“Futbolcu olmak için doğmuşum… 1972 yılında, Liverpool’un tapınağı Anfield ile Everton’ın mabedi Goodison’ın tam ortasında, Bootle’da… Futbol topu o zamanki tüm çocuklar gibi ben Steve McManaman için de kapkaranlık tünelin sonunda varolduğuna inandığımız ışığın ta kendisi… Beni peşinden sürüklerken, o ışık önce maviye bürünmüş, babam gibi fanatik Everton’lı olmuşum… Sonra Everton mavisi beni görmediği için bir anda kırmızılaşmış, kendimi Liverpool forması ile bulmuşum… 1996 yazında İngiltere Milli Takımı’nda kırmızı ile mavinin kesiştiği ince çizgide, gelmiş geçmiş en büyük efsane Pele benim yaşayan bir efsane olduğumu söylemiş… Bir anda Madrid moruna bürünmüşüm… Futbol tarihçilerinin söylediklerine bakılırsa yurt dışında oynayan en başarılı Britanyalı oyuncu benmişim… Kim bilir? Benim tek bildiğim, dünyanın en şanslı çocuğu olduğum… Futbol topu bana o kadar iyi davranmış ki… Belki de o yüzden her ayağıma geldiğinde onu kaptırmamak için o kadar hızlı sürüyorum… Hatta belki de onu kızdırmamak için her topa bir elmasa dokunur gibi dokunuyorum…”
Tıpkı çocukluğunda yaşayan en fanatik Beşiktaşlı olarak 10 yaşında evden tek başına kaçarak Karakartallar’ın maçına giden ama büyüdüğünde önce Galatasaray’ın ilk imparatoru sonra da Fenerbahçe tarihinde yüzyıllık kulübü şampiyonluğa taşıyan tek Türk teknik direktör olan Mustafa Denizli gibi… Çocukken o kadar büyük bir aşkla bağlanmış ki Everton’a, aradan yıllar geçip Everton’ın düşman kardeşi olan Liverpool FC tarihinin en efsanevi 22 oyuncusundan birisi seçildiğinde bile hiç tereddüt etmeden “En sevdiğim renk mavi, Everton mavisi” diyecek kadar vefalı olmuş… Bir sonraki soruda o haftasonu Liverpool ile Everton arasında oynanacak derbide kimi tuttuğu sorulduğunda “Everton’ın fazla bir iddiası yok, Şampiyonlar Ligi’ne kalmak isteyen Liverpool’un daha çok ihtiyacı var, yıllarca beni bağrına basan yıllardır şampiyonluk görmemelerine rağmen bir tek gün bile takımını yalnız yürütmeyen insanları düşündükçe Liverpool kazansın istiyorum” demesi ise bir futbol ustasının mesleğine karşı gösterdiği en vefalı, en saygın tavırlardan birisi olarak Macca’yı bir futbol efsanesine dönüştüren profilinin en güzel özeti.
“Ben de Everton’da oynamak çok isterdim” diye devam ediyor, “Ama Everton yöneticileri bana ‘Her gün karşımıza çıkan yetenekli çocuklardan birisisin’ diyerek sadece bir yıllık sözleşme önerdiler. Liverpool patronu Dalglish ise bana fazlasıyla inanıyordu, hemen 3 yıllık sözleşme yapmamızı ve hemen oynamaya hazır olmamı istedi. Babama baktım, hayatımda gördüğüm en fanatik Everton’lı bana hemen Liverpool’la sözleşme imzalamamı söylüyordu. Yıllardan 1990’dı, Thatcherizm’in tavan yaptığı yılda Liverpool’da 18 yaşında bir çocuğun kendisine iş bulması bile bir mucizeydi”
Yıllar sonra 2000’deki Şampiyonlar Ligi Finali’nde McManaman, Japon futbol çizgi filmlerinin efsanevi yıldızı Tusubasa’ya bile kramponunu ters giydiren uçan voleyle Real Madrid’in zaferini perçinlediğinde dünyanın en mutlu insanı olan baba David McManaman o günleri şöyle anlatıyor: “Steve’de o zamanlar diğer çocuklarda olmayan bir şeyler vardı. O yıllarda Everton’ı fanatikçe tutuyor olsak da Liverpool’un hücum futbolu Steve’in tarzına daha uygundu. Hem de Liverpool gibi Thatcher çağında 18 yaşına gelmiş tüm gençlerin en ucuz iş gücü olarak görüldüğü bir şehirde Everton mı, Liverpool mu diye düşünecek bir lüksümüz yoktu. Zaten yıllar sonra baktığımızda Steve aslında Everton’lı olup 90’lı yılların Liverpool efsanesine dönüşen tek ‘dönme’ değildi.”
McManaman da 90’lı yılların en büyük Liverpool’lu yıldızları olan Fowler, Owen, Carragher (+80'ler 90'lar her zamanın yıldızı Ian Rush da!) gibi Everton’lıydı. En iyi arkadaşları da o eski Everton’lılar oldular. Çıraklık döneminde McManaman, Barnes’ın kramponlarını yıkayıp, Fowler Rush’ın çantasını taşırken, geleceğin efsanevi yıldızları arasında hayat boyu sürecek bir arkadaşlığın temelleri atıldı. İki yıl sonra ise artık Barnes, topu oyun kurucusu McManaman’a servis yapıyor, Rush ön direğe koşu yapıp alan boşaltırken, Fowler da arka direkte her biri birer Beatles şarkısı kadar muhteşem dömivoleleriyle Liverpool’u öne geçiriyordu.
O zamanlar Liverpool’un patronu olan Souness her zamanki gözü karalığı ile takımı iki çocuk yıldız üzerine kuruyor, Shankley-Paisley-Dalglish hattındaki Liverpool geleneğini sürdürerek Ada’nın en spektaküler futbolunu oynatmaya çalışıyordu. 1992 FA Cup Finali’nin yıldızı tartışmasız 20 yaşındaki Macca’ydı… Top ayağına geldiğine sanki kramponunun içinde bir mıknatıs varmış ki ayağına yapışıyor, dripling yapmaya başladığında rakip oyuncular antrenmanlardaki trafik hunilerine dönüşüyordu. 1995 Lig Kupası Finali’nde Macca artık Ada’da o zamanlar oynanan ortalama futbolun en az 100 ışık yılı ötesinde futbol virtüözlüğünün sınırlarını alt üst eden bir efsaneydi. Liverpool, Bolton’ı 2-1 yenip şampiyon olurken McManaman her iki golü de atacak kupayı da en iyi arkadaşı Fowler ile beraber o sıralarda işten atılmaya çalışılan grevdeki Liverpool liman işçilerine adayacaktı.
O sıralar sadece Giggs, Macca’nın eline su dökebilirdi ama Giggs Galli olduğu için olay bambaşka bir boyut kazanmıştı. İngiltere Milli Takımı nihayet Gascoigne ve Barnes gibi sonucu tek başına değiştirecek üçüncü bir oyuncu bulmuştu ve Steve o zamanlar sadece 23 yaşındaydı. O sıralar İngiltere’nin en çok potansiyel vaat eden tüm genç yıldızları Liverpool’daydı: Redknapp, Fowler, Collymore, McAteer ve 16’lık Owen… Ama 1995’teki Lig Kupası, 2000 yılına kadar bu süper yıldızların Liverpool’a kazandırdığı son kupa oldu. Londra merkezli basına göre bunun sebebi başta McManaman ve Fowler olmak üzere bu süper yıldızların hepsinin saha dışında birer “Spice Boys” olmalarıydı.
En büyük “Spice Boy”, tabii ki Macca’ydı. Şampuan reklamlarının Ginola ile beraber en büyük yıldızlığına terfi ettirecek kadar dikkat çekici saçları, Nicole Kidman’ın erkek kardeşi olduğunu düşündürecek kadar güzel yüzü, o zamanın tüm Rock yıldızlarına taş çıkartacak saha içi karizması yetmezmiş gibi bir de menejerinin Spice Girls’ü yaratan Simon Fuller olması, onu en fazla tuvalet kağıdı kadar gazete olan tabloid’lerin reyting malzemesine dönüştürmüştü. O zamanlar Juninho önderliğinde 4 büyüklere kafa tutan Middlesbrough’un teknik direktörü Bryan Robson’a göre saha içinde Liverpool’u durdurmak için Macca’yı durdurmak gerekiyordu. Ama saha içinde Fowler’la arasındaki telepatik ilişkiyi durdurmak imkansızdı. Macca’yı durdurmanın tek yolu saha dışından geçiyordu.
Euro 96’da yarı finalde her zaman olduğu gibi penaltılarla Almanya’ya elenen İngiltere’nin en büyük yıldızı ne Shearer ne de Gazza oldu. Kendisini “Beraber çalışması en zevkli futbolcu” olarak tanımlayan Venables, sol kanatta oynattığı Steve McManaman sayesinde neredeyse 30 yıl sonra futbol evine geri dönüyordu. Turnuva sonunda herkes Almanların turnuva takımı kimliğini yüceltirken Maradona ile beraber yaşayan en büyük futbol efsanesi Pele başka türlü düşünüyordu: “Bu turnuvanın futbol adına en güzel ismi tartışmasız McManaman’dır. Macca, henüz 24 yaşında olmasına rağmen futbola kattığı büyü ve güzellikle yaşayan bir efsane…”
Saha içinde Pele’nin kutsadığı efsane, saha dışında da git gide büyüyordu. İlk önce Loaded adlı seks dergisi Macca ve Fowler’ın gece hayatını resmeden fotoğrafları “Seks, alkol ve futbol partisi” manşetinin altında yayınladılar. Macca ve Fowler onlara inat Rıdvan ile Sergen misali yarış atları aldılar. Topman, Hugo Boss ve Armani’nin reklamlarına çıkarken herkes sadece kendi keselerini doldurduklarını düşünüyordu ama hem at yarışlarından hem de reklamlardan gelen paraların büyük bir kısmı Liman İşçileri Sendikası’na bağışlanmıştı. Ama bu asil gerçek, beyni kafasında değil bacaklarının arasında olan tabloid basın için hiçbir şey ifade etmiyordu. Macca’nın başını çektiği Spice Boys’lar saha dışında sürekli seks partileri yapıp su gibi alkol içmek, kokain çekmek ve sahada Liverpool’u şampiyonluğa taşıyamamakla suçlandılar.
Macca ve Fowler gibi futbol bienalleri söz konusu olduğunda kesinlikle istatistikler efsanelerin boyutunu açıklamakta yetersiz kalır. Ama tuvalet kağıdının bile yanlarında çok daha fazla gazete kaldığı tabloid’lerin yalanlarına karşı Macca’nın 1999’a kadar Liverpool formasıyla 274 maçta yaptığı sadece Magic Johnson ile karşılaştırılabilecek 141 asist ve attığı 46 gol, onun Real Madrid’e gidişinden sonra Gerrard pişene kadar Liverpool orta sahasının Norveç orta sahasına ikiz kardeşi gibi benzemesi futbol tarihinin en güzel cevabıdır. O yıllarda Liverpool, Macca yönetimindeki Fowler-Collymore-Owen-Redknapp orkestrasına karşın şampiyon olamadıysa bunda tüm suç o zamanlar “Ayaklı felaket Calamity James” olarak anılan kaleci David James ve Liverpool’dan sonra 3. ligde bile kendisine şans bulamayan savunma oyuncularının basiretsizliğidir.
İşte Liverpool saha dışında tam da böyle cadı kazanlarında kaynatılırken, biraz da tabloidlerin gazına gelen Liverpool yönetimi 1997’de Macca’yı Barcelona’ya satmaya karar verdi. Ama hiç kimse de Macca’ya Barcelona’ya gidip gitmemek istediğini sormamıştı. 1999’da Bosman devriminden faydalanarak bonservisi bedava olarak Real Madrid’in yolunu tutmasında kulüp yönetiminin bu tavrı tabloid’ler kadar önemli bir rol oynadı. Liverpool tarihinde kulübe para kazandırmadan takımdan ayrılan ilk süper yıldız olması onun bu kez de Liverpool taraftarının hedefi haline gelmesine sebep oldu.
“Hain”, “Satıcı”, “Paragöz”, “Everton’lı”, “Judas” suçlamalarına kulağını tıkayarak UEFA Kupası mücadelesinin uzatma anlarında Liverpool’a Celtic deplasmanında turu getiren golü, George Best’ten beri Ada’daki en büyük dripling resitaliydi. 1 Temmuz 1999’da Liverpool’dan R.Madrid’e transfer olduğunda İspanyol devinin tarihindeki ikinci İngiliz futbolcuydu. Bu satırların yazıldığı an itibariyle McManaman’lı 9 yılda şampiyonluk yüzü görmeyen Liverpool, ondan sonra da 10 sene daha şampiyonluk yüzü göremedi, ligin kopma anlarında tüm yük Gerrard’ın sırtına binerken hep Macca profilinde maçın akışını tek başına değiştirecek yaratıcı bir orta sahanın eksiğini çekti, ne Litmanen, ne Kewell ne de Luis Garcia onun yerini bir türlü dolduramadı.
Macca, R.Madrid’deki ilk günlerini sakatlığı dolayısıyla maçları tribünden izlemekle geçirdi. 1998 Dünya Kupası’nda kendisine bir “baharat çocuk”muş gibi davranan Hoddle tarafından sadece 30 dakika kadar oynatılmış, İngiltere’nin ikinci turda elenmesinden sonra “Zihinsel özürlüler daha önceki hayatlarındaki günahların bedelini ödüyorlar” diye saçmalayarak kovulan Hoddle’ın Scientology tarikatına bağlı milli takım psikiyatristinin hışmına uğramıştı. O günlerde eski bir Liverpool efsanesi olan R.Madrid teknik direktörü Toschak kendisine sahip çıktı. İlk olarak ona Madrid’deki gazete etiketiyle satılan tuvalet kağıtlarının İngiltere’dekileri aratmayacağını belirtti; Macca ne yapıp yapıp “Baharat Çocuk”luktan kurtulmalıydı!
İlk önce tabloidlerde yazılanın aksine son 5 yıldır beraber olduğu tek kız olan Victoria ile evlenmeye karar verdi. Macca’nın Victoria’sı Beckham’ınki gibi bir tabloid silikonu “Baharat kızların en kozmetiği” değil, bir hukuk öğretmeniydi. Sezon başındaki sakatlığını Victoria ile beraber en hasarsız şekilde atlatan Macca, önce takım arkadaşlarının sonra da Barnebaeu ahalisinin saygısını kazandı. Toschak’ın yerine göreve getirilen Del Bosque de Venables ile aynı fikirdeydi: “Macca’nın kalitesindeki hiçbir oyuncu onun kadar bencillikten uzak bir profilde takım oyuncusu olmamıştır. Çekine çekine yanına gidip ‘Steve bu hafta seni sağbek oynatmayı planlıyorum, Salgado sakat biliyorsun’ dediğimde sadece ‘Tabii ki, ben bu kulübün maaşlı işçisiyim, nerede isterseniz oynarım’ demesini unutamıyorum”
Bazen sol açık, bazen oyun kurucu, bazen sağ açık, bazen de önlibero ve sağbek olarak görev alan Macca, Madrid’deki ilk sezonunda muhteşem bir finiş yaptı. Yurt dışında forma giyerken Şampiyonlar Ligi’ni kazanan ilk İngiliz oyuncu olduğu 2000 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Real’in Valencia karşısındaki zaferini perçinleyen golün altında onun estetik sınırlarını zorlayan uçan volesi vardı. Kendisinin de çok sevdiği Japon çizgi filmi kahramanı Tusubasa’dan bile daha yukarıya zıplamış, düşerken yaptığı olağanüstü vuruşu Valencia’lı taraftarlar bile takdirle izlemişti. Ama ilk sezonunda sakatlığına rağmen harikalar yaratan Macca, bu kez futbolun aşırı endüstrileşmesi yarışında İngiltere’yi izleyen İspanya’daki Perez depreminin ikinci kurbanı olacaktı.
Başkan seçilirse Barça kaptanı Figo’yu rekor fiyata transfer edeceğini açıklayan Florentino Perez, başkan seçildiğinde ilk olarak Macca ile beraber finalin en büyük yıldızı olan Redondo’yu “forması yeteri kadar para etmediği” için sattı. Figo’yu aldıktan sonra endüstriyel futbol yaklaşımının en arsız bayraktarı olarak artık mali yönden Real’i dünyanın en büyük kulübü yapacak oyuncuları transfer edeceğini açıkladı. Figo, o sıralar dünyanın en büyük sağ açığı olduğu ve forması Macca’nın 10 katı satacağı için McManaman satış listesine konmuş hatta sezon başında forma numarası verilmeyerek ayrılmaya zorlanmıştı. Bu süreçte Macca’ya en çok destek verenlerin başında Figo’nun gelmesi son derece manidardı. İspanya’daki aşırı endüstrileşen futbolun ilk kurbanı Figo, Zidane ve Helguera’yı yanına alıp yönetimle görüştü ve Macca’nın takımda kalmasını sağladı.
2002 Şampiyonlar Ligi finalinde Figo’nun yerine oyuna dahil olan Macca, sabır ve profesyonelliğinin karşılığını fazlasıyla alacaktı. 2003 yılına kadar 94 kez giydiği Real formasıyla iki kez taraftarların en sevdiği oyuncu seçilecek son maçında matadorları kutsamak için kullanılan beyaz mendiller Macca için Madrid semalarını şenlendirecekti. Zidane’a göre Macca o yılların Real filminde “en iyi yardımcı erkek oyuncu” olarak bunu fazlasıyla hak ediyordu. Çoğu zaman yedek bırakılmasına rağmen sahaya girdiğinde hep doğru zamanda doğru yerde olmuş, birçok kez filmin mutlu sonla bitmesinde belirleyici bir rol oynamıştı. Şampiyonlar Ligi’nde bir ayrı güzel oynayan Macca’nın eski takımı Liverpool’un yeminli düşmanı Man Utd maçlarında sergilediği futbol eski takımının taraftarları ile bir daha küsmemek üzere barışmasını sağladı.
2003 yılında Perez tarafından mali açıdan kulübe aldıkları para kadar ekonomik kazanç sunmadıkları için yok pahasına elden çıkarılan Makelele ve Morientes’le beraber Madrid’e veda etti. Macca’yı son takımı olan Manchester City’ye getiren onu son kez milli takımda 11’de oynatan Keegan oldu. Bir sezon önce en iyi arkadaşı Fowler’ı da transfer eden Keegan’ın kafasında iki kafadarı Liverpool günlerindeki gibi oynatıp şampiyonluğa oynamak vardı. Ama işler hiç de planlandığı gibi gitmedi. İki kafadar bir araya geldiğinde yeniden alevlenen “Baharat çocuklar” yangınında daha çok bitmek bilmeyen sakatlıkları ve saha dışında yaşananlarla gündeme oturdular. Daha sonradan McManaman’ı milli takımda istemediğini telesekreterine bıraktığı kısa mesajla bildiren Erickson’u ve aslında fahiş fiyatlara fuhuş yapan İngiltere’nin en ünlü mankenini Arap şeyhi kılığına girerek tuzağa düşüren News of The World’ün ilk kurbanı Macca oldu.
Adını gizleyen ve resmini bile kimsenin görmediği bir kadın, News of the World’e Fowler ve Macca ile grup seks yaptığını, ikisinin de pilinin bittiğini ve kokain sayesinde seks yapabildiklerini açıkladığında her iki oyuncu da sakatlığından dolayı City’de forma giyemiyordu. Tüm bunların asılsız olduğu 2 sene sonra biten mahkemede ortaya çıktığında Macca çoktan City tribünleri tarafından sağır edercesine yuhalanıp 33 yaşında futbolu bırakmak zorunda kalmıştı.
Macca’dan sonra Makelele’nin yerine alınan asıl “Baharat Çocuk” Beckham’la R.Madrid futbolun Disneyland’ına dönmüş bocalarken, Liverpool hücumda sadece Gerrard’ın büyücülüklerine mahkum olmuştu. Keegan’dan sonra İngiltere’nin başına geçen Erickson, Scholes gibi doğal bir oyun kurucudan sol kanat yaratmaya çalışırken Macca’nın klasında tek bir kanat oyuncusu dahi olmayan takım futbolun mucitlerine futbolun ne olduğunu unutturacak kadar tarihinin en sıkıcı futbolunu sergiliyor, her zamanki gibi penaltılarla eleniyordu.
Önce Perez, R.Madrid’i tarihi borca sokarak Madrid tarihinin en çok nefret edilen başkanlığına terfi etti. Erickson ise Macca’dan sonra News of the World’ün ikinci büyük kurbanı olarak kendisini A.Villa’yı almak isteyen Arap petrol şeyhi olarak tanıtan muhabire yaptığı “İngiliz oyuncular çok kazma, bu takımdan hiçbir şey olmaz” açıklaması ile önce herkese maskara oldu, sonra da bir kez daha dünyanın en sıkıcı maçlarından birinde penaltılarla elenip kovuldu. Bütün bu endüstriyel futbol harala gürelesinde biz Macca’yı unutup gitmiştik, çoğumuz futbolu bıraktığını yıllar sonra öğrendik. Futbol damağımızda her geçen gün acılaşan tadın en güzel çeşnilerinden birisi daha artık yoktu. Kanalı değiştirdik, Tusubasa kılığına girmiş Macca yine yeşil çimler ile mavi gökyüzü arasındaki sınırları zorluyor, Pele’nin özlediği başka türlü bir futbolun, Macca’ların ölümsüzlüğünü haykırıyordu.
9 yorum:
harika bir yazı dizisi.. ellerine sağlık..
nedenini bilmiyorum fakat aklıma 'Redondo'(benim futbol efsanelerimdendir) geldi:))
Redondo hakkında da bir yazı yazsanız :)
eyvallah..
muhtesem olmus ustad. van gaal, rivaldo, kluivert uclusu favori listene girebilecek kadar takdirini kazanmis miydi bilemem ama bir ara bunlarla ilgili bir seyler karalarsan cok memnun oluruz.
Redondo, çok ayrıdır benim için... Barça'lı olmama rağmen El Classico'da bizimkiler Redondo'ya sert girince yerimden fırlamışlığım vardır hatta; hazır yazılmışları var, Liverpool efsaneleri bitsin, Rivaldo ile beraber eklerim hemen...
macca bizim gibi çocukluğu 90lar da geçmişlerin favori oyuncularındandır! sarı saçları, üstün tekniği ve agresivitesiyle 'en iyi topçu benim hepinizi yerim' gibisinden bi de küçümsemesi vardı ki rahatlığıyla ün yapmıştıı! keşke biraz daha oynasaydıı! ayrıca ali abi owwweeennn ımızı da unutma lütfenn!
artık kelimeler tükendi.Her yazıda başka bir sanat.Sanki yazıyı okumuyor,o günleri sinemada tekrar seyrediyoruz.Ancak biraz yavaşlayın zira ben okumaya yetişemiyorum.
çocukluğumun kahramanlarından biriydi kendisi.Sevdiğim sayılı İngiliz futbolculardandır ayrıca.United maçlarında gösterdiği performansı hiç unutamıyorum.O zamanlar birde Beckham hayranlığım vardı ama McManaman bir başkaydı yaa...
Sevgili Di Stefano,
Macca, gerçekten de futbol topunun içinde gizli cenneti bize yaşatan oyunculardandı, her ne kadar kendisi sonradan salt endüstriyel futbolun cehennemine kurban olsa da...
Man Utd maçları demişken, Man City formasıyla oynadığı tek iyi maç da Manchester derbisindeydi... Sanırım Liverpool'dayken harika oynamalarına rağmen talihsizlikler ve kırmızı formaya hiç yakışmayan vasat savunma oyuncularının çapraz ateşinde Man Utd'ın gerisinde kalmalarının bir dışavurumu, refleksi olsa gerek... Sen ne dersin?
adam resmen ufak yaşlarımda kafamın en derinlerinde yer etti ve bir daha da çıkmadı...ufakken maç yaparken ben steve mcmanamen'ım derdim herkes çok daha farklı isimler bulurken...o bir efsane gerçekten de...
Çok sağolun güzel bir çalışma olmuş. Sonuna kadar okumaktan kendimi alamadım.
Yorum Gönder