9 Nisan 2009 Perşembe
Liverpool Efsaneleri: Son Efsane Steven Gerrard BÖLÜM 1
KIRMIZI BİR FUTBOL MASALI (FourFourTwo arşivimden)
1980’li yılların ortası… Liverpool sokaklarında hiç dinmeyecekmiş gibi gözüken bir yağmur ve fırtına var… Ama insanların başı dimdik, futbol topunun içine gizlenmiş hayallerine dört elle sarılmışlar, Anfield Road’a doğru yürüyorlar. Rüzgâra, yağmura aldırmadan, birazdan başlayacak maçta mutluluğun gümüşten şarkısını bulacaklarına emin bir şekilde stada yaklaştıkça adımlarını hızlandırıyorlar. Hep beraber koşarcasına yürümeye devam edenler arasında bir baba ve oğlu, ikisi bir kırmızı kaşkolu takmış… Baba oğluna o anda dondurucu soğuğu hissetmemek için hep bir ağızdan söylenen şarkının sözlerini öğretmeye çalışıyor… O anı ölümsüzleştiren o şarkıyı: “Asla Yalnız Yürümeyeceksin”
Biraz sonra maç başlıyor. Babayla çocuğun oturduğu sol kanatta top Siyah İnci’nin ayağına gelince herkes ayağa kalkıyor. Çocuk, babanın pantolonunu çekiştiriyor: “Top Barnes’a geldi, beni omzuna al!”
Ama birden, o yıllarda olmayacak bir şey oluyor ve rakip takımın forveti, cezaalanının dışına kadar çıkmış Liverpool kalecisi Grobbelaar’ı geçip topu boş kaleye yuvarlıyor. Tüm dünyada maçı televizyonlarının başından izleyen futbolseverler pozisyonun gol olacağından eminler. Ama Anfield’da kale arkasında oturan Liverpool taraftarlarının hepsi ayağa kalkıyor… Kaleye gitmekte olan topu hızlandıran fırtınaya aldırmadan meşin yuvarlağın aksi yönüne doğru nefesleri tükenene kadar üflüyorlar… Çocuk, babasına “Ne yapmaya çalışıyorlar?” diye soruyor. Baba sadece “Bu üfledikleri nefes, Liverpool ruhu” diyor.
O maçtan yaklaşık 15 yıl sonra bu kez o küçük çocuk büyümüş, Liverpool’un yeni John Barnes’ı olmuş… Tribünden bu kez endüstriyel futbol çağının en görkemli ikonlarından birine dönüşmüş ama çocuk kalbi o maça gittiği günde kalmış 8 numara için yeni bir şarkı söylüyorlar:
“Sen gerçek olamayacak kadar iyisin
Kimse senden topu alamaz
Cennetsi bir dokunuşun var
Souness’ın Rush’a verdiği paslar gibisin
Ve hepimiz pub’larda körkütük sarhoşken
Senin bizle olduğuna inanamıyoruz hiç
Gerçek olamayacak kadar iyisin”
Steven Gerrard’ın küçüklük kahramanı John Barnes, yıllar sonra o gün kendisini ve 12. adamın olağanüstü çabasını izleyen çocuk dünyanın en çok örnek alınan orta saha oyuncusuna dönüştüğünde şöyle buyurmuştu: “Bugün Zidane ve Ronaldinho gibi hücuma dönük orta saha oyuncuları futbolu şereflendiren en büyük yetenekler. Makelele ise orta alanın defansif yükünü tek başına çeken modern futbolun en büyük zanaatkarı. Gerrard, tek tek karşılaştırınca bu oyuncuların hiçbirinden daha üstün olmasa da bir takım oyuncusu olarak bu üç futbol zanaatkarının yaptığının hepsini yapabilen dünyanın en komple oyuncusu. Ama benim için en önemli özelliği sadece saha içinde oyunun her iki yönü arasındaki en güçlü köprüyü kuran oyuncu olması değil. Gerrard’ın kendinden önce takım için kullandığı yeteneği ve emeği, Liverpool formasının üstüne öyle bir sinmiş ki o 8 numaralı forma Dalglish-Souness-Rush’ları Carragher-Maschenaro-Torres’lere, efsanevi bir geçmişi umut dolu bir geleceğe bağlıyor”
Liverpool’un yaşayan efsanesi Siyah İnci böyle buyurduktan sonra en başta biz olmak üzere kimsenin itiraz edecek hali yok tabii. Ama bugün Steven Gerrard’a sadece Liverpool’lu gözlerle bakınca onun temsil ettiği inanılması zor gerçeğin endüstriyel futbol çağında ne kadar da devasa olduğunu ıskalayabiliriz. Evet, bu yıl Liverpool takımın kalbi Gerrard sayesinde 18 yıl sonra ilk kez İngiltere Ligi şampiyonluğunda bu kadar iddialı ve kendisinden emin. Ama aynı Gerrard,
Uzun yıllardır Premier Lig’de her yeni sezona şampiyonluk parolasıyla başlayıp daha ilk haftalarda yarışa havlu atan takımın kalbi, ruhu, beyni, her şeyiydi. Liverpool, şanlı geçmişiyle son 18 yıldaki hayalkırıklıkları arasında sürekli kendisini arayıp bocalarken Steven Gerrard hep orada kadere karşı inatla üflenen nefesin vücut bulmuş hali oldu. Başta endüstriyel futbol filminin “kötü adamı” rolündeki ezeli rakipleri Chelsea’den gelen dudak uçuklatan teklifleri elinin tersiyle itip nesli tükenmekte olan Paolo Maldini ve Ryan Giggs misali Liverpool ile eş anlamlı hale geldi. Bir kere Liverpool’lu doğduğu için yenilse de asla yalnız yürümemenin ölümsüzlüğünü paranın gelip geçici saadetine tercih etti.
Belki de Şampiyonlar Ligi tarihinin en güzel finali olan 2005’teki kırmızı İstanbul masalında Liverpool o efsanevi geri dönüşü gerçekleştirmeseydi, Gerrard kalesi de her şeye rağmen düşecek ve bu satırlar şu anda yazılmıyor olacaktı. Ama o gece maç 3-0’ken kaderine başkaldıran Gerrard, modern futbola öyle bir elbise dikti ki ne Abramovich’in, ne Berlusconi’nin ne de bir başka endüstriyel futbol baronunun paraları yetmez o güzelliği tarihten silmeye...
Gerrard isimli sapına kadar kırmızı futbol masalı, İstanbul’dan önce ve İstanbul’dan sonra diye ikiye ayrılabilir pekala... Ama kesin olan bir şey var ki o 25 Mayıs 2005 günü İstanbul’da yazılan futbol tarihinde yeni bir çağ başladı ve hâlâ da tüm ihtişamı ile sürmeye, endüstriyel futbolun kara deliği olmaya devam ediyor: Steven Gerrard Çağı!
Her şeyden önce saha içinde Steven Gerrard’ın modern futbola damgasını vurduğuna tanıklık ediyoruz. Artık Capello’nun Milan’dayken aslında bir stoper olan Marcel Desailly’yi orta sahaya kaydırarak başlattığı, 1990’lara ve 2000’lerin ilk yarısına damgasını vuran orta sahada defansif ve ofansif görevlerin belirgin bir şekilde bölündüğü önlibero çağının sonuna geldiğimiz muhakkak. Artık dünyanın her yerinde orta alan oyuncularından Desailly ya da Saviçeviç değil de oyunun ofansif ve defansif yönünü aynı başarıyla oynayabilen Gerrard olmaları isteniyor: Her iki ceza alanı arasında sürekli mekik dokumak, 2008 model şampiyon İspanya örneğinde de gördüğümüz gibi orta saha oyuncularının satrançtaki vezirler misali sonsuz varyasyon ve hareketlilik serbestisine sahip olduğu, 90 dakika boyunca rakibin durumuna göre sağda, solda, ortanın ilerisi ve gerisinde her yerde mücadele ettiği bir Gerrard’lar ordusu...
Tabii Gerrard olmak hiç de kolay değil. Saha içinde sadece sağ veya sol ya da her iki ayağınızı tenis raketi ya da bazuka ateşleyicisi misali kullanmanız yetmiyor, her şeyden önce kafanızı ve oyuna verdiğiniz ruhunuzu da ayak içiniz kadar usta ve ateşli bir şekilde kullanmanız gerek! Artık modern futbolda İngiltere’ye gidip kendisini kimsenin tahmin etmediği kadar geliştirmeden önceki Tuncay Şanlı gibi sadece ruhunuzla oynamanız da yetmiyor. Madalyonun diğer yüzüne bakarsak bir zamanlar Zola ya da Baggio’nun yaptığı gibi ne kadar dahiyane olursa olsun günümüz futbolunda sadece zekanızla da oyunun kaderini her an değiştirebilecek kalibrede bir yıldız olamıyorsunuz (bknz Manchester City’nin harika sambacısı Elano). Hatta bu açıdan bakınca belki Cristiano Ronaldo, Ronaldinho ya da Eto’o gibi süper yıldızlar attıkları ve attırdıkları gollerin sayıları baz alındığında, istatistik bilimine göre Gerrard’dan daha üstün oyuncular. Ama bu olağanüstü yeteneklerle donanmış oyuncuların hiçbiri de takımının ihtiyacı olduğunda, maçların belli dakikalarında oyun kurucu, diğer kritik anlarında sol açık, dönüm noktalarında ise santrforu destekleyen ikinci forvet olarak sadece Gerrard’a özgü olan bitmek bilmeyen bir futbol ateşi, ustalık ve forma aşkını harmanlayarak oynayamıyorlar (Bknz Ronaldo’nun Portekiz’le yaşadığı hayalkırıklıkları). Bu yüzden de dünyanın dört bir yanındaki teknik direktörler, yıldız adaylarından saha içinde total futbolun Johann Cruyff’tan sonraki veliahtı olan Gerrard’ı izlemelerini ve onu örnek almalarını istiyorlar.
Peki, Gerrard 9 yaşında mahalle takımı Whiston Juniors’ta Liverpool’un Serpil Hamdi Tüzün’ü Steve Heighway tarafından keşfedilip modern futbolun en çok örnek gösterilen oyuncusuna dönüşene kadar kimi örnek almıştı? Her şeyden önce bugün Gerrard’ın Liverpool ile eşanlamlı hale geldiğini düşünürsek, Gerrard’ı Gerrard yapan en önemli kaynak Liverpool tarihiydi. Buradan bakınca bir önceki sayımızdaki Metin Tekin-Beşiktaş aşkında Sarı Fırtına’nın altını ısrarla çizdiği duruma benziyor Gerrard’ınki: “Ben efsane değilim. Efsanelik ne haddimize, tek efsane vardır o da Beşiktaş’tır”. Bunun İngilizcesi de herhalde Gerrard’ın söylediği olmalı: “Benim için yaşamak, Liverpool forması giymek ile eş anlamlı!”
Gerrard’ı Beckham ve diğerlerinden ayıran en önemli nokta da bu. Beckham hangi formayla olursa olsun kazandığı her maçtan sonra Victoria ile önceden hazırladıkları pozlar verirken, Gerrard 2005’te İstanbul’da yazdığı efsanenin ardından dünyanın en güzel kadınlarından birisi olan (Victoria’dan çok daha güzel olduğu kesin) Alex Curran’la büyük bir aşk yaşıyor olmasına rağmen o gece İstanbul’daki otel odasında Şampiyonlar Ligi Kupası’na sarılarak uyuyacak, sabah uyandığında da kupanın yanında olmadığını fark edince yüreğinden bir parça kopmuş gibi hissettiğini söyleyecekti. Aynı gün Chelsea’ye gidip gitmeyeceğini soran gazetecilere verdiği cevap ise Liverpool tarihinin en güzel sayfalarından birisi oldu: “Böyle bir geceden sonra ‘bir insan’ kendisine kaç para fazla verilirse verilsin Liverpool’dan ayrılamaz!”
“Bir insan”! Steven Gerrard da her ne kadar endüstriyel futbol çağının en önemli ikonlarından birisi olsa da bir insan. Ve her ne kadar saha içindeki olağanüstü performansı sadece Play Station’daki sanal oyuncularla karşılaştırılacak kudrette olsa da endüstriyel futbol çağında herkesin ıskaladağı bir Gerrard gerçeği vardı. “O insan” tam da yıllardır bekleneni veremeyen bir takımdan Michael Owen ve Steve McManaman gibi istemeden de olsa ayrılmak zorunda kalmak üzereydi. O günlerde hiç kimsenin yapmadığını yaptı. Çünkü sadece babasının ona beraber gittikleri o taraftarların gol çizgisini geçmeyeceğine inandıkları için topu üfledikleri maçı hatırlatması Liverpool’da kalması için yetti de arttı. Kendi sözleriyle bir anda “hayatının hatası”ndan döndü.
Dönüş, o dönüş... O günden sonra uzun zamandır leblebi çekirdek gibi yuttuğu paracetemol yatıştırıcılarını almayı bıraktı ve aylar sonra ilk kez yataktan gülümseyerek kalkıp Liverpool ile olan sözleşmesini uzattı. Benitez yönetiminde her ne kadar zaman zaman sahanın her yerinde aynı başarıyla oynamasanın kurbanı olarak rotasyon uğruna sahanın birçok değişik mevkisinde görevlendirilse de Gerrard’ın en kötü gecesi İstanbul’daki gibi oldu. Houllier’nin fütursuzca harcadığı, El Hadji Diouf’lara, Cisse’lere har vurup harman vurduğu paralar yüzünden Liverpool’un ağır bir ekonomik krize girmesinden sonra kulübün taraftarların karşı olduğu Amerikalılara satıldığı kriz döneminde saha dışında, daha içindeki kadar önemli bir müdahele yaptı: “Bu kulüpten Shankly, Paisley, Dalglish, Rush geldi geçti ama sonunda yine siz taraftarlara kaldı. Bir gün başkanlar da Benitez de ben de olmayacağız ama Liverpool sonsuza kadar sizin olacak!”
Araya bazen “kötü adamlar”ın, hayal kırıklıklarının, tarifsiz sakatlık acılarının girmesine rağmen Gerrard isimli kırmızı futbol masalı hep devam etti. Ve bu sezon kariyerinde tatmadığı tek ama ona göre en önemli kupa olan İngiltere Ligi şampiyonluğunu kazanmak için bir zamanlar izleyip hayran kaldığı, topun aksi yönüne doğru üfleyen taraftarların saha içindeki ölümsüz ruhu olarak Gerrard olmaya devam ederken yine yalnız yürümüyor. O dünyanın en güzel futbol şarkısının sözlerindeki gibi başı dimdik, hayallerine sarılmaya devam ediyor. Rüzgarda, yağmurda ama her zaman kalbinde kırmızı bir umutla yürümeye, futbol yüreklerimizi ışıl ışıl aydınlatmaya devam ediyor...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
11 yorum:
Kaka-Ronaldinho-messi-Ronaldo tipinde çalımlaraı ile 'ilah' lar her dönem çıkar.(pele-maradona vb.)
Gerard gibi bir fotbul emekçisi 100 yılda bir gelir.üstü başı Liverpol kokan bir futbolcu olmak ayrı bir güzellik..
Ellerine sağlık.
Güzel bir yazı olmuş, böyle detaylı yazılara blog aleminde bile rastlamak kolay olmuyor. Eray'ın vardır bir tek böyle uzun Liverpool yazıları. Fırsat bulursanız bizim bloga da bekleriz. Kolay gelsin...
tamda bugün Grobbelaar yazısının yorum kısmına "gerrard içinde bekliyouz" demiştim. demekki Allahdan belamı istesem oda olacakmış. elinize sağlık, süper bir çalışma.
Daha önce bir görüşmemizde en sevdiğim beşiktaşlı olduğunuzu söylemiştim ama eksik söylemişim.Her ne kadar liverpool lu olmasamda en sevdiğim liverpool lu yine sizsiniz.Liverpoolun hiç bitmeyecekmiş gibi yağan yağmurlu bir gününde doğan ya da daglish topu ayağına aldığında heyecandan ölecekmiş gibi kalbi atan bir liverpoolludan daha liverpoollusunuz. Liverpool gerrard gibi bir evladı ve sizin gibi bir taraftarı olduğu için çok şanslı.Yazılarınıza uzun süre ara vermeyin sonra zaman geçmiyor.Yaşayan 5 efsane 1-Zico 2-maradona 3-messi 4- gerrard 5- ali ece.Saygılarımla
Özletmiştin abi kendini.Gerarrd yazısı ile geri döndün tekrar. Dört gözle bekliyordum yazını. Dergi kesmiyor artık :D
başka ne söylenebilir ki!
Daha güzel betimlenemezdi bu nadide futbol öyküsü. Gerrard'ı başka bir formayla görmek, benim için futbol topunun patlaması, belki de içimdeki ateşin sönmesi demek olurdu. Torunlarıma bile anlatabileceğim bir öykünün kahramanını, sizin kaleminizden okumak harika oldu. Elinize sağlık Ali Bey.
Liverpool Efsaneleri yazılarınıza izninizle blogumdan link vermek istiyorum, sizin için de uygunmudur ?
Steven Gerrard ismine yakışan harika bir yazı olmuş ellerinize, klavyenize sağlık.
Galiba bölüm 2 de gelecek. Merakla bekliyoruz.
Dünyada en sevdiğim takamın en iyi oyuncusu hakkında çok güzel bir yazı.Ellerine,yüzüne,gözüne sağlık.
Bu arada "sembolist" nickli arkadaş yüzde yüz haklı!
Titriyorum şuan
Yorum Gönder