Önce Nuri Şahin, Kicker dergisinin “Bundesliga 2010-11 İlk Yarının En Değerli Oyuncusu” ödülünü kazandı. Ödül demişken Nuri’nin aldığı ödül, bizdeki Adnan Aybaba’ya Yılın En İyi Yazarı Ödülü verilen yarışmalar gibi sonucu önceden belli, Stalin dönemi oylamalarıyla “seçilen” yarışmalar "sonucu" değil. Bizzat Bundesliga’da top koşturan 286 futbolcudan %32,6’sının oyuyla Nuri, ilk yarının en değerli oyuncusu seçildi.
Sonra da Hamit Altıntop, dünyada yılın en güzel golüne verilen FIFA Puşkaş Ödülü’nü kazandı. Geçtiğimiz futbol yılında % 17.68’lik oy oranıyla Cristiano Ronaldo’nun kazandığı ödülü aldıktan sonra Hamit’in söyledikleri ise Mesut Özil Almanya’yı seçtiği için kendisini “Burası Türkiye yok öyle!” gericiliğiyle “vatan haini” ilan edenlere “Burası Türkiye, var öyle!” dedirten cinstendi:
“Çocukluk yıllarımda Ronald Koeman ve Ingo Anderbrugge gibi topa vurmaya çalışırdım. Bu iki adam o yıllarda öykündüğüm oyunculardı.”
Koeman başlı başına bir yazı, kitap hatta “futbolda altın vuruşlar tarihi” ansiklopedisi konusu! Ancak Ingo Anderbrugge, Ronnie Whelan, Richard Witschge misali “özel” bir futbol zevki. “Özel” derken kastım, nasıl “Ronnie Whelan” deyince “O da kimdi?” cevabını alıp “Hani Euro 88’de Dasayev’e uçan voleyle gol atan İrlandalı vardı ya…” ipucunu verince hemen hatırlanması misali "özel"!
Bilakis bendeniz de Ingo’nun adını kendisini hiç izlemeden önce duymuş, mecburen benimsemiştim. Lisedeyken her çarşamba bizim “Aziz Yusuf İdadisi FC” olarak İstanbul Erkek’le maç yapardık. Maç bir saat, futbol sohbeti ise minimum 3 saatti. Israrla kendisine “Ingo” diye hitap edilmesini isteyen İstanbul Erkek Liseli kardeşimiz her hafta yarım saat Ingo Anderbrugge anlatırdı.
Ingo ile o kadar bütünleşmiş, devasa solağı o kadar benimsemişti ki doğuştan sağ ayaklı olup sağ elip yazı yazmasına rağmen futbolu ısrarla solla oynar; sağ ayağıyla çok daha iyi bir vuruş yapabileceği bir pozisyonda bile sol ayağını kullanmakta inat ederdi.
Ve yıllar sonra nihayet bir başka doğal “sağlak”tan ama bizim deli İstanbul Erkek Liseli’ye göre sahici bir futbol sanatçısından, Hamit Altıntop’tan yeniden “Ingo” adını duymak çok güzel. “Futbol hiç büyümek istemeyen çocukların oyunu” dediğimizde bizlere “Romantik işte hehehehe” diyen “homo amerikanus”ların asla dikkatini çekmeyecek bir adam Ingo Anderbrugge… Ne de olsa hem Borussia Dortmund hem de Schalke’nin, Ruhr Derbisi’nin iki yakasının da formasını giyip iki tarafa gönül verenlerin de saygı ve sevgiyle andıkları ender isimlerden birisi Ingo… Hatta bence daha da güzeli, futbol hayatını amatör bir takımda noktaladıktan sonra iki yıl da Rhein Fire takımının formasıyla rugby oynamış olması!
Sonradan Rugby’ci oldu diye öyle sadece fiziğiyle oynayan eski tip “kalas” bir orta saha sanmayın Ingo’yu! Zaten Rugby de aslında futbol gibi fizik kadar zekâ ile tekniğin birleştiğin ince çizgideki ayrıntıların sonucu belirlediği bir oyun ya, o da apayrı bir yazı konusu olur!
Ingo’ya dönersek: Önce Dortmund sonra da uzun yıllar Schalke’de oynadı 1.89’luk hücuma dönük orta saha sanatçısı. 1997 UEFA Kupası şampiyonu Schalke, Inter’le kapıştığı iki ayaklı finali penaltılar sonucu kazanacak; Schalke adına ilk penatıyı da Ingo gole çevirecek, akabinde gecenin o saatinde çalan telefonda İstanbul Erkek Liseli Erhan kardeşim avazı çıktığı kadar bağırıyor olacaktı!
Aynı Erhan manyağı, 29 Ekim 1996 günü soluğu Trabzon’da almış, UEFA Kupası 2. turu rövanş maçında Schalke, Trabzonspor’la olağanüstü bir maç sonrası 3-3 berabere kalıp yoluna devam edip bizi üzerken Ingo müthiş performansıyla Erhan’ı dünyanın en mutlu insanına dönüştürmüştü!
Trabzonspor adına sahanın yıldızı iki gol atan Hami Mandıralı’dan başkası değildi, tabii ki! Aynı Hami yaklaşık 1.5 yıl sonra Schalke 04’ün yolunu tutacak, Ingo ile beraber oynayacaktı. Hamit Altıntop o efsane golü attığında hepimiz “Vay be Hamit’in içine Hami girmiş!” demiştik. Ancak Hamit ödülünü aldığında çocukken içine giren Ingo’dan bahsetti. Daha doğrusu sabahın 8’inde çalan telefonla uyandım. “Eyvah babama mı bir şey oldu yoksa!” diye tirtir titrerken duyduğum dünya tatlısı delinin sesiyle kendime geldim. Tabii ki “Ingo Erhan”dı arayan: “Bak Ali Ece, bütün programlarını izledim, dinledim; bir kere Ingo’yu anlatmadın ama gördün mü tarihte bu ödülü alan tek bir Türk var. O da başkasının değil Ingo’nun adını verdi!”
Meğerse “Ingo Erhan” halen Ingo’nun peşindeymiş tıpkı benim Tony Cascarino’nun peşinde olmaya devam etmem gibi. “Cascarino ile meslektaş oldum oğlum, adam Times’ta yazıyor hem de!” dedim. “O bir şey mi?” dedi Erhan, “Ingo hâlâ takım çalıştırıyor, hem de amatör kümede. Üstelik de bir sürü futbol okulu açtı. Senin Cascarino hâlâ içiyor mu peki?”
“Cascarino’yu boşver, gel biz içelim!” dedim. “Gelemem oğlum, ben Berlin’de yaşıyorum, sen gel!” dedi! Çok yaşa be Erhan, hâlâ futbolun hiç büyümek istemeyen çocukların oyunu olduğuna inanmayan varsa onu da artık Ali Eren çarpsın, ne diyeyim!
Abi Anderbrügge gözlerimi yaşartır benim her zaman. buralarda o kadar az bilinir ki, senin Whelan-vari hikayedir işte. basler ile birlikte -abanmaca yok- orta sahalardı bunlar. şut atınca kaleci mızıkırdı, abanırsanız oynamam derdi belki de soyunma odasında.
YanıtlaSilHamit'e de bravo. Tevazu budur, saygı duruşu sanatın şanındandır.
Kaan kardeşim
YanıtlaSilbu yorum-mesajını izninle "Ingo Erhan" abine aynen yolluyorum, olur mu?
ali ece kardeşim stalin dönemine dair bir tane yarışma ve bu yarışmada yapılan şike vs. gösterebilir mi? ya da bu bir ağız alışkanlığı mı?
YanıtlaSilvay be, ingo anderbrügge ha! almanca öğrenmenin verdiği gururla bütün paramı kicker'e verdiğim ilk gençlik yıllarım geldi. ne desem bilemiyorum, dünyada benden başka herkesin unuttuğu bir ad sanırdmı ingo anderbrügge'yi... (bu da istanbul erkek lisesi hastalığı mıdır nedir? "ingo sendromu")
YanıtlaSilne demek abi ilet tabi saygılar Ingo Erhan abiye. :)
YanıtlaSil