Sonradan Barça’ya kaptan olan Luis Enrique dışında bir zamanlar Real Madrid formasını giyen bir oyuncu asla Madrid kralcılarının can düşmanları Barcelona’lılar tarafından bu kadar sevilmedi, sayılmadı. Futbolun yavaş yavaş güzel bir oyun olmaktan çıkıp dünyanın silah ticareti ile birlikte en büyük endüstrisine dönüşmesinin en sancılı sürecinde olacak iş değildi, ama oldu. Eğer Fernando Redondo, La Liga’nın 1991-92 ve 1992-93 sezonlarında ligin son haftasında Tenerife formasıyla Real Madrid’i iki kez yenip şampiyonluğu sol ayağında hayat bulan altın tepside Barcelona’ya hediye etmeseydi de bu kadar sevilir miydi?
Sevilirdi çünkü teknik direktörü Valdano ile birlikte Madrid’in kralcılarına tarihlerinin en büyük şoklarını yaşattıktan sonra Real formasını giydiği 6 sezonda Barcelona’ya defalarca kök söktürmesine rağmen bir gün olsun diğer Real’li süper yıldızlar gibi yuhalanmadı, hatta birçok kez Barça’lılar Redondo’yu oyun kuralları dahilinde durduramayıp İtalyanvari tekmeler savurduklarında Barcelonalıların bile içi cız etti. Nasıl etmezdi ki? 1990’lı yıllarda hiçbir orta saha oyuncusu bu kadar güzel, bu kadar ateşli değildi; ondan başka hiç kimse sakatken oynayamadığı için kulübünün ödediği maaşı reddetmedi, ondan sonra hiçbir önlibero futbolu bu kadar güzelleştirmedi.
Cruyff’tan dolayı babamızın hatırına Barça’lıydık. Büyüyüp Barça’nın bir futbol kulübünün çok daha ötesinde dünya düzenine karşı alınan en şık tavırlardan biri olduğunu öğrenip fanatikleştiğimizde bile Redondo’yu sevmeye devam ettik. Hala da severiz, özleriz, laf ettirmeyiz… 1991-1994 yılları arasında Cruyff’un yarattığı Barcelona gelmiş geçmiş en güzel takımsa, o yıllarda Barça’da oynamasını istediğimiz tek Real Madrid’li de Redondo’nun ta kendisidir. Yollar hiç kesişmedi, çünkü Redondo Real Madrid’i sevmişti bir kere, Figo gibi yapamaz, para için dinini değiştiremezdi.
İlk defa 16 yaşındayken 17 yaş altı Güney Amerika Kupası’nda karşımıza çıktı. Nestor Rossi, Antonio Rattin, Sergio Batista’nın mihenk taşları olduğu Arjantinli 5 numara geleneğinin en büyük mirasçısıydı. Arjantin’de 5 numara stoper ya da liberolara değil, savunmanın hemen önünde Beckenbauer çağında libero, endüstriyel futbol çağında ise defansif orta saha ya da önlibero olarak tanımlanan pozisyondaki oyunculara verilirdi. Ama Arjantin’de önlibero, Avrupa’da sadece rakibin ataklarını ne pahasına olursa olsun kesip topu tekniği çok daha iyi olan 10 numaraya veren piyon vasıflı oyuncudan ibaret değildi. 5 numara, orta sahanın mutlak hakimi, iki cezaalanı arasında sürekli mekik dokuyan, atakları ateşleyen, sürekli hücumu düşünen güzel futbol anlayışının veziriydi.
Redondo, henüz 16 yaşında Güney Amerika Kupası’nda Arjantin ile şampiyon olduğunda dünyanın dört bir tarafından gelen televizyonlar maçtan sonra sadece onun yüzünü yayınladılar. Ağlıyor, sesi titriyordu. O gün tüm dünyada o habere rast gelen, futbolun f’sinden bile habersiz genç kızlar bu Manet tablosunu andıran androjen yüze öyle bir vuruldular ki bir daha kayıtsız kalamadılar. 1994 Dünya Kupası’nda Arjantin kupaya erken veda ettiğinde, mahalledeki tüm kızlar yas tutacak, bir daha da Redondo oynamayacağı için hiçbir Dünya Kupası’na o günkü ilgiyi göstermeyeceklerdi.
O, Brigitte Bardot ile Alain Delon’un çocuğuymuş kadar güzel yüzdeki gözlerden bambaşka bir futbol ateşi yayılıyor, hepimizin zihnini esir alıyordu. Arjantin önce 1992 yazında Konfederasyon Kupası’nı, bir dahaki yaz da Copa America’yı kazandığında, futbolun peygamberi Hazreti Maradona, halefini gururla ilan etmişti: “Sergio Batista, mükemmel bir orta saha oyuncusuydu ama Batista bile orta sahada hem bu kadar yıkıcı hem de yapıcı oynamak bağlamında Redondo’nun gerisinde kalır. Bir anda rakip takım boğucu bir baskı kurduğunda, tek bir hareket ile o baskıyı rakip alana yıkmayı başaran, oyunun her iki yönünde de eşit biçimde bu kadar etkili olan başka bir Arjantinli görmedim. Redondo için Arjantin hücumları, rakip takım onun üzerine doğru geldiği anda başlıyor. Eğer 1990’da oynasaydı, İtalyan mafyası ve onun en büyük ortağı FIFA bile bizi durduramazdı.”
1990’da oynasaydı… Oynayabilirdi… Kimine göre Bilardo onu Maradona’nın baskısı ile kadroya davet etmiş ama Redondo, Bilardo’nun aşırı defansif oyun anlayışına uymadığı için yedek kalacağını düşünerek İtalya’ya gelmek istememişti. Redondo’nun ailesi ise, Bilardo’nun ona açık açık yedek kalacağını belirttiği için Redondo’nun üniversite eğitimini seçtiğini ileri sürdü. Redondo ise bu konu hakkında tek söz etmedi, çünkü sonraları Arjantin formasıyla arasına öyle kara kediler girecekti ki 1990 yılının gizli gerçeği, Redondo-Arjantin tarihinde sadece bir virgülden ibaret kalacaktı. Ama 1990’da sakat sakat oynamak zorunda kalan Maradona çoğu zaman olduğu gibi haklıydı, orta sahadaki tüm yaratıcı yük onun sırtına binecek, Caniggia’nın kart cezalısı olduğu final maçında tek bir tehlikeli pozisyon bile yaratamayacaklardı.
1994 Dünya Kupası’nda Bilardo’nun halefi Basile’nin bebek yüzlü asiyi ilk 11’de oynatmaktan başka şansı yoktu çünkü ikinci kez Tenerife formasıyla son haftada Real Madrid’i yıktıktan sonra artık teknik direktörü Valdano ile beraber Madrid’e transfer olmuştu ve uzun bir aradan sonra sonsuzuncu kez yeniden doğan Maradona yanına o zamanlar dünyanın en iyi ligi olan La Liga’nın en iyi 5 numarasını istiyordu. Maradona, doping skandalından sonra kupadan ihraç edildiğinde, Redondo hayatının şokunu yaşadı. İkinci turda Maradonasız Arjantin, Romanya’ya elendiğinde kupanın en başarılı Arjantinlisi açık ara farkla Redondo’ydu.
90’lı yılların en iyi defansif orta sahası, Real Madrid’de dünyaları kazansa da Basile’den sonra bir daha Arjantin forması giyme şansını pek bulamadı. Çünkü Arjantin’i, eski bir hesap uğruna Maradona ve kalıntılarından temizlemek isteyen Passarella böyle buyurmuştu: “Hippi kılıklı, uzun saçlı, küpeli, Arjantinli erkeklere değil de Amerikalı kadınlara benzeyen uzun saçlılar bir daha asla o kutsal formayı giyemeyecekler çünkü bu formaya yakışmıyorlar” Redondo’nun cevabı son derece net ve manidardı: “Passarella, o formayı alsın, münasip bir yerine soksun!” Bu milli formayı önemsememek ya da vatan hainliği değildi, bir vatan haini varsa o da Passarella’nın ta kendisiydi. Futbolcuyken 1986 Dünya Kupası’nda Maradona’yı kıskanan ve oyuncular arasına nifak sokmaya çalışıp başaramadıktan sonra kadro dışı kalan Passarella, Arjantin’i çalıştırırken oyuncuları form durumlarına göre değil de, saçlarının uzunluğuna göre ayıracak, aslında Maradona’nın en yakın arkadaşları olan formunun zirvesindeki Caniggia ve Redondo’yu kadroya almayarak Arjantin’in ayağına kurşun sıkacaktı. Veron parlak elmas küpesi, Batistuta ise Redondo’dan çok daha uzun saçlarıyla 1998 Dünya Kupası’nda Arjantin’in en iyi isimleri olurken, sadece tükürdüğünü yalayacak ama Redondo’yu bizlerden mahrum bırakarak en başta kadınlar olmak üzere hepimizin haklı nefretini kazanacaktı.
Passarella, Arjantin’i kişisel hesapları uğruna batırıp kovulduktan sonra Bielsa, Redondo’yu yeniden milli takıma çağırdı. Redondo’lu Arjantin 1999 yılında Brezilya’yı 2-0’lık net bir skorla yenerken, o gün Rivaldo’yu sahadan silen Redondo, maçın adamı seçildi. Ama artık bir kez, Arjantin formasından soğutulmuş, bir daha da ısınamamıştı. 1994-2000 yılları arasında Bernabeu’da Roberto Carlosvari bir azizin mertebesindeydi ve o sadece futbol oynamak istiyordu. Sadece kendisi istediği için saçlarını kesmiş, Passarella’nın provokasyonuyla ikiye bölünen Arjantin tribünleri için tartışmalı bir isim olmaktansa kendisine tapan Bernabeu ahalisine daha fazla layık olmayı tercih ederek milli takımı bıraktı.
Onun kendisini keşfeden Valdano ile beraber Tenerife’den R.Madrid’e geçmesiyle Barcelona sultası bir az olsun yıkıldı. Tenerife forması ile R.Madrid’e yaşattığı ilk şokta takımının son maçta kümede kalmasını sağlamıştı. 1993’te ise Tenerife’ye UEFA Kupası yolunu açmış, sonunda bir zamanlar Fenerbahçe’nin yaptığını yapan R.Madrid, kendisine karşı bu kadar iyi bir performans gösteren Arjantinli’yi Valdano ile beraber renklerine bağlamıştı. Redondo’dan önce Real tarihiyle eşanlamlı olan Sanchis ve Hierro değişmeli olarak önliberoda oynuyorlardı. Sanchis, oyunun savunma yönünde, Hierro ise hücum yönünde daha etkiliydi. Ama Valdano, ikisinin toplamının yaptığı işi Redondo’nun tek başına yapabileceğini bildiği için, hiç tereddüt etmeden Redondo’yu onların yerine monte etti. Bu değişiklik, Hierro ve Sanchis ikilisinin savunmanın ortasına çekilerek yeniden doğmalarını da sağlarken 1995 ve 1997’de R.Madrid nihayet Barcelona’yı geçerek şampiyon olacak, Şampiyonlar Ligi’nde de yeni bir R.Madrid efsanesi doğacaktı.
Real, önce 1997-98 sezonunda sonra da 2000 yılında Şampiyonlar Ligi’nde şampiyon olurken finalde her iki takım arasındaki farkı Redondo belirliyordu. Rakipler ikişer önlibero ile orta sahada üstünlük kurmaya çalışırken, oyunun her iki yönünü de aynı ustalıkla oynayabilen Redondo 90 dakika boyunca oyunun ritmini dikte ederek, hem Roberto Carlos’un sol kanatta sonsuz hücum hünerlerini sergilemesini sağlıyor hem de Zidane’ın ikili mücadelelerde yıpranmasını engelliyordu. Valdano’dan sonra 1997’de La Liga şampiyonluğunu kazandığı teknik direktörü Capello, Redondo’yu yere göğe sığdıramıyor: “Önliberoyu Milan’dayken Deasilly’yi orta sahada savunmanın hemen önünde oynatmaya başladığım için benim icat ettiğim söylenir. Belki de doğrudur. Ama benim için sahada kırmızı çizgilerle ayrılmış alanlar yoktur. Önemli olan savunmanız ile forvet hattınız arasındaki mesafeyi kısaltmak, hatlar arasında yakın bir bağlantı kurmaktır. Milan’dayken Desailly’yi bu işi yapması için saatlerce çalıştırmıştım. Ama Real’e geldiğimde hazıra kondum. Çünkü Redondo, oyunun ritmini belirlemede, hatlar arası bağlantıyı kurmakta eşsiz bir yeteneğe sahipti. Ona hiçbir şey söylememe gerek yoktu, o zaten küçüklüğünden beri böyle oynuyordu. Sadece kendisi gibi oynadı, bu bize yetti de arttı.”
2000 yılında R.Madrid, bir kez daha Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğunda yılın en iyi oyuncusu ne Roberto Carlos ne de Zidane seçildi. Nihayet, Şampiyonlar Ligi ödüllerini verenler, yıllardır Bernabeu’dan yükselen Arjantin çığlığına kayıtsız kalmadılar. Redondo, yılın oyuncusu ödülüne layık görülürken, çeyrek finalde Manchester United karşısında yaptığı asistle tüm dünyadaki futbol severlerin kalbinde asla silinmeyecek bir iz bırakmıştı. Her iki maçta da o zamanlar dünyanın en iyi defansif orta sahası olarak görülen Roy Keane’i adeta sahadan silen Redondo, oyunun rölantide olduğu anlarda birden sol kanattan Overmars’ı andıran bir hızla ileri çıktı. Sol açıkta karşısına çıkan Berg, o ana kadar sahanın en iyi oyuncularından biriydi ama Redondo, ona öyle bir çalım attı ki bir daha Berg’den haber bile alamadık! Redondo, Berg’i karşısına aldı ve bir anda sol ayak topuğu ile topa bilardo oynanan istekalarla bile verilemeyecek bir falso verdi, Berg yukarısı dahil her yerde topu ararken, saçlarını düzelten Redondo çizgiye inmiş, topu boş kaleye yuvarlayacak Raul’un önüne al da at dercesine bırakmıştı. Bir zamanlar Barçalıların yaptığı gibi, böylesine bir futbol güzelliği karşısında Old Trafford’u tıklım tıklım dolduran Manchester United taraftarları sadece ayağa kalkıp alkışlıyorlardı.
Ama daha sonradan Makelele gibi bir abideye bile aynı haksız muameleyi yapacak olan başkan Perez alkışlamıyor, birkaç hafta sonra ilk icraatı olarak “Defansif bir oyuncuyu İtalyanlara 18 Milyon Euro’ya sattım” diyerek kendince böbürleniyordu. Aynı günlerde binlerce Real Madrid’li, Bernabeu’nun çevresinde toplanıp başkanlığının henüz birinci ayındaki Perez’i istifaya davet etti. Kulübü basmakla ve Perez’in evini yakmakla tehdit eden taraftarlar, bir sabah gazeteyi açtıklarında Redondo’nun Milan formasıyla resmini gördüklerinde, Bernabeu’ya şu pankartı astılar: “Redondo’yu satan Real’i satar”
Redondo gibi 90 dakika boyunca her şeylerini ortaya koyan oyuncularla gelen başarılardan sonra Perez’in parasını aklamanın en kestirme yolu olarak kurduğu “Süper Yıldızlar Topluluğu” taşa vurdukça, taraftarlar sık sık Perez’i protesto etmek için 5 numaralı Redondo formalarını tribünlere astılar. Bu maçlardan biri de 2002-03 sezonu Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında Redondo’nun Milan formasıyla, Bernabeu’ya döndüğü gündü. Milan’a gittikten sonra iki sezon boyunca sakatlığı yüzünden hiç forma giyemeyen Redondo, o gün kendisini daha İspanya’ya gelmeden önce futbola başladığı Argentinos Juniors’la sahaya çıktığı ilk günkü gibi hissediyordu: “Ayaklarım titriyordu, bayılacak gibi olmuştum. Ben artık Real Madrid’de oynamıyordum ama kafamı her kaldırdığımda tribünlerin her yerinde üstünde Redondo yazan 5 numaralı R.Madrid formasını görüyordum. Halbuki üstümde sakatlanmama rağmen benden asla umudu kesmeyen ve bir hayat borçlu olduğum Milan’ın forması vardı. Yine de ayağıma gelen bütün topları o gün rakibim olan bir zamanların en iyi arkadaşlarıma atmamak için kendimi zor tuttum. Biz zaten gruptan çıkmayı garantilemiştik, o yüzden onların kazanmasını istiyor ama bu yüzden kendimden utanıyordum”
Tüm bunları hisseden Ancelotti, Redondo’yu oyundan aldığında asıl kıyamet koptu. İlk kez rakip takımda oynayan bir futbolcu için bütün Bernabeu ayağa kalkmış, kendilerine maçı kazandırmışçasına alkışlıyordu. Real Madrid’i yavaş yavaş batıran Perez, Redondo’yu para için satmıştı. Ama Redondo, Milan’a para için gitmemişti. Redondo’nun değerlerinde para Perez için olduğu gibi ilk sırada olsaydı, Milan’da sakatlanıp iki sezon boyunca hiç forma giyemediğinde kendisine ödenen maaşı reddetmezdi. Redondo’nun bu önerisi karşısında Galliani çok şaşırmış, ne yapacağını bilememişti ama Redondo’nun ısrarları karşısında bu daha önce eşine rastlanmamış teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Yine de Redondo’nun ısrarla geri vermek istediği araba ve evi geri almayı kabul etmedi. Bu eşsiz davranışı karşısında, iki yıl sonra sahalara döndükten sonra hemen sözleşmesi uzatılan ve maaşına zam yapılan Redondo, her ne kadar Real formasıyla özdeşleşse de Milan’ın da o büyük kalbinde bambaşka bir yeri oldu:
“Milan, çürük Redondo’yu baş tacı yapmıştı, tabii ki o hiç hak etmediğim parayı alamazdım, onlara hayat borçluydum. Komada yatarken, bir an bile gözünü kırpmadan bekleyen bir sevgili gibi Milan”
Bir başka futbolcu olsa, iki yıl boyunca sahalardan uzak kalmasına sebep olacak ağırlıkta bir sakatlıktan sonra hiç düşünmeden futbolu bırakırdı. Ama doktorlara göre bir daha oynaması imkansızken Redondo’yu futbola döndüren de Milan’a karşı hissettiği vefa duygusuydu. Başka türlü bir insandı Redondo. Saha içinde nasılsa, saha dışında da öyleydi. Onun için hayatın her anı, Bernabeu kadar devasa bir futbol sahasıydı. Diğer önliberolar gibi kimseye arkadan tekme atmadı, aynı futbol çağındaki diğer meslektaşları için futbol ne pahasına olursa olsun bir kazanma endüstrisiyken, Redondo için bir sanat biçimiydi. Beckham’ın endüstriyel, kozmetik ve plastik güzelliği, Redondo’nun dünya güzeli yüzünden sol ayağına yansıyan kozmik güzelliğinin yanında beş para etmez. Barça’lılar bir daha asla bir Real’liyi bu kadar sevemezler. Redondo’dan başka hiç kimse yıllık 5 milyon Euro’luk maaşından ölse bile kolay kolay vazgeçemez.
2006’da düzenlenmesine maddi manevi büyük katkılar sağladığı Evsizler Dünya Kupası’nda Redondo’yu izlerken, sevgilim onu unutmamıştı: “Bu o çocuk değil mi, hani senin karşı takımında oynarken tekme attıklarında ayağa kalkıp kendi takımına kızdığın bebek yüzlü çocuk?” Evet, ta kendisi, Fernando Redondo, hayatını Galatasaray Lisesi futbol takımına adayan Göksel Hoca’nın “Kız olsaydı, hemen yarın evlenirdim” dediği bir zamanların futbol dünyasının en güzel yüzü, en güzel ruhu!
Ya varya,en çok merak ettğim futbolculardandı Redondo.. Çünkü 96-98 süreci ile bilinçli futbol hayranı oldum (ve olduk) bizim jenerasyon.Futbol dünyasında gözümü Redondo ile açtım diyeblirim. ortalık Beckham-Kaka-Raonaldo-Messi den geçilmiyor ve artık bunalım geldi bu adamlarla ilgli yazılardan..(kötü futbolculardır anlamı çıkmasın)Ellerine sağlık kardeşim..
YanıtlaSilben ona aşıktım...
YanıtlaSilRedondo'yu milli formadan soğutan Pasarella, futbol geçmişi ne kadar parlak olursa olsun bir neslin göz zevkini katletmiş bir adamdır. Onun yüzünden Arjantin Milli Takımı, en iyi olduğu zamanlarda mahrum kaldı Redondo'dan. Almeyda ya da Simeone'ye saygısızlık etmek istemem ama ikisi de onun kadar çok yönlü ve yaratıcı ön liberolar değildi bence.
YanıtlaSilBu arada elinize sağlık tabi, yine unutulmazlardan birini daha, olur da unutursak diye tekrar canlandırdınız. Ancak, bu yazıyla tekrar farkettim ki Fernando Redondo'yu mavi beyazın içinde az izlemiş olmak, çocukluğuma dair bir yaradır içimde.
Şu sıkıcı günde böyle bir yazıyla karşılaşmak sevindirdi beni gerçekten...Yine döktürmüşsün abi..eline sağlık...
YanıtlaSilbu arada Passarella zamanında çok i.nelik yapmış olabilir ama onada saygımız sonsuzdur :)
kötü görüşler içeren bi post'ta olsa onuda yazarsanız bi ara seviniriz...
şampiyonlar ligi'nde raul'a attırdığı gol unutulmaz. yanılmıyorsam bir manchester united maçıydı.
YanıtlaSilben yazmayı düşünüyorum bloğumda redondoyla ilgili geniş bir analiz. ancak gerek kalmadı artık. ellerine sağlık çok güzel bir yazı.
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilmükemmel bir yazı olmuş. ellerinize sağlık.. yalnız arada bir yanlışı düzelteyim.. zidane 00/01 sezonu sonrası(yani 2002sezonuna) rmadrid'e geldi.. 2000 sezonunda real madrid galacticos olarak değil redondosu raulu morientesi hierrosu salgodasu mcmanaman'ı rcarlosu ile kupaya gitti..(bi de o zamanların vurdum duymaz genç delikanlısı işe yaramaz anelka ile=) )
YanıtlaSil