15 Nisan 2009 Çarşamba

Türkiye'den neden mi FABIO CANNAVARO yetişmez?


Türk futbolunun saha içindeki en amansız hastalığı (forever) bireysel savunma hataları. Yıllardır savunmayı, hücum gibi bir sanat biçimi olarak görmediğimiz, en iyi savunmacılarımıza son tahlilde “kazma” gibi küçümseyici lakaplar takıp oyunun savunma kısmını gelişigüzel toplar gibi uzaklaştırdığımız için başımıza geliyor bu illet.

Nasıl ülkemizde müzisyenlere rakı mezesi muamelesi yapılıyor ve bu yüzden de dünya standartlarında müzik sanatçıları yetiştiremiyorsak, futbolda da defansı oyunun geçiştirilecek, sıkıcı kısmı olarak değerlendirip savunmacılarımıza forvetleri yani şahları ve vezirleri koruyan piyon muamelesi yaptığımız için bizimkiler o hataları ısrarla yapmaya devam ediyor.

Belki de isimlere takılıp saçımızı başımızı yolmaya devam etmek yerine şu soruları kendimize sorarsak Türk futbolunun geleceği adına çok daha hayırlı bir iş yapacağız: Neden pek de beğenmediğimiz Alpay’dan beri müzmin yedek İbrahim Kaş ve Cottbus’lu Çağdaş dışında ülkemizde yetişen tek bir savunma oyuncumuz bile Avrupa’nın üst düzey liglerinde oynayamıyor? Neden İngiltere, İtalya ve Fransa’da olduğu gibi Türkiye’de de yılın en iyi savunma oyuncusu ödülü verilmiyor?

Eğer Bosman hukukuna göre futbolcular birer işçiyse, o zaman savunmacılar da en zor şartlar altında mücadele eden maden işçileri gibiler… Hatta Türkiye söz konusu olduğunda, defans oyuncularımız ülkemizdeki işçilerin büyük çoğunluğu gibi sigortasız, geleceksiz, hayatları gündelik başarıların pamuk ipliğine bağlı, her an harcanmaya hazır piyonlardan başka ne ki? Belki de bizim de savunmacılarımızın makus kaderinin değişmesi için her zaman olduğu gibi bir kahramana, bir Cannavaro’ya ihtiyacımız var, kim bilir?

2006 yazında ilk kez bir savunma oyuncusu, FIFA’nın verdiği Dünya’da Yılın Futbolcusu Ödülü’nü aldı. Üstelik de o güne kadar bu ödüle layık görülen en yaşlı oyuncuydu. Kendisi de bu işe çok şaşırmış, Ronaldinho ile Zidane’ın yanında otururken kendisine uzatılan mikrofonlar aracılığıyla şaşkınlığını olabilecek en ironik şekilde bütün dünya ile paylaşıyordu: “Bu ödülün sadece bir savunma oyuncusu olan 33 yaşındaki Fabio Cannavaro’ya verilmesi çok anormal bir durum. Bunu hiç beklemiyordum. Hatta şu anda Zidane ve Ronaldinho ile karşı karşıya olmam bile çok garip. Saha içinde karşımda olsalar anlardım ama şu anda olan biten her şey sanki biraz sonra uyanacağım ve bir daha da göremeyeceğim bir rüya gibi geliyor”


Sadece FIFA’nın Yılın Futbolcusu Ödülü’ne değil aynı yıl UEFA tarafından verilen Avrupa’nın En İyi futbolcusuna da layık görüldü Cannavaro. UEFA, bu ödülü en son bir savunma oyuncusuna ta 1972 yılında Franz Beckenbauer’e vermişti. Şimdiki futbol ile karşılaştırıldığında Beckenbauer’in ne kadar savunma oyuncusu olduğu fazlasıyla tartışılırdı. Ama o anda tartışılmayan tek tarihi gerçek vardı. Fabio Cannavaro, tüm dünyadaki savunma oyuncularının makus talihini değiştirmiş, adeta defans oyuncularının Spartaküs’üne dönüşmüştü.

Sırrını sorduklarında herkes forvet oyuncuları gibi anlaşmalı olduğu krampon ya da eşofman sponsorlarından birinin adını duymayı beklerken o herkesi ters köşeye yatırdı: “En önemli motivasyonum Napoli. Ben Napoliliyim. Diyeceksiniz ki İtalya’nın geri kalanı tarafından İtalya’nın parçası olarak bile görülmeyen, suçla, uyuşturucuyla özdeşleştirilen bu şehrin bu ödülle ne alakası olabilir? Bir kere her şeyden önce eğer Napolili olmasam, profesyonel futbolcu olmanın nasıl bir ayrıcalık olduğunu anlayamaz, değerini bu kadar iyi bilemezdim. Ben Juventus’ta da Inter’de de hep bir Napolili olarak kaldım. Napoli’den kastım sadece şehirle özdeşleşmiş olan futbol takımı değil. Napolili olmak, yaşamın her anında, en aşağı düşsen de en yukarı çıksan da hayattan zevk almayı bilmek, yaşadığın tüm sorunlara rağmen gülebilmektir”


1973 yılında İtalya’nın içinde başlı başına bir varoş olan Napoli’nin varoşlarından birinde doğmuştu Cannavaro. Annesi hizmetçi, babası ise bir bankada veznedardı. Bir yandan belediye takımı Giugliana’da amatör olarak futbol oynayan babası Pasquale, Fabio ve daha sonradan aynı takımda forma giyeceği küçük kardeşi Paolo Cannavaro’nun en büyük ilham kaynağıydı. 2006’da dünyanın en iyi futbolcusu seçildikten sonra 1.78’lik boyuna rağmen hava toplarından nasıl bu kadar iyi olduğunu soran gazeteciye yine giydiği kramponların markasını söylemeyecek, babasından bahsedecekti: “Sıçrama yeteneğim tamamen genetik… Babam da uzun boylu değildi ama kimseye kafa topu vermezdi. Çünkü futbolu sokakta öğrenmiş, kendini geliştirmişti. Bana da küçükken iyi bir futbolcu olmak istiyorsam sokakta oynamam gerektiğini söylerdi. Ablamla aynı odada büyüdük, yalnız olduğum tek anlar sokakta futbol oynadığım anlardı. Ama ablam hamile kaldığında yine aynı odada yaşamaya devam etmek zordu. O zamanlar benim için en güzel kaçış yolu sokakta futbol oynamaktı. Sokakta hiçbir kural yoktu, Napoli’nin arka sokaklarındaki futbol da Napoli gibiydi. Seni koruyacak kimse olmadığı için güçlü olmalı, kimseye pabuç bırakmamalıydın.”


Sonra Napoli’nin bir nevi Fikirtepesi diyebileceğimiz Bagnoli’nin minik takımında oynamaya başladı Fabio Cannavaro. Daha o zamanlardan yaşıtlarından ruhsal ve bedensel olarak brkaç futbol yılı ilerideydi… Ama orta sahada oynuyordu. Zaten o zamanlar İtalya’da biraz olsun pas verebilen savunma oyuncularının hepsi orta sahada oynardı! Sonra bir gün kendisini Napoli’nin genç takım yöneticisi olarak tanıtan mafya babası kılıklı adamlar gelip onun artık Napoli’de oynayacağını söylediler. Canına minnetti 11 yaşındaki Fabio’nun… Ne de olsa babası ile beleştepeden izlediği Maradona’dan sonra fanatik Napolili olmuştu çoktan.

Önce onun genetik sıçrama yeteneğini keşfeden antrenörleri, Fabio’yu savunmanın ortasına yerleştirdiler. O sezon Napoli minik takımı Trofeo şampiyonu oldu. Sonra bir gün Maradona o her daim gülen yüzü fark etti. O andan itibaren önce idolünün kramponlarını ve formalarını taşımaya başladı Fabio, sonra da yine Napoli’nin kralı Maradona’nın isteği üzerine A takımın maçlarında top toplayıcılığa başladı. Napoli şampiyon olduğunda, daha 12 yaşındayken Maradona ile beraber şampiyonluğun kutlandığı gece kulübüne gitti: “O şampiyonluk partisini hiçbir zaman unutamadım. Maradona kral ben de onun küçük prensi gibiydim. Bir gün bile bana karşı en ufak bir kabalığı olmadı, hep alçakgönüllü ve cömertti. Bir keresinde çıkarıp saatini verdi ama babam kızar diye almadım. O yaşta Maradona’nın yanında olmak rüya gibiydi, hayatımda başına gelen en güzel şeylerden birisiydi.”

Sonra bir gün yine Maradona’nın partilerinden birinde 15 yaşındayken gelecekti eşi Daniela ile tanıştı. 1990 Dünya Kupası’nda Maradona’nın Arjantini ile İtalya’nın karşılaştığı yarı final maçında, Maradona aşkına diğer Napolililer ile beraber Arjantin’i tuttuktan sonra bir daha başkalarının topunu toplamadı. Artık o top toplayıcı çocuk değil, bizzat Maradona ile beraber antrenmanlara çıkan, genç yaşına rağmen saha içindeki tüm topları toplamaya başlayan savunmanın belkemiği olarak Napoli’nin geleceğiydi. Hatta bir gün bir antrenmanda Maradona’yı marke ederken sertleştiği için hocalarından azar işitecek ama Maradona, Cannavaro’yu azarlayan hocaya kızacaktı: “Heyecandan ölmek üzereydim; ne yaptığım üzerine hiçbir fikrim yoktu. Sadece kendi idolüm değil tüm Napoli’nin kahramanı karşımdaydı. Antrenör bana kızınca ona döndü ve ‘Saçmalama, kızacak ne var, antrenman yapıyoruz’ dedi sonra da bana döndü ve ‘Aynen devam et, harikasın’ diye omzuma vurdu. Ben de devam ettim”

Bir süre sonra Napoli gördüğü en güzel rüyadan uyanacak, Maradona kendilerine tek başına kafa tutan Kuzey İtalya’nın futbol derebeyleri tarafından çarmıha gerilecekti. Ama Cannavaro, Maradona’yı dinleyip kaldığı yerden devam etti. Maradona’dan sonraki idolü Napoli’nin efsanevi savunma oyuncusu Ciro Ferrara oldu. Yıllar sonra 2006 Dünya Kupası’nda İtalya’nın kaptanı olarak Dünya Kupası’nı havaya kaldırdığında ilk olarak kendisine yerden müdahele yapmayı öğreten Ferrara’ya koşacak, şampiyonluk priminin büyük bir kısmını da onunla beraber kurduğu Ferrara Cannavaro Kanser’le Mücadele Vakfı’na bağışlayacaktı.

1993 Mart’ında Napoli formasıyla ilk Serie A maçına çıkmış, Juventus’un yıldızı David Platt’a göz açtırmamıştı. Artık İtalya’da Cannavaro isimli başka türlü bir savunma rüzgarı esiyordu. 1.78’lik boyuna rağmen hava toplarının mutlak hakimi olmasının yanı sıra kendisinden önceki efsanevi İtalyan savunmacıları Scirea, Gentile ve Costacurta gibi değildi. O isimler söz konusu olduğunda adam geçse top geçmiyor, top geçse adam geçmiyordu! Ama söz konusu savunmacı Fabio Cannavaro olduğunda top hiçbir zaman geçmiyor, rakibiyle çoğu zaman muhatap bile olmuyordu. 13 yıl sonra İtalya Dünya Şampiyonu olduğunda takım kaptanı Cannavaro, tüm maçlarda 690 dakika boyunca forma giyecek ama tek bir sarı kart dahi görmeyecekti!

1994’te İtalya 21 yaş altı takımıyla Avrupa Şampiyonu olan Cannavaro rüzgarı Çizme’de daha da hızlı eserken, Maradona’dan sonra Napoli İsa’dan sonra Filistin’inkine benzer kaotik bir tufana tutulacak, Napoli’yi İtalya’nın parçası olarak görmeyen Kuzey İtalya derebeyliğinin diktatörlüğü karşısında iflas bayrağını çekecekti. 1995’te kulübün yaşadığı derin ekonomik krizden biraz olsun kurtulması için Parma’ya transfer olduğunda, 58 kez Napoli forması giymiş, 2 de gole imza atmıştı.

1995-2002 yılları arasında Parma formasını giyen Cannavaro, daha sonra Inter ve Juventus gibi Napoli’yi İtalya’dan saymayan zengin kuzey takımlarının formasını giyse de hayatı boyunca hep Napolili olarak kalacaktı. İtalya’da “İtalya Güzeli” lakabını aldığında hatta en seksi 10 erkekten birisi seçildiğinde bile Daniela’ya sadık kaldı ve üç çocuk babası olarak Napolice bir yaşam tarzı sürdü. İtalya formasıyla 1996’da bir kez daha 21 yaş altı Avrupa Şampiyonası’nda şampiyon olurken aynı yaz Atlanta Olimpiyatları’nda da milli formayı giydi.

Bu arada Parma’da Fransız Lilian Thuram ile o zamanların en harika savunma tandemini oluşturacak, 1997’de tarihinde ilk kez Serie A’yı ikinci sırada tamamlama başarısını gösteren takımının en büyük kozu olacaktı. Carlo Ancelotti yönetimindeki Parma o sezonu şampiyon olan Juventus’un sadece 1 puan gerisinde tamamlamış ve Avrupa’nın en güçlü takımlarından birine dönüşmüştü. 1998-99 sezonunda Veron’lu, Crespo’lu Parma bu kez hem UEFA hem de İtalya Kupası’nı müzesine götürürken, artık takım kaptanlığına terfi eden Fabio Cannavaro, İtalya’nın en iyi savunma oyuncusuna verilen Albo d’oro Oscar ödülüne layık görüldü. Bu arada 1998 Dünya Kupası’ndan itibaren İtalya Milli Takımı’nın da değişilmez oyuncusu olacak ve Nesta ile beraber on yıl boyunca herkesin imrenerek bakacağı bir savunma tandemi geliştirecekti.

1998 Dünya Kupası’nda çeyrek finalde İtalya’yı penaltılarla eleyerek Cannavaro’nun kalbini kıran Thuram’ın Fransa’sı, 2000 yazında bir kez daha İtalya’yı, bu kez Avrupa Şampiyonası’nın finalinde dize getirdiğinde tüm dünya normal olarak Fransa’nın multietnik takımını yere göğe sığdıramadı. Ama en başta Zidane’ın merkezinde olduğu bu futbol bienali Cannavaro ve Nesta ikilisinin yarattığı mucizevi başarıyı gölgeledi. Turnuvanın büyük bir kısmında hücumda fazlasıyla zorlanan İtalya bu muhteşem ikilinin jeneriklik Çanakkale Geçilmez’leri sayesinde yarı finale kadar gelmiş, yarı finalde de maçın büyük kısmını 10 kişi oynamalarına rağmen o zamanlar Avrupa’nın en kudretli hücum gücüne sahip Hollanda’ya Cannavaro liderliğinde 120 dakika geçit vermemişti. Ama her zaman savunmacıların makus kaderinde olduğu gibi final maçının son anında muhteşem ikilinin bir anda gözünden kaçan Wiltord kahramanlığa terfi etmiş, Nesta ve Cannavaro’nun o ana kadar canlarını dişlerine takarak yaptıkları kumdan kaleler bir anda yerle bir olmuştu.

2002 Dünya Kupası ise Cannavaro için daha büyük bir hayalkırıklığı oldu. Nesta’nın sakatlanması sonucu savunmanın ortasında solbekten devşirme Maldini ile beraber takımını ayakta tutmaya çalışacak ama hem forvet oyuncularının bekleneni verememesi, hem de Güney Kore maçında yan hakemin evsahibi ekibin 12. oyuncusu gibi davranması sonucu İtalya erkenden evine dönmek zorunda kaldı.

O yaz, son iki sezondur kardeşi Paolo’nun da savunmada kendisiyle beraber oynamaya başladığı Parma’dan ayrıldığında yeni takımı Inter Cannavaro’nun bonservisi için tam 23 Milyon Euro ödedi. Inter’in 2002-03 sezonunda Şampiyonlar Ligi yarı finaline kadar çıkmasında hayati bir rol oynayan “İtalyan Güzeli” ikinci sezonunda şanssız bir sakatlık geçirdi. Ama Euro 2004’e kadar kendisini hazırladı. O sezon Inter’in maçlarının birçoğunda sakatlığı yüzünden forma giyememesine rağmen, milli takımda oynaması taraftarlar ve yönetimle arasını açtı. Daha sonra turnuvanın bitiminde Juventus’a transfer olduğunda iki sezon üst üste özlediği şampiyonluğu yaşayacak ama ayyuka çıkan şike skandalları yüzünden bu şampiyonluklar Juventus’tan alınarak Inter’e verilecekti. Bu süreçte İtalya kaptanı olarak yaptığı açıklamalar ve Inter’in şampiyonlukları hak etmediğini bunu da oyuncularının gayet iyi bildiğini söylemesi dünya futbolunun gündemine bomba gibi düşen skandalın artçı şoklarından birisi oldu.


Tüm bu negatif atmosfere rağmen Zidane’dan sonra turnuvanın en iyi ikinci oyuncusu seçildiği 2006 Dünya Kupası’nı üstünde Daniela ve üç çocuğunun isimlerinin yazdığı dövmeli kollarıyla havaya kaldırıp “Hiç düşlemediğim bir rüya görüyorum. Bunu hayal bile etmeye cesaret edemezdim” dediğinde içindeki hiç ölmeyen Napolili yine kendini gösterecek, bir zamanlar beraber büyüdüğü arkadaşlarının birçoğunun İtalya’nın uçsuz bucaksız varoşunun lanetli kaderinde hayatlarını kaybettiğini, bir kısmının da ya hapishanede ya da uyuşturucu tedavisi için hastanelerde süründüğünü açıklayacaktı. Kupayı kaldırır kaldırmaz önce bir başka Napoli futbol efsanesi Ferrara’nın oturduğu tribüne doğru koştu sonra da Napolili eski dostlarına selam yolladı. Kısa bir süre sonra dünyanın en zengin takımı Real Madrid’in yolunu tutsa da kalbinde yine Napoli sokakları vardı: “Günümüz futbolunun en önemli sorunu yeteri kadar esnek ve doğal olmaması. Şimdiki çocuklar lüks içinde çok steril ortamlarda futbolu öğreniyorlar, sonra da büyüdüklerinde futbolun gerçeklerine adapte olmakta güçlük çekiyorlar. Halbuki ben Napoli’nin arka sokaklarında dar alanlarda, kuru kalabalığın keşmekeşinde Fabio Cannavaro oldum. O sokaklar beni güçlendirdi, ayakta kalmak için en büyük silahım olan aklımı kullanmayı öğretti. Şimdilerde her şey fazla steril, bu da uzun vadede futbolun ölümüne sebep olacak”

8 yorum:

scugnizzi dedi ki...

abi ben başka bir şeye değinmek istiyorum. alpay, ibrahim kaş ve çağdaş dışında defans oyuncumuzun avrupa'da oynamadığını yazmışsın. haklısın da, diğer mevkilerde de avrupa'nın 5 büyük ligine "bonservis bedeliyle" transfer olan kim var ki? tuncay bedavaya gitti, aurelio aynı şekilde... nihat'tan sonra hatırı sayılır bir bedele avrupa'ya transfer olan bir oyuncu hatırlamıyorum. rusya'ya giden trabzonlular hariç tabii ki. umudum arda ve gökhan gönül'de...

Temur dedi ki...

farz edin ki yarın akşam halı saha maçı yapacağız. Maç başlarken ilk sorun kalede ardından defans seçiminde olur. Genelde hantal ve kazma(!)lar o mevkiye geçer. Biraz hakaretamiz bir atama olsa bile realite budur. Alt yapılarda da durum böyle. Fiziği iyi olup biraz yetenekliler top şişirilmek üzere forvete topla alakası hiç olmayan "kazma"lar stopere geçer.

Adsız dedi ki...

Duymuşsunuzdur, Napoli taraftarları kendi çabalarıyla imza toplayıp Fabio'yu Napoli'ye döndürmeye uğraşıyorlar. Böylesi büyük bir karakteri ve idolü, Napoli'nin ivme kazanmasını beklediğim gelecek yıl takım kaptanı olarak görmemiz, futbolun içindeki en büyük güzelliklerden biri olur. Maradona'yı andıran stiliyle Lavezzi ve diğerleri, Cannavaro'nun olduğu bir takımda daha rahat oynayıp daha da yıldızlaşacaktır. Temennim, onu seneye mavi formayla görmek...

LeFoot dedi ki...

2006 yazında ilk kez bir savunma oyuncusunun, Dünya’da Yılın Futbolcusu Ödülü’nü alması aslında onlarında defans oyuncularına gereken değeri geç verdiğini gösteriyor.

Türkiye'deki durumu da çok iyi anlatmışsınız.

Türkiye liginde başarının formulü o kadar basit ki; defansı iyi olan takım şampiyonluk yolunda büyük bir avantaj yakalıyor.

Türkiye'nin uzun yıllar daha üst düzey stoperlere sahip olmasının ne kadar zor olduğunu, son İspanya maçlarındaki zihniyet ortaya daha net koymuştur.

Kerim ŞİMŞEK dedi ki...

Üzücü olan şu ki Cannavaro'nun Napoli'ye dönme ihtimali yok.

Geçenlerde Napoli başkanının bir açıklaması vardı. Fabio gibi yaşlı bir oyuncuyu transfer etmek gibi bir planımız yok diye. Umarım kararından vazgeçer.

Bizim ülke de altyapıdan itibaren böyle bir sorun var zaten ama ben gene de Eren Güngör'den çok umutluyum.

Ali Ece dedi ki...

Kerim ŞİMŞEK kardeşim,
Ben de Eren Güngör'den çok umutluyum, mutluyum.

scugnizzi kardeşim,
Gökhan Gönül keşke Liverpool'da oynasa, hem çok daha fazla gelişir, hem de Liverpool'un en önemli eksiğini giderir.
Finnan'dan sonra Arbeloa hiç çekilmiyor son maçlarda iyi de olsa.

menbehindball kardeşim,
keşke diyorum öyle bir şey olsa ama Napoli başkanı çok sığ bir adam, bir ara İngiliz hanımların mahrem bölgelerini traş etmediğinden falan bahsediyordu futbol sorulduğunda!


Temur Bey,
Tamamen haklısınız, Oğuz Çetin bir ara bunu değiştirmek için Burak Yılmaz'ı stoper yapmak istemiş ama oyuncularda da büyük kabahat var, "Ben forvet doğdum" diyor! Carragher sağ açıktı en başlarda, Shearer kaleci, Steve Bruce oyun kurucu olarak futbola başlamışlar, sonra ne oldular. Gerçekten de ne oldum demeyeceksin asla

Turgay Keskin dedi ki...

Oyuncuları tek tek ele aldığımızda beğeniyoruz ama yanyana çok büyük sorun yaşıyorlar. Oyundan kopuyorlar, hala taçtan ofsayt olacağını zannediyorlar.

Trabzonspor'da Song, Fenerbahçe'de Edu-Lugano, Galatasaray'da Meira, Beşiktaş'ta Sivok-Zapatocny oynadı bu yıl. Genel olarak Avrupa'ya giden isimlerin 4 büyük takımdan olduğunu düşünürsek, önce burada forma giymeleri lazım. Bu arada Temur'a kesinlikle katılıyorum. Hücumu seviyoruz biz. Defansta oynayan oyuncuların bile kaç gol attığını sorguluyoruz sürekli. Cisse Four Four Two'da ki röportajında değinmişti bu konuya; ''herkes benden gol bekliyor.'' demişti..

Volkan 5 dedi ki...

Üst tarafta arkadaş halı saha da stopere kazma tabirli oyuncular yerleştiriliryor demişİyi Güzel Ben stoper oynuyorum ama Allah a şükür takımın her zaman vazgeçilmeziydim.Tabi halı sahda değil Takmımın 5 numarasının vazgeçilmeziydim.Yani bence o senin dediğin defansta kazmalar tarihi eser gibi bi şey oldu...




Ama tabi ayrı yetten Cannavaro yu es geçmemek lazım benim her zaman idolum maçlara çıkmadan önce onun videolarını izleypte çıkıyodum o adam bence bi harika değil futbol dahisi