23 Ağustos 2011 Salı

SÜPER MÜZİK BLOGU: http://happybluemondays.blogspot.com/

Kaç zamandır, Total Müzik diye bir kardeş blog açayım diyordum taa ki evlenmeden bir gün önce http://happybluemondays.blogspot.com/ adresini keşfedene kadar... Kendisine çok teşekkür ediyor, severek her gün okuyor izliyorum. Turgut Uyar ile Happy Mondays'i pazartesi ortak paydasında ustalıkla hünerle zanaatla birleştiren bir insanın varlığından mutluluğum ayrı, o varken yeni blog açmanın abesliği apayrı...
Bu vesileyle play-off saçmalığına karşı alın size play-off yok ama İspanya ile beraber futbolun en güzel liginin en güzel şarkısı (Herkes sorup duruyordu, araştırdım buldum, grup Kasabian, bizim Ermeni vatandaşlar gibi mesleği soyadı olmuş bir Amerikalı vatandaştan geliyor adları. Lakin bu Kasabian kasap değil ama Charles Mason'ın şoförüymüş!) Neyse adamlar yani Kasabian hasta Leicester City'li, hayalleri Leicester City'e santrfor olmakmış. A planları tutmayınca B planında rock'n'roll-punk-isyan ekseninde müzik yaparken futbol sosu da katmışlar. Kısaca işte Premier Lig TV'nin süper müziği, geri kalan süper müzikler için http://happybluemondays.blogspot.com/ adresini mutlaka izleyin derim

22 Ağustos 2011 Pazartesi

100 YILLIK KARŞIYAKA AŞKI

Serpil Hamdi Tüzün ile Mustafa Denizli, nikâh şahitlerim olunca kendimi ölmüş de cennete gitmiş gibi mutlu hissedecek kadar iflah olmaz bir Beşiktaşlıyım, o ayrı! Ama bu hormonlu futbol topraklarında, bana “her şeye rağmen” katıksız futbol aşkıyla %100 organik gelen, futbol gönlümü fazlasıyla okşayan bir taraftar topluluğu daha var. O “her şeye rağmen”lik, “skortif başarı”nın çok daha ötesinde, bir futbol takımının asıl ve nihai sahibinin o takımın taraftarının ta kendisi olmasının dünyadaki en efsanevi örneklerinden birisi: Karşıyaka!Bu sezon 100. yılını kutlayacak olan Karşıyaka Spor Kulübü, futbol takımı neredeyse hiçbir şey kazanmamasına rağmen ülkemizin hem nitelik hem de nicelik açısından en çok desteklenen ve açık ara en “karşılık beklemeden” desteklenen kulüplerinden bir tanesi.Kimisi için vapur iskelesinin hemen karşısında maça gitmeden önce midelere bayram ettiren beş midye dolma ve bir bardak susuz fıçı bira, kimisi için de maçtan önce erkek-kadın demeden beraber namaz kılınan Kemalpaşa Camii’ndeki iki bukle maç duası…

Hepsi de bir yerden sonra Karşıyaka futbol takımının üst üste 5 maçta 3 puan almasından daha hayati! Çünkü bizzat hep beraber yürüyerek stada gitmek, mahallede yalnız yürümemek, 3 puanın ötesinde futbolun ta kendisi Karşıyakalı için!
Öyle olmasa, Karşıyaka’nın öteki yakasındaki diğer bir güzel İzmir takımı olan (bana göre güzel olmayan tek bir İzmir takımı yok, o ayrı) Göztepe ile 16 Mayıs 1981’de oynadığı maçın Guiness Rekorlar Kitabı’nda yer almasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki? İzmir futbolunun “Karamazov kardeşleri” Karşıyaka ve Göztepe arasında 1981’de oynanan şimdiki Bank Asya Ligi’ne denk olan 2. kümedeki maçı tam 80 bin taraftar izlemiş ve bu halen 2. kümeler baz alındığında seyirci açısından dünya rekoru!Peki, İzmir’in tamamını, her milimetre karesini bu kadar çok severken neden Göztepe, Altay, İzmirspor, Altınordu değil de Karşıyaka’ya bu kadar takık futbol gönlüm? Çünkü en azından Göztepe’nin başta 1968–69 UEFA Kupası (o zamanki adıyla Fuar Şehirleri Kupası) yarı finali oynamak gibi önemli Avrupa Kupaları başarıları varken, Karşıyaka’nın sadece bir Türkiye Kupası yarı finali ve bir 2. küme şampiyonluğu var, o kadar! Ancak Karşıyaka, İstanbul’un gözü kör olası aşırı endüstriyel futbol kriterlerine göre en az iki kez Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış kadar destekleniyor. Birçok insan kırmızı ile nefes alıp yeşil ile nefes veriyor. Bu başarıya endekssiz tavır da futbol aşığının nefesini açıyor!Mesela sadece Karşıyaka’nın değil Türk futbol tarihinin yetiştirdiği en büyük yeteneklerden olan Gode Cengiz’in tişörtleri çoktan Karşıyaka Store’larda tükenmiş ama Gode’yi nakite çevirmeyi hayati bir mesele olarak gören bir futbol yönetimi yok, bundan da kimsenin şikâyeti yok! Önemli olan Karşıyaka’yı hep beraber yaşamak ve Baki Mercimek gibi yetenekleri süper kısıtlı ama insanlığı 10 numara adamları Gode Cengiz savaşçılığını sergilediklerinde alkışlamak.Mesela bir Chelsea’liyi bir sezonluğuna Karşıyakalı yapın, o salt başarıya endekslenmiş futbol bünyesi asla kaldıramaz, 35.5 günde kanser olur! Ama bir Karşıyakalı’yı alın bir sezonluğuna Londra’ya yerleştirin Chelsea maçlarına götürün, 35.5 gün sonra “Kırmızı giy kalbini sev, yeşil-kırmızı giy kanseri sev” diyerek Karşıyaka’ya döner! Çünkü “O gece bu sene” mi şarkısındaki henüz gerçekleşmemiş hayalin %1 gerçek olma ihtimali Karşıyakalı için futbolun eşanlamıdır. Sahi, hem Reha Kapsal reis döndü hem de Milan’dan Adiyiah geldi. Nihayet “o gece” “bu sene” olur mu acaba? “Olmasa da hep beraber maça gitmek şampiyonluk değil mi zaten?” diyen Türkiye otostopla deplasman mesafe şampiyonu Tulu abinin kulakları çınlasın: “11 Gode Cengiz ruhlu adam, futbol cennetinin ta kendisi zaten!”

İZMİR “FAŞİST” Mİ?
Karşıyaka Taraftar Derneği, bu sezon da daha önceki 5 yılda olduğu gibi Güneydoğu Anadolu’nun en fakir bölgelerine iletmek üzere kalem-defter-kitap toplamakla meşguldü, görüşemedik. Hatta Göztepeliler de ezeli rekabet mantığı uyarınca kendi Güneydoğu’ya yardım kampanyalarını başlatmışlar. Ama kimi reyting canavarları gibi Hitler tonunda böğürüp bağırmıyorlar. Sahi İzmir’de kimse hiç bağırmıyor ki… Kısacası İzmir’e “faşist” diye çamur atanlar öbür tarafta dikkat etsinler. İzmir faşist ise Lucarelli de Lazio’ludur!

19 Ağustos 2011 Cuma

Geçmiş olsun Bülent Karpat abi


Bizi hep güldürdün allah da seni hep güldürsün çok geçmiş olsun Bülent Karpat, yaşayan efsane! Tüm bu pisliğin ortasında her zaman %100 kendin olarak yaptığın tüm gafları, insani boyutunu o kadar özledik ki!


11 Ağustos 2011 Perşembe

ARDA MESELESİ!

ARDA MESELESİ?
Bir keresinde bana şöyle demişti Arda:
"George Best abi ben Beşiktaş'ı senin kadar seven bir de Süleyman başkan ile eski futbolcu abileri, Metin Tekin abiyi falan gördüm. Benim Galatasaray'ı ne kadar sevdiğimi anlaman için şunu anla yeter: Ben şimdi anam babam kadar sevdiğim takımımın formasını giyip sahada temsil ediyorum, oynuyorum. Bir de sen Beşiktaş'a hissettiğin bu sevgiyle Beşiktaş'ta oynasaydın, düşünsene! Ben işte Galatasaray'ı o kadar çok seviyorum!"
Bir Beşiktaşlıoğlu Beşiktaşlı olarak ne yazsam bir yere kadar aslında. Çünkü Galatasaraylının uzun süre en büyük umudu, çoğu zaman en büyük “futbol neşesi kaynağı” olan Arda, değil Atletico Madrid’e, Barcelona’ya gitse bile bu ayrılık sarı-kırmızı futbol yüreğinde sızıdır.
Nasıl hayatta sevdiğimiz kadın bizi bırakıp Brad Pitt’e gidince “Olsun ya çok yakışıklı adam” demiyorsak, yaşadığımız hayatın metaforu olan futbolda da “çok sevdiğimiz” bizi bırakınca, geriye kalan duyguyu bir tek bırakılan kişi anlar. Kimi kızar bir daha adını bile duymak istemez ki en doğal hakkıdır. Kimi “Yolun açık olsun o zaman” der ki, o da kendince haklıdır. Şunu da hatırlatalım: Prekazi, Hagi hatta Metin Oktay’ın bile bir süre sonra yeri en azından saha içinde dolduysa, Arda’nın da yeri dolar bir şekilde. Ancak asıl mesele Arda’nın yokluğunda yaşanacak tartışmalar değil, Arda’nın varlığında yaşanan, transferinde kilit rol oynayan tartışmalar.
Kırmızı-beyaz Türk futbolu gözleriyle bakarsak, Arda en yüksek bedelle yurt dışına transfer olan Türk futbol sanatçısıdır. Yine de Arda’nın derdi ne para be bonservis rekoru aslında. Mesele para olsa anası babası kadar sevdiği Galatasaray’ın teklif ettiği paranın vergiler düşünce üçte ikisi bile etmeyen bir bedel karşılığı La Liga’yı seçmezdi.
Mesele bambaşka. En azından İspanya’da en çok izlenen anti-futbol programında Arda’nın sevdiklerine hakaret edecek “çakma kasıkbilimciler” yok! Artık Arda, dini-imanı-ideolojisi “salt reyting”den ibaret “Belaltıspor”la değil, dünyanın en güzel futbolunu oynayan Barcelona, R. Madrid’lerin birbirinden klas sanatçılarına karşı “futbol” oynayacak. Yani Arda çok sevdiği Galatasaray’dan değil, başka bir şeyden kaçtı aslında. Necip oynatılınca Beşiktaş’a “kreşe döndü” diye hakaret eden, renklerin ötesinde ölümsüz futbol sanatçısı Alex’i tartışan ama Edirne’yi geçince herhangi bir spor programında masa olarak bile iş bulamayacak insan taklitlerinden kaçtı! “Meyve veren ağaç taşlanır” sözünün ÖSYM’de anlam bozukluğu olarak sayıldığı bir futbol kültürüne kaçtı!
Arda başarılı olduğu ölçüde Türk futbolu kazanır; başarısız olursa Türkiye’deki futbol düşmanları kazandıklarını zannederler. Yalnız La Liga maçlarını o “kaynakçı gözlüğü”yle izlerlerse bir şey anlamazlar yine, onu da söyleyeyim!

10 Ağustos 2011 Çarşamba

NANI: 3 – DE GEA: 2

Türkiye'de yaşayan hatta Süleyman Seba'nın yeğeniyle evli olan Manchester'lı dilbilimci Andy Kovacs söylemişti: Marx ve Engels’ın en önemli eserlerini yazdığı endüstri devriminin başkenti Manchester’da bir Manchester City taraftarını “United’ı tutmakla suçlamak” mahkemelerde bile hafifletici sebepmiş!Ancak bir United kalecisinin daha ilk resmi maçında böyle büyük bir hata yaparak “City’den gol yeme suçu”nu hafifletecek çok az şey var.
Van der Sar gibi bir “kalecilik anıtı”nın yerini doldurmak tabii ki kolay değil. Belki De Gea sadece 20 yaşında ama Djeko’dan yediği gol, onu bir anda 10 yaş yaşlandırmış olmalı. O yüzden bir an önce Beşiktaş kalecisi Cenk gibi Nietzsche okumaya başlayıp “Öldürmeyen yara insanı gürbüzleştirir” kafasını yakalaması lazım. Aksi takdirde daha önce Schmeichel sonrası 6 yılda 8 buçuk kaleci değiştiren (Taibi, Bosnich, Carroll, van der Gouw, Barthez, Howard, Goram, Culkin, Rachubka)United’ın yaşadığı “kaleci öğütme sendromu”nun yeni dalgasının ilk kurbanı olabilir! Geçen sezon İspanya La Liga’nın ceza alanı dışından en çok gol yiyen kalecisi olan De Gea’nın ilk olarak en zayıf yönünü geliştirmesi gerekiyor çünkü İngiltere’de gollerin büyük bir kısmı bu tip uzun mesafeli şutlarla atılıyor!Ancak neyse ki Nani ve United’ın yeni gençleri (Başta Cleverly ve Smalling nefis oynadılar), Fevzi’nin formasını içine giyen İlhan Mansız edasıyla “De Gea’nın ilk maç acısı”nı 45 dakikada biraz olsun hafiflettiler. Zaten United maça daha iyi başlayan ekipti sadece ilk yarıda son vuruşlarda geçen sezonun kilit golcüsü Chicarito’nun bitiriciliğini aradılar.
25 sene önce United’a ilk geldiği yılki gibi Ferguson bir kez daha günü kurtarmak uğruna (City’nin aksine) geleceği ipotek ettirmiyor, yepyeni gençlerle kazanırken bir yandan da geleceğin takımını kuruyor. 2. yarıda bir ara 22.5 yaş ortalaması yakalayan United’ın en “yaşlı” oyuncusu 26 yaşındaki Ashley Young’dı. Diğer kanatta ise Nani, artık Cristiano Ronaldo’nun bile boşluğunu doldurabilecek kalibrede bir hücum silahına dönüştüğünü haykırırcasına bir “futbol bienali” sergiledi.
Ferguson’un aklında emekli olmadan önce Barcelona’yı tahtından devirmek var. Yoksa üst üste 10. kez Community Shield finalinde sahne alan United için bu maç sadece test niteliğinde. City için ise sadece bu finali kaybetmek değil, son 3 yılda transferde Premier Lig’in diğer ekiplerinin tamamına yakın bir para harcayıp bu kadar kötü oynamak “paha biçilmez” olmalı!

1 Ağustos 2011 Pazartesi

2014 Dünya Kupası Elemeleri ve Türkiye

Kuralar çekilir çekilmez, birçok kişi “Güzel kura, Hollanda’nın ardından 2. oluruz, play-off’ta Allah Kerim!” tezinde birleşti. Gerçekten de 3. torbadaki ekiplerden en düşük FIFA sıralamasında olan Macaristan’ın gelmesi, Belçika, Ukrayna, İsviçre gibi “başımızın tarihi belaları”ndan birisiyle eşleşmemizden daha iyi. Ancak 9 gruptan en iyi 8 ikincinin play-off oynayacağını unutmamak lazım çünkü G ve H grupları hariç gruplarda 2. sırayı alabilecek birçok takımın bizden fazla bir eksiği yok!
Bu süreçte eğer gerçekçi ihtimalde ikincilik hedefliyorsak, asıl rakiplerimiz Macaristan ve Romanya’dan çok kendimiz ve kronik duran topları savunamama sorunumuz! İşin aslı iki maçtan birinde Hollanda’yı yenme ihtimalimiz, gruptaki diğer rakiplerimizi her iki karşılaşmada da yenme ihtimalimiz kadar var. Azerbaycan yenilgisi ile bir kez daha ortaya çıktığı gibi millilerle her şey mümkün! Allah korusun, 1998 Dünya Kupası Elemeleri’nde olduğu gibi Hollanda’ya iki maçta da yenilmememize rağmen Dünya Kupası’nı elimizde kumanda imrenerek izlediğimizi unutmamak lazım!



HOLLANDA
2010 Dünya Kupası finalisti Hollanda, uzun yıllar boyunca Euro 88 hariç hep “hatice şampiyonu” olmuştu. Ancak son yıllarda, tüm dünyadaki taraflı tarafsız herkesi büyüleyen estetik hücum futbolu ekolünden biraz ödün verip Total Futbol’dan Total Kontrol’a geçtiler ve daha netice odaklı bir futbol sergilemeye başladılar. 2010 elemelerinde %100’lük bir galibiyet oranı yakalayan Hollanda
Euro 2012 elemelerinde de şu ana kadar oynadıkları tüm maçları kazandı ve 6 maçta 21 gol atmayı başardı. Bert van Marwijk yönetiminde tarihin en güzel futbol oynayan Hollanda’sı olduğu fazlasıyla tartışılır ama şu anda Avrupa’nın İspanya ile beraber en zorlu takımı oldukları aşikâr!
FIFA sıralaması: 2
Takımın Yıldızı: Wesley Sneijder


MACARİSTAN
31 maç üst üste kimsenin bileğini bükemediği Puşkaş’lı takımını babadan dededen şimdiki Barcelona’nın 50’li yıllardaki milli takım versiyonu olarak dinleyip büyüdüğümüz Macaristan, 1986’dan beri Dünya Kupası, 1972’den beri de Avrupa Şampiyonası finallerine kalmayı başaramadı. Yine de son yıllara baktığımız zaman ilk kez uzun yıllar sonra 30 maçlık periyotlarda en azından galibiyet ve yenilgi sayılarını eşitlemeyi başardılar. Bu da Macar futbol kamuoyunda olumlu bir hava yarattı. Euro 2012 için şansları zor olsa da 2014 Dünya Kupası’na katılmayı asıl hedefleri olarak görüyorlar. FIFA sıralaması: 47
Takımın Yıldızı: Balazs Dzsudzsak


ROMANYA
Hagi’nin futbol kariyerini sonlandırmasından bu yana, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonaları’nda ses getiren Hagi’li Popescu’lu Romanya’nın kötü bir karikatürüne dönüştüler. Son 5 büyük turnuvadan sadece Euro 2008’e katılmayı başaran onda da turnuvanın en kötü futbolunu oynayan takımlardan birisi olarak ilk turda elenen Rumenler, 4. torbaya kadar gerilediler. 1990’ların sonunda FIFA sıralamasında 3. sıraya kadar yükselmeyi başaran Romanya, yeniden toparlanmak için Mircea Lucescu’nun Shakhtar’daki misyonunu tamamlamasını beklerken oğlu Razvan’ı göreve getirmişti. Ancak Euro 2012 elemelerinde üst üste alınan başarısız sonuçlardan sonra sadece %33’lük düşük bir galibiyet oranı yakalayan Razvan’ın yerine eski teknik direktörü Piturca yeniden göreve getirildi. Süper sorunlu yıldızları Mutu, milli takımdan emekli olan Inter’li Chivu’nun yerine kaptanlığa getirilmiş ve Bosna karşısında alınan 3-0’lık zaferde tamamen bitmediğini herkese göstermişti.
FIFA sıralaması: 53
Takımın Yıldızı: Adrian Mutu & Ciprian Marica


ESTONYA
Son hazırlık maçında Uruguay’ı yenerek herkesi şaşırtan Estonya 2000’li yılların başında yakaladığı çıkış ivmesiyle son torba takımı olmaktan kurtulmuştu. Kendi evleri Le Coq Arena’da ateşli taraftarının desteğiyle daha iyi maçlar çıkartan Baltık temsilcisi Euro 2012 elemelerindeki son maçında Sırbistan ile berabere kaldı. 2010 Dünya Kupası elemelerinde de kendi evlerinde bizden puan almayı başardıklarını unutmayalım.
FIFA sıralaması: 79
Takımın Yıldızı: Andres Oper


ANDORRA
Türkiye’nin 4. büyük golü olan Eğirdir Gölü kadar yüzölçümüne sahip bu mikro ülkenin futbol milli takımı sadece 15 yaşında. 98 milli maçta 86 yenilgi yüzü gören Andorra, resmi maçlardaki tek galibiyetini Makedonya karşısında almıştı. Türkiye’nin en az nüfusa sahip Bayburt ilinden biraz daha fazla bir nüfusa sahip olan Andorra 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012 elemelerindeki tüm maçlarını kaybetti. Sadece bu grupta değil önümüzdeki en az 10 turnuvada da bir turnuva finaline katılmak gibi bir umudu yok.
FIFA sıralaması: 203
Takımın Yıldızı: Yok