir zamanlar o potalara sol ayağının içiyle soktuğun topu futbol gönlümüzün en güzel köşesine tam 90’dan öyle bir soktun ki Sergen, o andan itibaren Beşiktaş’tan ilk ayrılmandan sonra yaptıkların bir daha hiç hatırlanmamak üzere silindi gitti. O sol ayak, çocukluğumuzun yarıda kalan en güzel siyah-beyaz futbol masalına bizi yeniden bağlayan teknikolor rüya jeneratörü gibi devreye bir girdi, pir girdi. 100. yılda kaderin en anlamlı cilvesi olarak şampiyonluğu perçinleyen son dakika golünü Galatasaray’a attığında biz Önder Focan ustanın sana yazdığı, tersten okununca ölümsüz futbol yeteneğiyle eşanlamlı adına dönüşen “Negres”in en güzel solosunu bir kez daha dinledik. Evet kiloluydun, taraftarlar seni omuzlarına almaya çalışırken kan ter içinde kalıp sadece bel hizalarına kadar kaldırabildiklerinde bunu daha iyi görmüştük ama şarkıdaki gibi tersten bakınca ölün bile içimizde yıllardır can çekişen futbol delisi çocuğu sonsuza kadar diriltecek harika bir caz solosuydu.
Umurunda mıydı tüm bunlar? 2003 sonbaharında Abramoviç’in kaynağı belirsiz parasıyla yarattığı son model yıldızlar topluluğu Chelsea’yi o gecenin en parlak yıldızı olarak tek başına devirip oyundan çıkarken sana sarı kart gösteren hakeme bakışındaki kadar umurundaydı her şey… En kayıtsız, gamsız göründüğün anda bile aslında sahada tek başına yapabileceklerini en iyi bilen yine sen olduğun için Beşiktaş’ın galibiyetine 5000 dolarlık bahis oynayıp 40000 Dolar kazanmıştın. Buna rağmen hala kilonu fazla bulanlara verdiğin cevap en az o mağrur Chelsea’yi perişan ederken oynadığın futbolun kadar Sergenceydi: “Daha fazla kilo verip jokey mi olayım yani?”İsteseydin İstanbul’un en güzel yemekçilerini anlatan bir kitap yazar, gurmelerin Hagi’si olurdun… Sana göre en iyi yaptığın üç şey sevişmek, yemek yemek ve futbol oynamaktı. Diğerlerini herkes tartışabilir ama futbol söz konusu olduğunda adının tartışılması ertesi gün güneş doğup doğmayacağını tartışmak kadar gereksiz ve saçma. Hâlâ tartışanlar var biliyorum, çünkü o yerde yatarken attığın golü o anda golün atıldığı kalenin arkasından görmediler. Sen öyle bir dehasın ki Sergen, sen sadece biz Türklerin görme, bilme ayrıcalığına eriştiği tek ama tek şeysin. Belki Türkiye-Almanya maçından biraz Mattheus hatırlar seni, hayatında ilk ve son kez yediği en güzel çalımı… Biraz da sana karşı oynadıktan sonra hayatında ilk ve son kez yedek kulübesine mahkûm olan Chelsea kaptanı Marcel Desailly… Ama biz nasıl unuturuz, Beşiktaş formasıyla Fenerbahçe’ye en güzel golleri atan adamı? Harun Erdenay’ın eliyle bile atarken zorlanacağı mesafeden sol ayağının içiyle basket atan, Hagi’nin profesyonel olmayı reddeden Türk halini?
Söylesene, senin Beşiktaş’tan ayrılmana neden olan Uğur Ekşioğlu’nun adını hatırlayan kaç kişi var? Peki, Türkiye’de şampiyonluk yaşamış dört takımda da forma giyen bir başkası var mı? Buna rağmen, o maçlardan bile uzun süren futbolun Amerikan reytingi seviyesizliğine indirgendiği programların birinde o dört formayı ve senin resmini yan yana koyduklarında, en reyting yalakası bile sana Beşiktaş formasından başka bir formayı yakıştırmaya cüret edebildi mi? Tüm bunları yapıp yine de senin kadar umursamıyormuş gibi davranan, işin kötüsü bu kayıtsızlığın bile bu kadar yakıştığı bir başkası var mı? Sen değil miydin, Galatasaray formasıyla Beşiktaş’a karşı oynadıktan sonra Yasin ile formanı değişip uzun yıllar sonra kendine yakışan formayı giydiğinde “Ne yapayım, Yasin formamı istedi, çıplak mı gezseydim yani?” diyen?
Beşiktaş’tan bir kez daha ayrılınca Şekerspor’a transfer olup yine sadece sana özgü eşsiz çalımını attığında, bir kez daha anlayamadılar seni. Sen ilk günden beri futbola senin yeteneğinle karşılaştırınca en fazla bomba muamelesi yapabilen yöneticilerin, başkanların, skor yorumcularının yönettiği o endüstriyel futbol yalanını oynamak istemedin. Tıpkı bizim seni izleyip en güzel futbol düşlerini kurduğumuz çocukluk günlerimizdeki gibi önemli olan kazanmak ya da kaybetmek değil, “o kadar güzel oynamak”tı! O parçası olmak istemediğin dünyanın en büyük yıldızlarından Roberto Carlos üç bin kişinin huzurunda Fenerbahçe’ye imza attığında sen Eskişehir formasını sırtına geçirirken seni karşılayan 8000 Eskişehirli de mi haksızdı yani?
Senin adının yanında ister istemez kifayetsiz kalan tüm bu cümleleri yazarken dedemin söylemek istediğini daha iyi anladım. Sadece “George Best” deyip gözünü kırpmamaya çalışarak seni izlemişti o ilk gün… Hayatının son gününde ameliyata girmeden önce doktorlar istediği bir şey olup olmadığını sorduklarında ise “Odama televizyon getirin, Sergen’i izleyeceğim” demişti. Bunu da bil Sergen!
Ziyech, yine kafa karıştırdığı bir dönem yaşatıyor
-
Ziyech, yine kafa karıştırdığı bir dönem yaşatıyor. Bu sefer ivmeyi daha
erken açması ve rolünü kabullenmiş görünmesi pozitif. Tottenham ve
Samsunspor m...
14 saat önce
19 yorum:
Sergen'in koparılışında maalesef en büyük suç efsane başkanımız Seba'daydı.Seba,Sergen'e kol kanat geremez miydi?Böyle silip atmak kime ne yarar getirdi?En büyük zarar yine Beşiktaş'a oldu.1995'te Sergen ile olunan şampiyonluk sonrası 100.yılda geri dönene kadar şampiyon olamadık.Şifo maalesef hiçbir zaman onun eksikliğini dolduramadı.Hep kritik noktalarda yıldız oyuncu eksikliği çektik.2 büyük yaratma projeleri,şampiyon olmadan geçen uzun yıllar Sergen'in takımdan gönderilmesiyle başladı.Eğer kadroda tutulsaydı 96-03 arası en az üç şampiyonluğumuz daha olurdu.Sergen'in Beşiktaş'tan koparılışı Beşiktaş tarihinde yapılan hataların en başında gelir kanımca.
off off yazı beni benden aldı.bende sergenin yeteneğine hiçbirşey demem ama en güzel yıllarını harcadı gitti.o türkiyenin aradığı maradona pele yada zidane değildi.o hagi de değildi. o sergen yalçındı.hep hayal ettiğimiz kupaları istese kazandırabilecek bir adamdı. olmadı yazık oldu.bir 100 yıl daha böyle bir adam bekler dururz
"Ancak, yaşımız kemale erip Dostoyevski’nin Sergen’den bile büyük bir kumarbaz olduğunu öğrendiğimizde anladık Sergen’i."
Eline saglik Ali Ece!
beni benden aldınız Ali Ece..
Serkan FINDIKLI
Mükemmel...
müthiş bir yazı olmuş, tebrikler. her zaman beşiktaşlıların gönlünde ayrı bir yeri olacaktır sergen yalçın'ın..
Son dakikada attığı o gol Fenerbahçe'ye :D Demiştim atar diye, yıldız olmak öyle değil mi? buraya geldiyse maç o frikik kaleye girer Sergen'sen eğer.. Nihayetin'de FB'liyiz, sevemedik Hagi'yi Hakan Şükür'ü Bülent Korkmazı o kadar.. Ama Sergen bir başkaydı..
Sergen; Fenerbahçe'de de, Galatasaray'da da, Trabzonspor'da da oynadı, ama o kulüplerin taraftarları bile Sergen'in sırtında siyah-beyaz forma olmayışını kabullenemediler. Sergen yine oynadı, yine umursamazdı, ama sırtındaki formanın rengi siyah-beyaz olduğunda yüzüne dolan neşeyi ben hiç görmedim.
Sergen; Beşiktaş'tan hiç ayrılmasaydı geri de dönemezdi. Beşiktaş'tan ayrılan başka bir çok futbolcuya nasip olmayan "yeniden Beşiktaş'ta oynamak" Sergen'e nasip oldu.
Sergen'i izlemeyenlerin ya da izleyip de görmeyenlerin anlayamayacağı duygularımıza tercüman olduğun için teşekkürler Ali Ece. Sergen literatürüne önsöz olmalı bu yazı.
bu yazıya tek yorum: "baba naptın sen ya" olur heralde
ne satırbaşlarını ne de ayrıntıları atlamışsınız; çok güzel yazı Ali Ece, emeğinize sağlık.
Bir spor yazısını okurken bu kadar keyif aldığımı pek hatırlamıyorum doğrusu.
Büyüksün!
mükemmel bi yazı olmuş Ali abi yüreğine sağlık yazıyı okurken sergen gibi bi oyuncunun yeteneklerinin sürüklemesi gereken yere gelemediğini bir kez daha idrak ettim..
dediğin gibi abi ;
" O Liverpool’da Fowler’a asist yapmalı, Barcelona’da Guardiola topu kaptığında oyunu kurması için o binlerce maçın kaderini tek başına değiştirecek kudretteki sol ayağa vermeliydi, Cantona golünü attığında ilk sarıldığı kişi kendisine ortayı yapan Sergen olmalıydı; ara sıra Maldini’den savunmaya yardım etmediği için fırça yemeli ama yine de Sacchi’nin kadroyu kurarken kağıda adını yazdığı ilk isim olmalıydı… "
Saygılar..
10 numara yazı olmuş. Aklıma geldikçe üzüldüğüm nadir adamlardan. İşte böyle geçip gitti Türk futbolunun en büyük yeteneklerinden birisi.
Abi süper bi yazı olmuş ya, işte bu yüzden seni takip ediyorum. Allah skytürk'den razı olsun. Sergen'i biraz adam ettikten sonra burdan yolladık.(Trabzon) kendisine son takviyeyi Akçaabattaki köfte balıkçılar yaptıktan sonra chelse karşısına çıkardı. ee o da hakkını verdi yani..
Her şeyi güzelde biraz karakterinde sorun var gibi. Kendi tarzında -ki yetenk olarak o boyutta diyemem- olan Alexe sürekli futbolda yeri yok demesi beni deli ediyor. Tıpkı zamanında sergen için diyenler gibi. Futbolda sergen ve türevleri olmaz ise futbolun ne önemi kalır? Xavi şahane, iniesta enfes lakin messi çıkarsa suyla yapılmış sahlepe döner barcelona.
Sergenin dünya çapında olmaması için için benim hoşuma da gidiyor. Bu muhteşemlikte bir topçuyu sadece biz izledik. gariban avrupalıların haberi bile olmadı:)
..... Buna rağmen hala kilonu fazla bulanlara verdiğin cevap en az o mağrur Chelsea’yi perişan ederken oynadığın futbolun kadar Sergenceydi: “Daha fazla kilo verip jokey mi olayım yani?
Abi ne yaptın sen ya müthiş bir yazı olmuş eline yüreğine sağlık Ali abi
Altyapıya başladığımda alakam olmamasına rağmen Malatyaspor'lu olması sebebiyle Ünal Karaman olmaya çalışırdım. Ama hep yakıştırmadığım bir tarafım kalırdı kendime, dimağım ufak tabi ki algılamıyor neyi yakıştıramadığını ama tam istediğim şey o değildi. Biraz kendimizi fark ettik ve ederken birde baktık Sergen diye cılız bir delikanlı var, ayakları açık kolları sağa sola sallayarak yürüyor, Okocha'nın kırmızı kramponları sonrası ilk beyaz kramponu giyiyor, top ayağında Van Gogh resimleri gibi duruyor. O günden sonra netleşmeden biten futbol kariyerim boyunca onun gibi vurmaya, koşmaya, pas vermeye çalıştım. Ben kendi içerimde işlenmemiş ağaçsam o Gettoydu. Ama doyamadım bir türlü. Arkamı yaslayarak arka arkaya 5 maçını göremedim. Bu yazıyı dergide okuyunca hala o günlerin hatırına berbat yorumlarını dinlediğim Sergen'e "EURO 2000 öncesi İngilizlerin 50 metreden topu kül tablasına sokar" sözü kaldı, kaldı da kursağımda kaldı.
Sergen'e en fazla gıcık olan insanlardan biriyim. O güzel yeteneklerini bizden esirgeyen hatta dünyadan esirgeyen adamdır. Kendi kendisinin Yesiçidir. Fenerbahçeliyim ama keşke kendisine dikkat etseydi de yurt dışında düzgün bir takımda 10 numaralı formayla kupalar kaldırsaydı. Yapmadın sergen sadece 4 büyüklerin formasını giyerek bu alanda kırılması kolay olmayan ama hiçbir anlamı da olmayan bir rekora imza attın. Geride attığın çalımlar ve umursamaz tavrın kaldı o kadar.
Yazan hikayenin her saniyesini en romantik duygularla yaşayarak yazmış;kıskandım.
Ha bir de yazdıran var;her neyse boşver...
Yorum Gönder