O kadar insancığın hayatı sırf fakir oldukları için altyapısızlığın kaderine terk edilince ben birçok kişi gibi "haberler manşeti" muamelesi yapıp çeviremedim sel sayfasını... Tüm hayatım boyunca olduğu gibi bir kez daha acılarımı ruhumdan çıkarıp kurumaları için ayışığına asmayı denedim... Güzel bir müzik (Stone Roses'ın solisti Ian Brown'un soloları özellikle de 2004 tarihli Solarized), güzel iki maç (Manchester City - Arsenal ve Galatasaray-Beşiktaş derbisi)biraz olsun ruhumu boğan sel acısını hafifletti sağolsunlar ama asla unutturmadı, hiçbir şey de unutturmayacak; topu dereye atmak sadece yenecek gollerin dakikasını değiştirecek, maçın sonucunu asla değiştiremeyecek...
Hayatta en önemli şey aslında eldeki malzeme ve onu nasıl kullanacağınız arasındaki ilişki... Sözde Avrupa'nın sözde kültür başkentinin malzemesi yani insanı, yöneticisi, doğası, coğrafyası ve de en önemlisi altyapısı bu kadardı, o malzeme bu şekilde har vurulup harman savrulunca da böyle oldu maalesef...
İki türlü insan var bu dünyada: İdealistler ve realistler yani gerçekçiler... Dünyanın mikrokozmosu ve yansıması alan futbol topu da aynı şekilde idealistler ve realistlerin çatışmasıyla sürüyor, gidiyor...
İki çok saygı duyduğum, idealistoğlu idealist teknik direktörü, Arsene Wenger ve Mustafa Denizli'yi aynı gün içinde bu kadar zor durumlara düşerken görmek futbol gönlümü pek de okşamadı açıkçası... Ama biraz futbol tarihine bakıp biraz da kendi hayal dünyamda menajerlik oyunlarında düştüğüm benzer durumları hatırlayınca Arsenal Wenger ve Büyük Mustafa ile kolayca empati kurabildim. Biraz Don Kişot biraz da 1789 devrimcileri (hala kazanıp kazanmadıkları net belli değil ama hala konuşuluyorlar bu açıdan)gibi dünyanın kalanına karşı kendi inanç ve doğrularında inatla ısrar etmenin yeşil sahalardaki izdüşümü her iki hocanın da başına gelen...
Trabzonspor'un eski, Fildişi Sahili'nin faal hocası Vahid Halilhodziç şöyle demişti Arsenal Wenger için şöyle demişti: "Güzel futbol adına onları izlemeye doyamıyorum, orası kesin ama bir gol atmak için 100000 tane kısa pas yapmaları bir yerden sonra onları tıkayacak, güzelliklerine gölge düşürecek karakteristikleri olmasından korkuyorum" Halilhodziç'in korktuğu Wenger'in başına geldi maalesef. Wenger, dünyanın kalanına karşı kendi inanç ve doğrularında inatla ısrar etmeye devam ederken tarihsel olarak her idealist hocanın zor durumlara düşmesine sebep olan taktiksel fetişizminin kurbanı oldu bir anda.
4-2 kaybedilen ve Manchester City'nin Arsenal'in yerine dört büyüklerden birisi olma hedefi bağlamında sezon başının en kritik maçı olan karşılaşmada idealist hocanın taktiksel fetişizmi Adebayor'un intikam ateşi ve Mark Hughes'ün eski hocası Alex Ferguson'dan kaptığı estetik pragmatizme yenik düştü. Wenger, son 5 sezondur bir yerden sonra kendine zarar bir taktik fetişizme dönüşen kendi doğruları adına oyuncularını en verimli oldukları asıl mevkilerinde oynatmıyor. Bu sezonki en taze örnekler sakatlığı yüzünden Manchester City maçında forma giyemeyen dünyanın son 9.5 numara harikası, Zico'nun 21. yüzyıl versiyonu Andrey Arshavin'i ısrarla sol açıkta oynatması. Başta fiziksel yapısı açısından olmak üzere birçok nedenden asla sağ açıkta verimli olamayacak Danimarkalı post-modern kule Bendtner'i ısrarla orada oynatması, City karşısında alınan "tarihi" yenilgide belirleyici oldu. Belirli yaşın üstünde oyuncuları almayı reddettiği ve sürekli Frankofon orijinli gençlere yatırım yapmayı tercih ettiği için Arsenal'in uzun zamandır bir Terry'si, Lampard'ı, Gerrard'ı, en azından bir Carragher'ı bile olmadı. 2009 model Premier Lig'de 0 yerli, 0 direnç demek! Manchester City adına maçın adamı her hareketiyle Adebayor olsa da taktiksel açıdan açık mavilerin kahramanları iki yerli oyuncu İngiliz orta saha Gareth Barry ve Galli patlayıcı çatlak forvet Craig Bellamy'di. Şöyle bir orta sahaya bakınca, Küçük Mozart Rosicky'nin sanki hiç sakatlanmamış gibi harika geri dönüşüne ve dünyanın en modern orta sahası Fabregas'a rağmen City nasıl oldu da bu bölgede Arsenal'den daha etkili oldu? Çünkü Gareth Barry pekala oyun tarzı olarak İngiliz değil de frankofon ve 25 yaşın altında olsa Arsenal Wenger için biçilmiş kaftan. Ancak Wenger'in idealizmi o bölgede Denilson ve Song'u tercih etti, ikisine de başarılar ama Tony Adams gibi yerel bir doğuştan lider figürü olmadıkça Arsenal, arkasına Arap sermayesini almış her pragmatik olma bağlamında Alex Ferguson ekolünden yerli teknik adam karşısında aynı durumlara düşecektir.
Peki, Beşiktaş'ın düştüğü hale ne demeli? Aslında dün pekala Mustafa Denizli Arsenal'in başında Mark Hughes'ün Manchester City'sine aynı şekilde yenilirken, Arsene Wenger de Beşiktaş'ın başındayken Rijkaard'ın Galatasaray'ına yenilebilirdi. Alex Ferguson örneğinde olduğu gibi en çok kazanan teknik adam hep oyuncularına göre taktiğini belirleyenler, taktiğine göre oyuncularını belirleyenler değil!
Yusuf'u bu kadar kaygan bir sahada, yaşı göz önünde bulundurulunca bu kadar ağır bir sakatlıktan sonra üstelik de Tabata ile aynı anda oynatmak, sadece biz iflah olmaz güzel futbol aşıklarının yürüyen Messi Yusuf'u zevkle izlemesini sağlar, neticeye ise katkısı pek olmaz maalesef. Tabii ki ilk yarı sonunda Yusuf bu kadar iyi oynadıktan sonra orta sahada daha sert ve ısırıcı olmak adına iki hücuma dönük orta sahadan birisini çıkarmak gerekirse, kağıt üstünde çıkması gereken Tabata olabilir. Ancak tüm bir maç boyunca sol kanada sıkıştırılan Yusuf'la oyun kurmaya çalışmak hem takımın hücum temposunu düşürür, hem de hücum sahasının daralmasına sebep olur. Üstelik de buna ilk yarıda sahanın dikeylemesine en çok koşan oyuncusu olan Tabata'yı aldıktan sonra devam etmek tam anlamıyla taktiksel fetişizmin dik alakasından başka bir şey değil!
Yusuf'un mevkilendirildiği yerden Beşiktaş'ın engebeli ve kaygan taktiksel yoluna devam edersek, Galatasaray'ın taktik dizilişini ilk 3 dakikada kağıda dökerken Beşiktaş'ınkini 11. dakikada bile yapamamış olmamı belirtiyim. Takımı bu kadar yakınden izleyen taktik analiz delisi birisi olarak bu durum fazlasıyla düşündürücü. Ekrem gibi doğuştan bir kanat oyuncusunu dünyada eşi benzeri olmayan "pire tipi önlibero" olarak görmenin şoku, İsmail Köybaşı'nın İbrahim Üzülmez'den sonra Ahu Tuğba sonrası Beren Saat etkisi yarattığı mutluluğunu sıfırlıyor.
Aynı "futbolda bir yanlış üç doğruyu götürür" durumu Beşiktaş 2-0 yenikken Bobo ve Holosko'lu oyun kurgusunda devam etti. Skor 2-0 ama Beşktaş hala tek santfor Bobo'yla oynarken Holosko sağda, Serdar Özkan solda... Hayır, Serdar sağdayken kaçırdığı goller hariç takımın açık ara en iyisiydi, sola geçince o taktiksel doğru da yanlışa dönüşüverdi. Galatasaray'ın bu kadar vasat bir performans sergilediği bu maçın pekala dönüm noktası olabilecek anlarda Mustafa Denizli'nin bu sezonki en kötü huyu bir kez daha devreye girdi: Oyuncuları optimum verimli olacakları yerde ısrarla oynatmaması. Şöyle bir ilk beş haftayı bir arada görmeye çalışan bir parantez açarsak:
1-Bobo, Galatasaray maçı hariç sürekli olarak sol kanatta oynatıldı, o yüzden sezona bu kadar verimsiz başladı. Solda Bobo'dan Henry olması imkansız çünkü sol ayağı sağına göre çok zayıf, ortaları vasat, çizgide adam eksiltme özelliği vasatın biraz üstü. En iyi yaptığı işler olan kafa vuruşları ve karambol fırsatçılıkları sol çizgide hiçbir işe yaramıyor maalesef.
2-Nihat, Glatasaray maçı hariç daha çok 10 numara gibi oynatıldı. Nihat kaleye ne kadar yakın oynarsa o kadar iyi bir oyuncu; kaleye ne kadar uzak oynarsa da o kadar sıradanlaşıyor maalesef çünkü en zayıf özelliği oyunu yönlendirme bağlamında. Yusuf soldayken Nihat'ı 10 numarada görmek yeterince kötüydü, Nihat'ı tek santrfor gibi görmek daha da kötü oldu maalesef.
3-Bir kadroda beş tane sağ kanat beki oynayabilecek oyuncu (Ekrem, Rıdvan, Toraman, İbrahim Kaş, Erhan), 2.5 tane santfor oynayabilecek futbolcu olması kadro yapısını en baştan sorgulanması gerektiğini düşünüyor. Sürekli 4-4-2 oynanacaksa 4 sağbek profilinde oyuncu olması iyi bir fikir ama o zaman da 3 kulvarda mücadele ederken 2 santrforluk yer için 2.5 adam olması bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu. Sezon başından beri olduğu gibi hiç 4-4-2 oynanmayacaksa tek kanat için bu kadar aday olması neden, onu da anlamak imkansıza yakın. İbrahim Kaş, Toraman'ın yokluğunda 3. stoper olarak alındı ama ilk maçta sağ kanat beki olarak karşımıza çıktı, peki o zaman Ekrem de varken hem Erhan, hem Rıdvan neden alındı? Bildiğim kadarıyla Fenerbahçe ile bu iki oyuncu uğruna gereksiz bir transfer savaşına da girilmiş değil.
4- Mustafa Denizli, sürekli olarak takımın defansif yönünü sağlamlaştıran dörtlüsünü (Sivok, Ferrari, Fink, Ernst) överken önlerindeki hücumculardan beklediği verimi alamadığından şikayet diyor. Haklı öndekiler geridekilere göre gerçekten de sefilleri oynadılar. Ancak şunu da sormak gerek, 21. yüzyılda savunma ve hücumu birbirinden bu kadar kalın çizgilerle ayıran, defans ve forvet oyuncularının birbirinden bu kadar kopuk oynadığı 2. br takım daha var mı?
Ayrıca Rüştü, o Kemal Sunal filmivari golleri yemese de ilk dört maçta gayet iyi oynamış Hakan Arıkan'ın yerine bu sezon hiç oynamamış, sakatlığını zar zor yeni atlatmış kaleciyi tercih etmek taktiksel bir hata olmanın ötesinde, Mustafa Denizli hümanizmine yakışmayan bir haksızlık oldu. Ayrıca hepsinden de önemlisi dün Beşiktaş Arda'nın sadece adının olduğu kendisinin hiç olmadığı bir Galatasaray'a yenildi. O yüzden puan farkı ne 6 ne de 9, taktiksel fetişizmde inat edilirse aradaki fark sadece puanla açıklanamayacak kadar büyük olacak!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Mustafa Denizli'ninki taktiksel falan değil, saf fetişizm bence. Hadi Wenger sürekli olarak genç oyuncuları harmanlayıp belli bir sistem, felsefe yaratıyor. Tamamen domine ettiği bir 45 dakika içinde üç gol yiyor ama, nihayetinde takımın amacının ne olduğunu hep biliyoruz.
Mustafa Denizli ise tamamen sürprizlere, şaşırtmalara yöneliyor. Kaldı ki, ısrarla belli bir oyun felsefsinde ısrar ettiğini de hatırlamıyorum. Wenger kendi felsefesinin mümkünlüğünü test etmekle meşgulken, Denizli "kimsenin düşünmediğini" yapmaktan haz alıyor.
İkisinin de oyuncuları gerçek pozisyonlarında oynatmadıkları bir gerçek ama, Denizli'nin bu oyuncuları neden o pozisyonlarda oynatmadığının cevabı her maç için değişirken, Wenger'in cevabı bırakalım her maçı, her sezon aynı. Wenger her zaman geçerli bir oyun peşinde, Denizli ise her yeni elde başka bir şey düşünüyor. Neticede Kumarbaz, her yerde kumarbaz.
Bence Wenger'le Denizli'yi aynı kefeye koymak, Wenger'e haksızlık oluyor.
Yazıya tamamen katılmakla beraber dün aklıma takılan birşeyi yazmak istiyorum. Beşiktaş'ın kadrosuna baktığımda Nihat Kahveci gibi bir isim varken hatta Rüştü ve Yusuf gibi futbolcular varken Serdar Özkan'ın kaptanlığı neden. Bu takımda Delgado'nun kaptanlığı neden. Kaptanlık kriterleri nedir Beşiktaş'ta.
@Burak Eren
O pazubandını Nobre'ye dahi verdik biz. Beşiktaş kaptanı olmak bu kadar kolay değilken,kolaylaştırdılar.
Ne Rüştüsü, ne Yusuf'u. Altyapıdan gelen Beşiktaşlı adamın kolunda olması pazubandını niye rahatsız eder ki? Belki o bant Beşiktaş'ın kıymetini daha iyi öğretecek Serdar'a. Gs'de Arda olunca çok güzel, bizde Serdar olunca saçma??
Ege
Musta Denizliyi Derwall in yanında yardımcı olduğundan beri takip ederim. Ş.kulüplerde yarı finalini de a. achen günlerini de hatırlarım. Diyeceğim şu ben hayatımda Mustafa Denizli kadar kötü taktiksel sistem ve oyuncu tercihi yapan başka hoca bilmem tanımam.. Hiç sevemedim hala sevmem ilginç olan yaptığı garipliklerle ortaya çıkardığı mucizeler ve yanından eksik etmediği şans. Peygamber olsa HZ İSA olurdu kesin yani mucizesi bol ama sonu hep çarmıh!!
Yorum Gönder