30 Mart 2009 Pazartesi

Liverpool Efsaneleri 9 (Ayrıca başlı başına bir Newcastle Efsanesi): Kevin Keegan



Onu en son 2005 Mart’ında doya doya izlemiştik… Ezeli düşmanı United’ın dünya çapındaki başarıları karşısında uzun zamandır (Şeyh Mansur'un satın almasından çok önce!) İngiltere’nin asansör takımı olarak istikrarlı bir biçimde bocalayan ve kayıp parlak geçmişini ararken bir türlü kendini bulamayan sonunda da ondan sonra şeyhlere peşkeş çekilen Manchester City’nin başında… Keegan’lı Manchester City, ligde iki maçta da Kırmızı Şeytanlar’a yenilmeyerek ezeli rakibine biraz olsun kafa tuttuğu, ligde ilk beşin içerisinde olmasa da sanki şampiyon takımmış gibi ısrarla güzel hücum futbolu oynadığı günlerde… Chelsea deplasmanında bile takımını savunmaya çekmediği, 4-6-0 sıradanlığına teslim olmadığı için “gerçekçi futbol” oynatmamakla itham edilmiş, skor ne olursa olsun takımının sürekli hücum yapmasını istediği için bir taktisyenden çok ponpon kıza benzetilen iflah olmaz futbol romantiği küsüp gitmişti.

Her pazartesi gecesi futbolun özünün eğlence olduğunu iddia eden Hakan Can’a “Futbol eğlence değildir, eğlence istiyorsan sirke git” diyen Ahmet Çakar’a nazire yaparcasına City’den ayrıldıktan sonra Glasgow’da bir futbol sirki açan Keegan, futbolun özündeki estetik idealleri kaybettiğine inandığı için asla teknik direktörlük yapmayacağını açıklamıştı. Ama söz konusu 90’lı yıllarda çalıştırırken hiçbir kupa kazanmasa da taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan o yılların “en güzel kaybedeni” Newcastle United olduğunda sözlerini yuttu. Söz konusu olan Keegan ve Newcastle ise gerisi sadece teferruattı. Keegan’ın Newcastle’a geri döndüğünün açıklanmasından bir gün sonra FA Cup’ta Stoke ile karşılaşan Newcastle, uzun yıllardır ilk kez bu kadar fazla bilet satmış ve tüm stat kendileriyle beraber tribünde maçı izleyen Keegan’a sonsuz sevgilerini dile getiren taraftarların astığı pankartlarla kaplanmıştı: “Newcastle’ın İsa’sı Kral Kevin, evine, hiç bitmeyecek futbol rüyalarımıza hoş geldin!”

Sevilmeyecek adam değil Keegan… Yine de 1951 yılının Sevgililer Günü’nde Newcastle’lı bir maden işçisinin oğlu olarak dünyaya gözlerini açan futbol efsanesi, endüstriyel futbolun egemen kriterlerine göre başarı ile eş anlamlı değil. Çalıştırdığı her takımı ilk sezonunda Premiership’e çıkarması, sürekli göze hoş gelen futbol oynatmasına rağmen (ve belki de bu yüzden) hiçbir takımla tek bir kupa bile kazanmamış olmasını vurgulayanlara göre Newcastle yönetimi intihar etmişti. Her şeyden önce günümüzün egemen futbol kıstaslarına göre aynı ırmakta ikinci kez yıkanılmazdı. (Halbuki asıl intihar şu andaki durumuna bakınca Keegan'ın bir kez daha teknik direktörlükten ayrılmasına izin vermeleriydi) En başta biz Fatih Terim’in ikinci Galatasaray döneminde buna kendimizi inandırmıştık ama Keegan her zaman parametrelerin dışında istisnai bir figürdü. “Süper futbolcudan iyi teknik direktör olmaz” klişesini yıkan ilk isimlerden birisiydi. Liverpool, Hamburg, Southampton ve Newcastle formalarıyla birçok kez Yılın Futbolcusu seçildikten sonra Cruyff’un izinden giderek çalıştırdığı her takımın taraftarların gönlünde bir aziz mertebesine yükselecek, “Başarılı bir jokey olmak için daha önce at olmanıza gerek yok” diyen Sacchi’ye katıldığını söyleyerek futbola bambaşka gözlerle bakmamızı sağlayacaktı.



Zaten eğer Sacchi haksız olsaydı ve en başarılı jokeylerin daha önce at olarak başarıları kıstas olarak alınsaydı, Keegan dünya futbol tarihinin skortif açıdan da en iyi teknik direktörü olurdu. Henüz 17 yaşındayken futbol hayatı boyunca ilk ve son kez bir antrenör tarafından beğenilmeyecek ve küçükken tuttuğu Doncaster Rovers yerine Scunthorpe’ta profesyonel futbol yaşamına başlayacaktı. Futbol hayatının geri kalanında olacağı gibi hiçbir zaman George Best, Dalglish ve Maradona kalibresinde bir süper yetenek değildi ama Pascal Nouma-Hakan Şükür’vari bir oynadığı takıma kendini ölümüne adaması ve Bülent Korkmaz-Mattheus’vari kazanma arzusu ile o yılların futbolu için yepyeni bir oyuncu türüydü.

Orta sahada forma giydiği Scunthorpe’ta 124 maçta sadece 18 gol atmış olsa da Liverpool’u sadece İngiltere’nin değil Avrupa’nın da en büyük takımına dönüştürmek isteyen Bill Shankley için Keegan’ın yeteneklerini maksimum seviyede kullanmasını sağlayan kazanma arzusu ve futbol iştahı biçilmez kaftandı. 1971 yılında Liverpool’a bir orta saha oyuncusu olarak transfer olan Kevin Keegan, bir antrenmanda diğer oyuncuların sakatlığı nedeniyle forvette Toshack’ın partneri olarak denendiğinde Shankley’nin Liverpool devrimi hızlandı. Keegan, Liverpool formasıyla oynadığı ilk maçın henüz 12. dakikasında ilk golünü atarken, kısa bir süre sonra önce Ada’nın sonra da Avrupa’nın en efsanevi forvet ikililerinden birisi doğacak, 5 sezon boyunca Liverpool dünya futbolunu fethederken spikerler sadece şu üç kelimeyi zikredeceklerdi: “Keegan, Toshack, gol!”


Aralarındaki telepatiden öte bir uyumla Liverpool’u yedi yıl sonra 1973’te ilk kez şampiyonluğa taşıyan ikili Batman-Robin ikilisine benzetilirken aynı yıl UEFA Kupası’nı kazandıklarında final maçlarının yıldızı Toshack’ın indirdiği toplarla iki gole imza atan Kevin Keegan’dan başkası değildi. Bir sonraki sezon muhteşem ikiliden Keegan bu kez FA Cup finalinde iş başındaydı. Liverpool’un, Newcastle’ı 3-0 yendiği final maçında, 1966 finalinden beri ilk kez bir oyuncu iki gol atmayı başaracak, bir pozisyonda topu eliyle aldıktan sonra boş kaleye topu yuvarlamak yerine durup hakemi uyararak yıllar sonra kendisini “aziz” mertebesine yükseltecek Newcastle taraftarları tarafından bile ayakta alkışlanacaktı.

1976 yılında Keegan’lı Liverpool bir kez daha hem ligde hem de UEFA Kupası’nda şampiyon olarak duble yaparken, 25 yaşındaki oyuncu İngiltere’nin en ünlü yıldızı oldu. Bir yandan ilkokul öğrencilerini bilinçlendirmek için çekilen trafik reklamlarında para istemeden rol alırken, diğer yandan da her daim permalı saçlarıyla Ada’da yepyeni bir saç modasını başlatacaktı. Yine de 20 yıl sonra Liverpool’un süper yıldızları olacak McManaman ve Fowler gibi Spice Boys olmakla itham edilmedi. Popülaritesine ve kaçınılmaz gece hayatı performansına rağmen Liverpool formasıyla her maçta Bülent Korkmaz’ın Galatasaray’da, Rıza Çalımbay'ın Beşiktaş'ta, Müjdat Yetkiner'in Fenerbahçe'de gösterdiği ölümüne performansı sergileyen Keegan, 1977 yılında Liverpool formasıyla hem lig hem de Şapmpiyon Kulüpler Kupası’nda şampiyon olurken hayatındaki tek korkusunu açıklayacaktı:
“Ölümden, sakatlanmaktan, çaptan düşmekten korkmuyorum. Ama bir gün Kop tribünün önünde boş kaleye gol kaçıracağıma ölmeyi tercih ederim. Kop tribünü ‘You’ll never walk alone’u söylemeye her başladığında gözlerim doluyor, birçok kez ağlayarak oynadığımı hatırlıyorum.”



Keegan-Liverpool aşkı her ölümsüz aşk gibi fazlasıyla karşılıklıydı. 70’li yılların en efsanevi Liverpool’lularından Ian Callaghan’a göre Keegan, Liverpool’un ilk “süper yıldız”ıydı. Toshack’a göre kendisini 70’li yılların en iyi pivot santraforuna dönüştüren Keegan’dan başkası değildi. Keegan ise Toshack’tan sonra hiçbir zaman Toshack’la beraber oynadığı zamanki kadar kendisini rahat hissetmedi. Shankley ise sadece Liverpool’daki futbolculuk günlerinde değil, hayatı boyunca Keegan’a ilham kaynağı olacaktı:
“Her zaman Shankley’nin resmini yanımda taşırım. Ondan futbol ve insanlık adına o kadar çok şey öğrendim ki hayatım boyunca ona kendimi borçlu hissediyorum”

Ama birbirlerini ne kadar sevseler de hep sonunda bir şekilde ayrılacak olan sevgililer gibi Liverpool ile Keegan’ın da yolları ayrılacaktı. 1977 yazında Liverpool yönetimi Almanya’nın Hamburg takımından gelen o zamanların rekor teklifine karşı koyamadı. 323 maçta 100 gol attıktan sonra Liverpool’dan ayrılan Keegan, The Beatles’tan beri Liverpool’un Hamburg’a yaptığı en büyük ihracatıydı. Keegan’ın yerine aldıkları Dalglish, Liverpool’da yeni bir altın çağı başlatırken, Keegan Hamburg formasıyla birçok kez Avrupa’da Yılın Futbolcusu seçilecek, ayrılık her iki eski sevgilinin daha da mutlu olmasını sağlayacaktı.


Liverpool formasıyla oynadığı son maç olan 1977 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde, B.M’Gladbach’ın efsanevi savunma oyuncusu Berti Vogts’a Toshack’la beraber 90 dakika sefilleri oynatan Keegan, Almanya tarihinin o zamanki en pahalı transferiydi. Keegan’ın ikinci kez üst üste Avrupa’da Yılın Futbolcusu seçildiği 1978-79 sezonunda Hamburg, tarihinde ilk kez şampiyon oldu. Bu tarihi başarıdan sonra Keegan “Head Over Heels in Love” adlı 45’liği yayınladı ve Almanya müzik listelerinde 10 numaraya kadar yükseldi. Alman futbolseverler için Keegan, “Batman Toshack”ın “Robin”liğinden, zayıf fiziğine rağmen harikalar yaratan “Süper Fare”liğe terfi etmişti. 1980 yılının Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ise Hamburg, Keegan’ın harika performansı ile finale kadar gelecek ama İngiliz ekibi Notthingham Forest’e boyun eğecekti. Aynı yıl çıkardığı ikinci 45’liği olan “England” ise sadece Almanya’ya güzel bir veda değil aynı zamanda da beklenmedik bir eve dönüş hazırlığıydı.



1980 Şubat’ında İngiltere Milli Takımı’nın kaptanı olarak bir yıl önce Dünyada Yılın Futbolcusu seçilen Keegan, Southampton gibi Birinci Lig’in çiçeği burnunda takımlarından birine transfer olarak Ada’ya döndüğünde yer yerinden oynadı. Keegan, o zamana kadar hiçbir süper yıldızın yapmadığını yaparak Manchester United, Everton gibi Liverpool’un ezeli rakiplerinden gelen servet niteliğindeki teklifleri reddetmiş ve Liverpool’a dönme şansı kalmadığında kendi kariyerine nazarla son derece vasat bir takım olan Southampton’ı tercih etmişti.

Southampton taraftarları, İngiltere kaptanı olan Keegan gibi bir süper yıldızın takımlarında oynamasına inanmakta güçlük çekerken, Keegan iflah olmaz bir romantik olarak inanılmazı gerçekleştirerek 1981 yılında Southampton’ın ligi 6. sırada bitirmesini sağlayacaktı. 1981-82 sezonunda daha da imkansız bir şey gerçekleşti. Southampton, Ocak ayında ligde liderlik koltuğuna oturmuş, Keegan takımının attığı 72 golün 26’sına imza atarak İngiltere’de Yılın futbolcusu seçilmişti. Sezon sonuna doğru düşüşe geçen Southampton, ligi ancak 7. sırada bitirebilirken, Keegan Britanya Futbolu’na yaptığı hizmetlerden dolayı Şövalyelik Nişanı ile ödüllendirildi.


1982’de nihayet Dünya Kupası Finalleri’ne katılma hakkını kazanan İngiltere’nin en büyük kozu olan Keegan, sakatlığından dolayı grup maçlarında forma giyememiş ama ikinci turda ne pahasına olursa olsun Dünya Kupası’nda oynamak uğruna hayatını riske atmaktan bir an bile olsa çekinmemişti. İkinci tur maçında oynayabilmek için gizlice kiraladığı arabayla İspanya’dan Almanya’ya tek başına son sürat yol alacak ve Hamburg’daki doktoruna kendisini maça yetiştirmesi için yalvaracaktı. Yine de Keegan’ın bu delice fedakârlığı, İngiltere’nin elenmesine engel olamadı. Robson, Keegan’ı bir daha milli takıma almasa da 63 kez milli olup 21 gol atmayı başarmış, 31 kez de kaptan olarak sahaya çıkarak son derece başarılı bir milli takım kariyerine sahip olmuştu.

Dünya Kupası dönüşünde, herkes Keegan’ın şampiyonluğun en büyük adayı olan eski takımı Liverpool’a döneceğini beklerken, o bir kez daha beyniyle değil kalbiyle hareket ederek herkesi şaşırtacaktı. 1982-83 sezonunun başında İkinci Lig’de mücadele eden Newcastle United’a transfer olan Keegan’a herkes “kariyerini mahveden bir aptal” gözüyle bakarken aslında Liverpool-Keegan aşkından bile daha ölümsüz bir aşk başlamıştı. 1982-84 yılları arasında 78 maçta 48 gol atarak önce Newcastle’ı Birinci Lig’e çıkartacak sonra da Beardsley ve Waddle gibi o zamanın en çok göze hitap eden genç yıldızlarıyla taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan hücuma dayalı bir romantik futbolun bayrağını en tepelere dikecekti.


1984 yılında Keegan, Newcastle formasıyla son maçına çıktı, golünü attıktan sonra formasını üstünden çıkarmadan sahanın ortasında kendisini bekleyen helikoptere atlayıp İspanya’ya gitti ve Newcastle’ın kendisini teknik direktör olarak çağırmasına kadar 8 yıl boyunca İngiltere’ye geri dönmedi. Bu 8 yıllık gönüllü sürgünde, hiç futbol izlemediğini ve sadece ailesiyle zaman geçirdiğini anlatan Keegan, bir kez daha İkinci Lig’e düşüren takımın “kurtarıcısı” olarak Ada’ya geri döndü.

İlk sezonunda Newcastle’ı Premiership’e döndürmeyi başaran Keegan söz konusu olduğunda “imkansız” bir kez daha hayal gücü kıt insanların papağan gibi tekrarladıkları anlamsız bir kelimeye dönüşecekti. St James Park, 52.000 kişilik kapasitesiyle Newcastle’lıların yıllardır hayalini kurduğu bir futbol tapınağına dönüşürken, sahada oynanan futbol sadece Newcastle’lıların değil tüm futbol aşıklarının hayallerini yansıtıyordu. 1995-96 sezonunun büyük bir kısmını Man Utd önünde lider götüren siyah-beyazlılar, yıllar sonra ligi ikinci sırada bitirdi, Keegan’ın oynattığı ne pahasına olursa olsun 90 dakika hücum futbolu şehri bir futbol cennetine dönüştürdü.



Ginola’ya göre Keegan bir futbolcunun en çok çalışmak isteyeceği türden ideal bir antrenördü:
“Abi, baba, akıl hocası; bir futbolcunun ihtiyacı olan her şey Keegan’da hayat bulmuş. Futbol bir erkek çocuğun en güzel hayalidir. Keegan’la çalışmaya başladığımda tüm hayallerim gerçek futbola yani ölümsüz bir futbol oynama tutkusuna dönüştü”.
Ginola abartmıyor, Robert Lee “Keegan mucizesi”ni anlatacak kelimeler bulamıyordu:
“O bir teknik adam olarak, oyuncusuna kendisini iki metre daha uzun, on yaş daha genç hissettirir. İngiltere formasını giymemi bir yana bırakın, Keegan’dan önce benim adımı kaç kişi biliyordu ki?”

Keegan, Ferguson’un 12 puan önündeyken şampiyonluğu kaptırdığında, tecrübeli kurt hocanın akıl oyunlarına yenilmişti. Yine de bu kadar yaklaşmışken, olabilecek en güzel şekilde de olsa kaybettikten sonra kendine gelmek çok zordu. Keegan, medya baronlarının skortif eleştirilerine dayanamayıp istifa etmeden önce dördüncü sıradaki Newcastle, Keegan yönetimindeki son maçında Tottenham’ı 7-0’lık bir hezimete uğrattı ama Keegan’dan sonrası Dalglish’lere, Gullit’lere, Robson’lara, Allardyce’lara rağmen baş aşağı bir düşüş oldu. Newcastle, endüstriyel futbolun gerçeklerini kabul edip defansif ağırlıklı oynadıkça daha da düştü.


Keegan ise önce Fulham’i Premiership’e çıkardı. Sonra taraftarlardan gelen yoğun istek üzerine İngiltere’nin başına geçti. Oynattığı futbolun güzelliğine kimsenin lafı yoktu ama artık güzel futbol karın doyurmadığı için yerini Ericksonn’a bıraktı. Daha sonra Manchester City’yi ilk sezonunda 124 gol atan bir takıma dönüştürüp Premiership’e çıkarmasına ve yıllar sonra United’ı yenmesine rağmen eleştirildiğinde bir kez daha çocuklar gibi küsüp gidecekti. Haklıydı, “Güzel futbol oynatmak istiyorsan, teknik direktörlük Rus Ruleti gibi”ydi, “silah sürekli kafana dayalıdır ama merminin ne zaman patlayacağını asla bilemezsin ve patlamasını engelleyemezsin”

Mermi en son Mourinho’nun kafasında patlamış, ilk geldiklerinde Man Utd’ın yeni sahipleri Amerikalılar tarafından Ferguson’a bile yöneltilmişti. Dünyada kara paralarını aklamak isteyen herkesin üstüne üşüştüğü dünyanın en güzel ligi, git gide sadece skortif başarı kriterlerine endeksli bir borsaya dönüşürken tabii ki Keegan’ın Newcastle’a dönüşü bir intihara benzetildi. Ama en azından, Newcastle taraftarı Keegan’ın adı geçtiğinde 10.000 bilet fazla alarak, kulübün sahibine bile sırtında “Kral Kevin” yazan formayı giydirterek kendi kaderini kendisi yazdı. Uzun yıllardır olduğu gibi tek bir kupa kazanmasalar bile en azından “romantik futbol kalesi” kimliklerine bürünerek kaybederken bile zevk almak, eğlenmek, kendileri olmak istiyorlardı. Bir de Keegan gibi oynarken, kazansalardı? Futbol adına daha güzel ne olabilirdi ki? Yine de her şekilde Hollanda misali tarihin en güzel kaybedeni olmak bile başlı başına bir inanma, inanarak yaşama ve Keegan meselesi değil mi zaten?

Hiç yorum yok: