8 Temmuz 2009 Çarşamba

AİLE BOYU FUTBOLCU ABDUL KADER KEITA



Bir ayrı severim baba-oğul, abi-kardeş futbolcuları... Formun geçici, yeteneğin ebedi olduğunu kanıtladıklarından mı yoksa tarihte belli bir devamlılık sağlayarak futbolun mekanlar ve zamanlar üstü ölümsüzlüğünü vurguladıklarından mı bilemiyorum ama Laudrup'lardan Koeman'lara, Şota-Arçil Arveladze'lerden yeteneği kısıtlı ama forma aşkı efsane Neville'lara bayılırım iki kardeşin aynı takımda oynaması durumuna... Hele hele Gudjohnsen'ler ve Laudrup'larda söz konusu olduğu gibi baba oğulun yan yana oynaması bambaşka bir futbol tadıdır, ölümsüzlüğün, sportif ruhun katıksız uzantısı bayrak yarışının ta kendisidir...

Son yıllarda abi-kardeş akımının en parlak temsicileri garip bir şekilde hep Fildişi Sahili'nden çıktı. Bir ihtimal yıllardır Fransız emperyalizminin erozyona uğrattığı toplumsal değerlere karşı futbolun sosyalleştirici ekseninde geleneksel aile değerlerinin el üstünde tutulmasının sonucu olabilir bu durum. Yaya ve Kolo Toure, Arouna ve Bakary Kone (bir de Karamoko Kone var küçük kardeş Roda'da yedek), Bonaventure ve Solomon Kalou'lar...

Galatasaray'ın yeni yıldızı Abdul Kader Keita da aslında en az onlar kadar hatta onlardan bile daha futbolcu bir aileden. Annesi Somalili olan Abdul Kader Keita'nın abisi Hamza Keita zamanında Fildişi Milli Takımı'nın önemli oyuncularından birisiydi. Hele baba Keita herhalde ailenin en büyük futbol delisi olacak ki iki oğlunu da futbolcu yapmasının yanı sıra Keita ailesinin yaşadığı Gagnoa ilçesinin futbol takımı Sporting Club de Gagnoa kulübünün de kurucusu.

Abdul Kader Keita, ailenin en büyük yıldızı kuşkusuz. 1980'lerde Cezayir, 1990'larda ise Kamerun ve Nijerya'nın estirdiği Afrika futbol rüzgarı ve Kara Kıta'nın futbol dünyasındaki rönesansı sürecinde Batılı beyaz adamların "Çok düşük maliyete süper yetenek" şiarıyla yaptığı Afrika ihracatının en bereketli dönemi olan 2000'lerin önemli bir yıldızı Keita.

Daha 17'sinde bir çocuk yıldız kıvamında İsveç'in Elfsborg takımına transfer olan Ağustos 1981 doğumlu süper yetenek, çok genç yaşta uluslararası şöhreti ve parayı bulmuş bir futbolcu. Elfsborg'de kısa bir süre kalan ve kaçınılmaz olarak uyum sorunu yaşayan (hayatı boyunca 30 derece sıcaklığı serin olarak değerlendirmiş bir gencin en sıcak havanın 20'yi bile geçmediği Avrupa'nın en medeni ülkesine gitmesinden bahsediyoruz!) Keita Fildişi'nin en başarılı takımı olan Africa Sports National'da asıl yıldızını parlattı. Africa Sports National, Kamerun'un efsanevi kalecisi Joseph Antoine Bell, Amokachi-Okacha'lı Nijerya'nın yıldızlarından Yekini ve Keshi'nin de zamanında formasını giydiği Afrika kıtasının bir nevi Porto'su, Rangers'ı, Celtic'i olan bu kulüpteki performansı Keita'yı daha çok genç yaşta Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi futbolcuların para bastığı liglere taşıdı.



Aslında bundan 8 yıl önce 9 milyona değil 9000 dolara Türkiye'de oynamaya başlayabilirdi Keita ancak adı lazım değil onu denemeye alan takımlarımızdan birisi kendisini beğenmeyerek bir haftada geri yollamayı başardı! Uzun vadede asıl kaybeden ise Keita'yı üç hafta deneyip imza attırmayan Paris Saint Germain olacaktı. Tunus'un efsanevi takımı Etoile Sahel'den sonra sırasıyla BAE'de Al Ayn ve Katar'da Batistuta ve Romario ile beraber Al Sadd formalarını giyen "Popito" lakaplı süper yetenek, Katar'dayken harika çalımları ve spektaküler hareketleriyle taraftarları kendisine ölümüne hayran bırakırken başına buyrukluğu ve disiplinsizliğiyle hocası Bora Milutinoviç'i çıldırtmayı başardı. Dünyanın dört bir yanında takım çalıştıran ve Irak'ı çalıştıracak kadar gözü kara bir futbol gönüllüsü olan Milutinoviç en sonunda yönetime şöyle buyuracaktı: "Ya ben, ya Keita. Hatta Keita kalırsa ben sadece takımı değil, futbolu da külliyen bırakıyorum!"
Söz konusu olan aslında Yattara, Okocha, Amokachivari bir vakadan daha fazlası değildi. Afrikalı yıldızların birçoğu gibi Keita'nın da yetenekleri takım disiplini kalıbına sığamayacak kadar coşkun ve sınırsızdı. Neyse ki kazanan Lille oldu. Fransa'nın Gençlerbirliği misali mütevazı takımı önce Keita'yı bu hengamede kapıp Claude Puel yönetiminde altın çağını yaşadı daha sonra da ele avuca sığmaz süper yeteneği 16+2 milyon euro'luk rekor bedelle Lyon'a sattı.

Sevgili Galatasaraylı kardeşlerim, abilerim, ablalarım "Bu adam Lyon'da topu ayağına sürmemiş, nasıl olacak bu iş; üstelik de çok disiplinsizmiş" diyerek hiç kaygılanmasınlar. Keita, Rijkaard futbolunun, sahanın maksimum kullanımına dayalı açık futbolun oyuncusu. Robben'den tek eksiği kurnaz olmaması. Eğer Keita, Ortega misali Lorant yönetimindeki bir takıma gelseydi bomba elde patlardı ama Rijkaard var, Neeskens var, oyuncularını konsantre etmek için onlara The Pixies, Nirvana, The Smiths dinleten bir total futbol dehası, Cruyff'un en başarılı mirasçılarından birisi var. Yani kısacası korkulacak bir sorun yok, bir Beşiktaşlı olarak arada Keita'yi izlemeye geleceğim, orada görüşürüz...

7 yorum:

Tunç Bozacılar dedi ki...

abi arada Beşiktaşlı kardeşlerini de izle bari :)

www.tersmanyel.blogspot.com

sevgiler...

Çağrı Mutaf dedi ki...

Ali Abi çok iç gıcıklayıcı bir bitiriş olmuş =)
(Galatasaraylı olarak söylüyorum)

Aynı zamanda Barcelona futbolu (ve tabii ki senin Barça-Real derbisinin tarihsel kökenlerini anlattığın yazı) sayesinde futbolu yeniden sevmiş biri olarak da söylüyorum.

Not: Rijkaard'ı sevmek için pek çok nedenimiz vardı (futbolculuğu, total futbol anlayışı, bugünkü Barça'yı Barça yapanlardan biri oluşu, saçları/karizması, Galatasaray'ın TD'si olması
en son oyunculara dinlettiği müzikler ve müzik zevkini de öğrendik
Zevkten 4 köşeyiz =)

Ne dersin kupa finallerinden önce Dinar Bandosu da dinletir mi? =)

Manisa'dan sevgiler...

mondo trasho dedi ki...

4-4-2 türkiye'de ileriki aylarda bir keita röportajınızı okumak nasip olur inşallah:)

sembolist dedi ki...

Yüreklere su serpen bir yazı gibi olmuş,,ellerine sağlık..
Keita konusunda tek ve en çok güvendğim nokta, referansının Rickaard olması.

Adsız dedi ki...

Elinize sağlık. Bu arada SKY Türk'teki programınız da çok güzel, tebrikler. George Best tişörtünü görünce Ali Ece olduğunu anladım o bandanalı adamın.

shenem dedi ki...

Pixies "where is my mind"la sezonu açarız artık:)"...With your feet in the air and your head on the ground. Try this trick and spin it.."

zero dedi ki...

Üniversite hayatı işte... bambaşka kültürlerden farklı farklı nice insanı yan yana getiriyor, bilmediği bir dolu şey öğretiyor. Son yıllarda abi kardeş akımının en parlak örneklerinin neden hep Fildişi Sahilleri'nden çıktığıyla ilgili tesbiti okuyunca aklıma geldi. Üniversitede tanıştığım Fildişi Sahilleri'nden gelmiş bir arkadaş benzer bir hikaye anlatmıştı yıllar evvel. Okumak üzere garip bir hikaye sonucu yolu Türkiye'ye düşmüş olan arkadaşım, ailesinden yalnız futbolcu olan abilerinin aileyle birlikte ülkesinde kaldıklarını, futbolla ilgilenmeyen herkesin (çoğu Fransa'ya olmak üzere) hep başka ülkelere dağıldığını söylemişti. Futbolcu olmanın bir anlamda varoluş meselesi falan olduğunu anlatmıştı da, o zamanlar ne demek istediği üzerine epey düşünmüştüm. Afganistan'da hayatta kalmak isteyen kız çocuklarının erkek kılığına girerek sokakta yemek aramaya çıkması gibi, bu arkadaşım da 5 ile 10 yaş aralığını erkek kılığında futbol sahalarında geçirdiğini, sonraki yıllarda ise cinsel kimliğiyle yüzleşmek zorunda kaldığında oldukça buhranlı dönemler geçirdiğini kahkahalar eşliğinde anlatmıştı. Keşke burda olsaydı da Keita'yı onunla birlikte seyretmeye gitseydik...

Ama son söz olarak söylemeliyim ki, bir Beşiktaşlı olarak Keita'yı değil ama Rijkaard'ı izlemeye gitmeyi ben de çok istiyorum. Beni son yıllarda gittikçe kendinden uzaklaştıran Türk futbolunun bol entrikalı-az futbollu girdabına Rijkaard-Neeskens ikilisi bir ilaç gibi geldi resmen. Kendi takımım olmamasına rağmen en son ne zaman bu kadar heyecan duydum hatırlamıyorum. Yok yok, hatırlıyorum ama çoook eskilerde kaldı. Umarım bu yıl ortalık daha çok futbol kokar!