27 Haziran 2012 Çarşamba
BENTO’YA RAĞMEN
Euro 2012’nin en genç teknik direktörü Portekiz’in hocası Bento. Ama tıpkı Guardiola gibi daha futbolcuyken saha içindeki teknik direktör gibi olduğu için genç olduğu ölçüde tecrübeli de. 43 yaşındaki teknik adam, sahaya sürdüğü 11’den Patricio, Veloso, Moutinho, Nani’yi Sporting altyapısında çalıştırmış ve bizzat Ronaldo ile takım arkadaşı olmuş bir isim. Yani Mourinho ile beraber Ronaldo’dan nasıl optimum verim alınacağını dünyada en iyi bilen isim. O yüzden de Bento Portekiz’in başına geçtiğinden beri Ronaldo 10 gole imza atarken birçok topu da direkten döndü. Mesela Bento, Portekiz’in teknik direktörü olduğundan beri Mario Gomez bile aynı sürede daha az gol attı!
Yine de Bento asıl parlak teknik adamlık potansiyelini dün gösterdi. İlk kez Xavi’yi bu kadar etkisiz gördük. Çünkü Bento, Xavi’nin nasıl pasifize edileceğini belki Mourinho’dan bile daha iyi biliyor. Ne de olsa Bento bizzat futbolculuğu döneminde Xavi’nin tam karşısında 3 kez oynamış, o maçların 2’sini de Bento’nun takımı kazanmıştı. Dün geceki maçın 80. dk’sında İspanya’nın kaleyi tutan 1 şutu vardı. Ne de olsa Euro 2012’de düne kadar en az 100 isabetli pas veren Xavi 80. dk’nın sonunda 50 pas verebilmişti. İspanya için daha kötü olan ise 80. dk’ya kadar Xavi, Iniesta’ya sadece 3 pas verebildi. “Xaviesta pas makinesi”, ilk kez yıllar sonra Bento’nun satrançvari taktikleri karşısında stop etti.
XAVIESTA STOP!
Eldeki malzemeyle Xaviesta’yı yani İspanya’yı etkisiz hale getirmenin en akıllıca yolu topa basıp tam saha pres yapmak değil, alan markajı bağlamında pas yollarını kapatmaktı. Portekizli oyuncular kondisyonları yettiği ölçüde bunu çok iyi başardılar. İspanya 2008’den beri oynadığı tüm maçların toplamında yapmadığı uzun pası Portekiz karşısında ilk 80 dakikada yaptı. Sonunda Bosque, Xavi’yi oyundan aldı.
İspanya’nın hipnotize eden kısa paslarla beraber en büyük silahı ise topu kaptırdığı yer ve anda tam saha pres yapmasıydı. Ancak Negredo ve Silva dün gece en ilerideki 2 İspanyol olarak prese Fransız kaldılar.
İspanya dikeylemesine bocalayınca Bosque, Navas ve Pedro gibi 2 hızlı kanat oyuncusunu oyuna alıp 2010 formatına döndü. Oyunun akışını yataylamasına açtı. Yorulan Portekiz karşısında İspanya toparlandı. Penaltılarda da şans Bosque’ye güldü.
İZLEYİN DERİM: GÜZEL BİR BLOG http://futbolungercekyuzu.blogspot.com/
http://futbolungercekyuzu.blogspot.com/
Kaç zamandır en çok okuduğum yeni bloglardan birisi oldu. Sizlere de öneririm, kendini şöyle tanıtıyor:
"Hiçbir Şeye Bağlı Olmayan; Sadece Futbola Bağlı Olan Bir Blog.Hayatını Futbola adamış insanlarla dolu,Tek amacı futbol aşkını sayfalara dökmek olan; Kollektif ve Objektif olmaya çalışan bu blog ellerinizden öper."
Kaç zamandır en çok okuduğum yeni bloglardan birisi oldu. Sizlere de öneririm, kendini şöyle tanıtıyor:
"Hiçbir Şeye Bağlı Olmayan; Sadece Futbola Bağlı Olan Bir Blog.Hayatını Futbola adamış insanlarla dolu,Tek amacı futbol aşkını sayfalara dökmek olan; Kollektif ve Objektif olmaya çalışan bu blog ellerinizden öper."
23 Haziran 2012 Cumartesi
ALDIRMA KOMŞU ALDIRMA
ALDIRMA KOMŞU ALDIRMA
Biz de komşumuz Yunanistan gibi ağır ekonomik kriz yaşadık. O yüzden Yunanistan’ın halini en iyi biz anlarız. Futbolda Almanya’yı yenebilecek kadar iyi olanlar arasında ise “300 Yunan, 10 bin Pers’i yenebiliyorsa, 11 Yunan’ın da 11 Alman’a yenilmeme şansı vardır” diyen Maradona empati kurabilir. Ne de olsa Arjantin de finansal emperyalizm mağduru olma konusunda Türkiye’nin Güney Amerika’daki ruh ikizi!
Ne “Kemer sıkın” demekten başka şey bilmeyen tuzu kuru Merkel, ne de 2. Dünya Savaşı sonrasını görmemiş bir başka Alman, bunu kolay kolay anlayamaz. Uzun lafın kısası futbol yaşadığımız hayatın metaforu, o yüzden futbol kalbimiz Yunanistan’laydı. Ancak futbol aklımız, Almanya’nın elenmesinin Yunan ekonomisinin bir günde toparlanması misali bir mucize gibi olacağını da farkındaydı.
Ne de olsa Löw’ün Almanya’sı son 13 resmi maçını da kazandı ve hepsinde de ilk golü atan takım oldu. 14.cüsü de farklı olmadı. İki takım arasındaki asimetrik güç farkının forma giymiş hali Lahm’ın şutu bir futbol harikasıydı. Misal Lahm, Yunanistan’ın hocası Santos’un elinde olsa bekte değil de açıklardan birinde takımın en büyük kontratak silahı değerinde olabilirdi. Yunanistan ilk yarıda topa sadece %18 oranda sahip olabilirken 2004 yadigârı takım savunması da Mesut Özil’in topla buluştuğu anlarda eski zenginin elinde kalan son varlık olan bakımsız köşk misali oldu.
950 milyon Euro’luk Yatırım
Yunanistan’ı bu kadar reaktif oynuyor diye hor görmeyin! Dünyanın en zengin takımlarından Chelsea de reaktif oynayarak Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Yunanistan Ligi’nin ise en iyi oyuncuları bile halkın büyük kısmı gibi 1 yıldır maaşlarını alamıyor. Ancak kimse Yunan halkının tek umudu olan futbol mutluluğunu söndürdü diye Almanya’ya da kızmasın!
Almanlar Euro 2000 ve Euro 2004’te gruptan çıkamayınca altyapıya 950 milyon Euro yatırdı. Gösterişli yeni tesisler inşa etmediler, insana yatırım yaptılar. Reus, Mesut, Hummels, Boateng, Khedira o insan yatırımı sayesinde yetenek tarlasında yetişen en güzel futbol meyveleri. Hormonsuz, egosuz “ideal futbol takımı”nın eş anlamı. Fatih Akın filmlerinin bu güzel futbol versiyonunun tadını çıkarmak her futbolseverin en doğal hakkı!
Biz de komşumuz Yunanistan gibi ağır ekonomik kriz yaşadık. O yüzden Yunanistan’ın halini en iyi biz anlarız. Futbolda Almanya’yı yenebilecek kadar iyi olanlar arasında ise “300 Yunan, 10 bin Pers’i yenebiliyorsa, 11 Yunan’ın da 11 Alman’a yenilmeme şansı vardır” diyen Maradona empati kurabilir. Ne de olsa Arjantin de finansal emperyalizm mağduru olma konusunda Türkiye’nin Güney Amerika’daki ruh ikizi!
Ne “Kemer sıkın” demekten başka şey bilmeyen tuzu kuru Merkel, ne de 2. Dünya Savaşı sonrasını görmemiş bir başka Alman, bunu kolay kolay anlayamaz. Uzun lafın kısası futbol yaşadığımız hayatın metaforu, o yüzden futbol kalbimiz Yunanistan’laydı. Ancak futbol aklımız, Almanya’nın elenmesinin Yunan ekonomisinin bir günde toparlanması misali bir mucize gibi olacağını da farkındaydı.
Ne de olsa Löw’ün Almanya’sı son 13 resmi maçını da kazandı ve hepsinde de ilk golü atan takım oldu. 14.cüsü de farklı olmadı. İki takım arasındaki asimetrik güç farkının forma giymiş hali Lahm’ın şutu bir futbol harikasıydı. Misal Lahm, Yunanistan’ın hocası Santos’un elinde olsa bekte değil de açıklardan birinde takımın en büyük kontratak silahı değerinde olabilirdi. Yunanistan ilk yarıda topa sadece %18 oranda sahip olabilirken 2004 yadigârı takım savunması da Mesut Özil’in topla buluştuğu anlarda eski zenginin elinde kalan son varlık olan bakımsız köşk misali oldu.
950 milyon Euro’luk Yatırım
Yunanistan’ı bu kadar reaktif oynuyor diye hor görmeyin! Dünyanın en zengin takımlarından Chelsea de reaktif oynayarak Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Yunanistan Ligi’nin ise en iyi oyuncuları bile halkın büyük kısmı gibi 1 yıldır maaşlarını alamıyor. Ancak kimse Yunan halkının tek umudu olan futbol mutluluğunu söndürdü diye Almanya’ya da kızmasın!
Almanlar Euro 2000 ve Euro 2004’te gruptan çıkamayınca altyapıya 950 milyon Euro yatırdı. Gösterişli yeni tesisler inşa etmediler, insana yatırım yaptılar. Reus, Mesut, Hummels, Boateng, Khedira o insan yatırımı sayesinde yetenek tarlasında yetişen en güzel futbol meyveleri. Hormonsuz, egosuz “ideal futbol takımı”nın eş anlamı. Fatih Akın filmlerinin bu güzel futbol versiyonunun tadını çıkarmak her futbolseverin en doğal hakkı!
ALDIRMA KOMŞU ALDIRMA
ALDIRMA KOMŞU ALDIRMA
Biz de komşumuz Yunanistan gibi ağır ekonomik kriz yaşadık. O yüzden Yunanistan’ın halini en iyi biz anlarız. Futbolda Almanya’yı yenebilecek kadar iyi olanlar arasında ise “300 Yunan, 10 bin Pers’i yenebiliyorsa, 11 Yunan’ın da 11 Alman’a yenilmeme şansı vardır” diyen Maradona empati kurabilir. Ne de olsa Arjantin de finansal emperyalizm mağduru olma konusunda Türkiye’nin Güney Amerika’daki ruh ikizi!
Ne “Kemer sıkın” demekten başka şey bilmeyen tuzu kuru Merkel, ne de 2. Dünya Savaşı sonrasını görmemiş bir başka Alman, bunu kolay kolay anlayamaz. Uzun lafın kısası futbol yaşadığımız hayatın metaforu, o yüzden futbol kalbimiz Yunanistan’laydı. Ancak futbol aklımız, Almanya’nın elenmesinin Yunan ekonomisinin bir günde toparlanması misali bir mucize gibi olacağını da farkındaydı.
Ne de olsa Löw’ün Almanya’sı son 13 resmi maçını da kazandı ve hepsinde de ilk golü atan takım oldu. 14.cüsü de farklı olmadı. İki takım arasındaki asimetrik güç farkının forma giymiş hali Lahm’ın şutu bir futbol harikasıydı. Misal Lahm, Yunanistan’ın hocası Santos’un elinde olsa bekte değil de açıklardan birinde takımın en büyük kontratak silahı değerinde olabilirdi. Yunanistan ilk yarıda topa sadece %18 oranda sahip olabilirken 2004 yadigârı takım savunması da Mesut Özil’in topla buluştuğu anlarda eski zenginin elinde kalan son varlık olan bakımsız köşk misali oldu.
950 milyon Euro’luk Yatırım
Yunanistan’ı bu kadar reaktif oynuyor diye hor görmeyin! Dünyanın en zengin takımlarından Chelsea de reaktif oynayarak Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Yunanistan Ligi’nin ise en iyi oyuncuları bile halkın büyük kısmı gibi 1 yıldır maaşlarını alamıyor. Ancak kimse Yunan halkının tek umudu olan futbol mutluluğunu söndürdü diye Almanya’ya da kızmasın!
Almanlar Euro 2000 ve Euro 2004’te gruptan çıkamayınca altyapıya 950 milyon Euro yatırdı. Gösterişli yeni tesisler inşa etmediler, insana yatırım yaptılar. Reus, Mesut, Hummels, Boateng, Khedira o insan yatırımı sayesinde yetenek tarlasında yetişen en güzel futbol meyveleri. Hormonsuz, egosuz “ideal futbol takımı”nın eş anlamı. Fatih Akın filmlerinin bu güzel futbol versiyonunun tadını çıkarmak her futbolseverin en doğal hakkı!
Biz de komşumuz Yunanistan gibi ağır ekonomik kriz yaşadık. O yüzden Yunanistan’ın halini en iyi biz anlarız. Futbolda Almanya’yı yenebilecek kadar iyi olanlar arasında ise “300 Yunan, 10 bin Pers’i yenebiliyorsa, 11 Yunan’ın da 11 Alman’a yenilmeme şansı vardır” diyen Maradona empati kurabilir. Ne de olsa Arjantin de finansal emperyalizm mağduru olma konusunda Türkiye’nin Güney Amerika’daki ruh ikizi!
Ne “Kemer sıkın” demekten başka şey bilmeyen tuzu kuru Merkel, ne de 2. Dünya Savaşı sonrasını görmemiş bir başka Alman, bunu kolay kolay anlayamaz. Uzun lafın kısası futbol yaşadığımız hayatın metaforu, o yüzden futbol kalbimiz Yunanistan’laydı. Ancak futbol aklımız, Almanya’nın elenmesinin Yunan ekonomisinin bir günde toparlanması misali bir mucize gibi olacağını da farkındaydı.
Ne de olsa Löw’ün Almanya’sı son 13 resmi maçını da kazandı ve hepsinde de ilk golü atan takım oldu. 14.cüsü de farklı olmadı. İki takım arasındaki asimetrik güç farkının forma giymiş hali Lahm’ın şutu bir futbol harikasıydı. Misal Lahm, Yunanistan’ın hocası Santos’un elinde olsa bekte değil de açıklardan birinde takımın en büyük kontratak silahı değerinde olabilirdi. Yunanistan ilk yarıda topa sadece %18 oranda sahip olabilirken 2004 yadigârı takım savunması da Mesut Özil’in topla buluştuğu anlarda eski zenginin elinde kalan son varlık olan bakımsız köşk misali oldu.
950 milyon Euro’luk Yatırım
Yunanistan’ı bu kadar reaktif oynuyor diye hor görmeyin! Dünyanın en zengin takımlarından Chelsea de reaktif oynayarak Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Yunanistan Ligi’nin ise en iyi oyuncuları bile halkın büyük kısmı gibi 1 yıldır maaşlarını alamıyor. Ancak kimse Yunan halkının tek umudu olan futbol mutluluğunu söndürdü diye Almanya’ya da kızmasın!
Almanlar Euro 2000 ve Euro 2004’te gruptan çıkamayınca altyapıya 950 milyon Euro yatırdı. Gösterişli yeni tesisler inşa etmediler, insana yatırım yaptılar. Reus, Mesut, Hummels, Boateng, Khedira o insan yatırımı sayesinde yetenek tarlasında yetişen en güzel futbol meyveleri. Hormonsuz, egosuz “ideal futbol takımı”nın eş anlamı. Fatih Akın filmlerinin bu güzel futbol versiyonunun tadını çıkarmak her futbolseverin en doğal hakkı!
22 Haziran 2012 Cuma
HEM RONALDO HEM MESSİ
HEM RONALDO HEM MESSİ
Ben de oğlum olsa huyu suyu Messi gibi olsun isterim. Ama bazen “Messi mi Ronaldo mu daha iyi?” tartışmaları o kadar gereksiz bir zaman kaybı ki! Faal futbolda bu kadar harika iki oyuncu varken boşuna tartışmak yerine gözünü kırpmadan izlemek, bu iki harika futbol sanatçısının kramponlarıyla çizdiği enfes futbol karelerinin tadına varmak gerek… Çünkü Messi ve Ronaldo 21. yüzyıl futbolunun Beatles ve Rolling Stones’u misali. Oynadıkları maçlar da müzik gruplarının 45’lik single’ları gibi… Bir maçta Ronaldo, Messi’den bir diğer maçta Messi, Ronaldo’dan iyi. Daha da iyi olan ise Messi ve Ronaldo’yu aynı dönemde canlı izliyor, futbol tarihinin iki altın sayfasına tanıklık ediyor olmamız.
“Ronaldo mu, Messi mi?” tartışmaları sadece biz futbol züğürtlerinin çenesini yoruyor. Bu tartışma ise en çok Ronaldo’ya yarıyor. Gruplardaki 2. maçta kaçırdıklarından sonra Danimarka taraftarlarının “Messi, Messi” tezahüratları Ronaldo’yu fena kamçıladı. Üzerine bir de Portekiz tarihinin Ronaldo öncesi yıllarda Figo ile beraber en kudretli futbol sanatçısı olan Eusebio da “Messi daha iyi!” deyince Ronaldo, “Avatar” filmindeki üst insanlar edasıyla oynamaya başladı. Dün geceki maçtan önce Çek Cumhuriyeti takımın tamamı Euro 2012’de Ronaldo’dan sadece 5 isabetli şut fazla atmıştı. Ronaldo, Avrupa Şampiyonası tarihinin 31 yaşından genç olup 13. maçını oynayan ilk oyuncusu olurken bazı anlarda sahadaki diğer 21 oyuncuya göre başka bir gezegenden gelmiş gibiydi. Sanki Euro 2012’de değil de doğup büyüdüğü mahallenin parkında çocuklarla oynuyormuşçasına rahat adam geçiyor, şut çekiyordu.
RONALDO > PLATİNİ
İlk yarım saatte karşısındaki yetenekli sağ bek Selassie’ye takılınca Real Madrid’e gittiğinden beri taktiksel aklını fazlasıyla geliştiren 27 yaşındaki futbol harikası, kanada sıkışmak yerine sürekli yer değiştirerek kendi ve takımı lehine alanı genişletti.
Aslında Ronaldo’lu Portekiz, maçı çok daha önce koparabilirdi. Ancak kale direkleri Çeklerin en iyi oyuncularından birisi oldu. Portekiz henüz çeyrek final aşamasında Avrupa Şampiyonası tarihinin en çok direkten dönen takımı olurken, turnuva başından beri Ronaldo’nun direkten dönen topları gol olsa Platini’nin bir Avrupa Şampiyonası’nda en çok gol atan oyuncusu olma rekorunu bile kıracaktı.
Ben de oğlum olsa huyu suyu Messi gibi olsun isterim. Ama bazen “Messi mi Ronaldo mu daha iyi?” tartışmaları o kadar gereksiz bir zaman kaybı ki! Faal futbolda bu kadar harika iki oyuncu varken boşuna tartışmak yerine gözünü kırpmadan izlemek, bu iki harika futbol sanatçısının kramponlarıyla çizdiği enfes futbol karelerinin tadına varmak gerek… Çünkü Messi ve Ronaldo 21. yüzyıl futbolunun Beatles ve Rolling Stones’u misali. Oynadıkları maçlar da müzik gruplarının 45’lik single’ları gibi… Bir maçta Ronaldo, Messi’den bir diğer maçta Messi, Ronaldo’dan iyi. Daha da iyi olan ise Messi ve Ronaldo’yu aynı dönemde canlı izliyor, futbol tarihinin iki altın sayfasına tanıklık ediyor olmamız.
“Ronaldo mu, Messi mi?” tartışmaları sadece biz futbol züğürtlerinin çenesini yoruyor. Bu tartışma ise en çok Ronaldo’ya yarıyor. Gruplardaki 2. maçta kaçırdıklarından sonra Danimarka taraftarlarının “Messi, Messi” tezahüratları Ronaldo’yu fena kamçıladı. Üzerine bir de Portekiz tarihinin Ronaldo öncesi yıllarda Figo ile beraber en kudretli futbol sanatçısı olan Eusebio da “Messi daha iyi!” deyince Ronaldo, “Avatar” filmindeki üst insanlar edasıyla oynamaya başladı. Dün geceki maçtan önce Çek Cumhuriyeti takımın tamamı Euro 2012’de Ronaldo’dan sadece 5 isabetli şut fazla atmıştı. Ronaldo, Avrupa Şampiyonası tarihinin 31 yaşından genç olup 13. maçını oynayan ilk oyuncusu olurken bazı anlarda sahadaki diğer 21 oyuncuya göre başka bir gezegenden gelmiş gibiydi. Sanki Euro 2012’de değil de doğup büyüdüğü mahallenin parkında çocuklarla oynuyormuşçasına rahat adam geçiyor, şut çekiyordu.
RONALDO > PLATİNİ
İlk yarım saatte karşısındaki yetenekli sağ bek Selassie’ye takılınca Real Madrid’e gittiğinden beri taktiksel aklını fazlasıyla geliştiren 27 yaşındaki futbol harikası, kanada sıkışmak yerine sürekli yer değiştirerek kendi ve takımı lehine alanı genişletti.
Aslında Ronaldo’lu Portekiz, maçı çok daha önce koparabilirdi. Ancak kale direkleri Çeklerin en iyi oyuncularından birisi oldu. Portekiz henüz çeyrek final aşamasında Avrupa Şampiyonası tarihinin en çok direkten dönen takımı olurken, turnuva başından beri Ronaldo’nun direkten dönen topları gol olsa Platini’nin bir Avrupa Şampiyonası’nda en çok gol atan oyuncusu olma rekorunu bile kıracaktı.
18 Haziran 2012 Pazartesi
TOTAL REZALET!
Maç sabahı Sneijder, “Portekiz, Ronaldo’dan ibaret değil” demişti. Tabii o anda hocası Van Marvijk’ın maç esnasında Ronaldo’nun en iyi özelliklerini rahatlıkla kullanabileceği oyuncu değişikliğini yapacağından bihaberdi. İlk 2 maçta formasını giydiği Hollanda’dan çok daha fazla rakiplere faydalı olan Heitinga ise asıl bombayı patlatmıştı: “Almanya kadrosundaki oyuncular Danimarka’yı yeneceklerini söylediler”. Avrupa’da Hollanda’nın bir zamanlar “futbol düşmanı” olan Almanya’dan medet umacak hale düşmesi bile Portakallar’ın ne kadar çürüdüğünün en acı göstergesi değil mi?Euro 2012’de kramponlarından çok çenesini çalıştıran Robben de Heitinga ile Snejider’dan eksik kalmadı. Robben’in aklı halen “egolar”daydı, herhalde uzun süredir ya kendi oynadığı maçların görüntülerini izlemiyor ya da hiç aynaya bakmıyor olmalı! “İlk 2 maçı kaybetmiş olabiliriz ama unutmayın ki İtalya da 1982 Dünya Kupası’ndan şampiyon olurken gruptan 3 puanla çıkmıştı” deyip galibiyete 2012’de 3 puan, 1982’de ise 2 puan verildiğini dahi unutması ise tez konusu olabilecek bir kafa karışıklığı!
VAN MARVİJKZEDE!
Ama Hollanda kampında “kafa karışıklığı şampiyonu” açık ara teknik direktör Van Marvijk. Van Bommel’in kayınpederi, sanki hayatı boyunca hiç Hollanda maçı izlememiş gibi ofans ve defansın düşman olduğunu düşünüyor gibi. Orta sahanın ortasında ya De Jong-Van Bommel gibi %90 defansif ağırlıklı bir önlibero tandemiyle başlıyor ya da dün geceki gibi damadı yerine ona göre %90 daha ofansif Van der Vaart’ı kullanarak Portekiz’i yenebileceğini hayal ediyor. Elindeki tek çift yönlü merkez orta saha Strootman’ı ise elemelerde gol rekortmeni olan takımın gizli kahramanı değilmiş gibi hiç düşünmüyor.
Bu dengesiz ötesi tercih hataları yüzünden de dün geceki maçın ilk 20 dakikasındaki %71’lük topa sahip olma üstünlüğü Hollanda lehine skora yansımadı. Bu yüzden de Portekiz, Hollanda kalesine yakın olan sahanın 3’te 1’inde %32’lik isabetli pas yaparken Hollanda aynı istatistikte sadece %13’te kaldı. Huntelaar tüm maç rakip kaleye tek bir şut atabiliyorken, rakibin en önemli silahı Ronaldo 11 şut atıyorsa Hollanda’nın Euro 2012’ye puansız veda etmesi sürpriz falan değil de daha çok total felaket değil mi?
VAN MARVİJKZEDE!
Ama Hollanda kampında “kafa karışıklığı şampiyonu” açık ara teknik direktör Van Marvijk. Van Bommel’in kayınpederi, sanki hayatı boyunca hiç Hollanda maçı izlememiş gibi ofans ve defansın düşman olduğunu düşünüyor gibi. Orta sahanın ortasında ya De Jong-Van Bommel gibi %90 defansif ağırlıklı bir önlibero tandemiyle başlıyor ya da dün geceki gibi damadı yerine ona göre %90 daha ofansif Van der Vaart’ı kullanarak Portekiz’i yenebileceğini hayal ediyor. Elindeki tek çift yönlü merkez orta saha Strootman’ı ise elemelerde gol rekortmeni olan takımın gizli kahramanı değilmiş gibi hiç düşünmüyor.
Bu dengesiz ötesi tercih hataları yüzünden de dün geceki maçın ilk 20 dakikasındaki %71’lük topa sahip olma üstünlüğü Hollanda lehine skora yansımadı. Bu yüzden de Portekiz, Hollanda kalesine yakın olan sahanın 3’te 1’inde %32’lik isabetli pas yaparken Hollanda aynı istatistikte sadece %13’te kaldı. Huntelaar tüm maç rakip kaleye tek bir şut atabiliyorken, rakibin en önemli silahı Ronaldo 11 şut atıyorsa Hollanda’nın Euro 2012’ye puansız veda etmesi sürpriz falan değil de daha çok total felaket değil mi?
17 Haziran 2012 Pazar
İÇİ BOŞ TABAK
Rosicky, nihayet sakatlık illetinden tamamen kurtulduktan sonra Premier Lig’in 2. yarısında Arsenal’in toparlanmasında belirleyici rol oynamıştı. Orta sahadaki orkestra şefliği rolünü dünyada en iyi yapan oyunculardan birisi olduğu için “Küçük Mozart” lakabı takılan Rosicky’nin yokluğu Çekler’i ilk yarıda çok kötü etkiledi.
“Küçük Mozart”ından yoksun Çekler ilk şutlarını 29. dakikada atabilirken, Euro 2012’nin bir maçta en geç şut atabilen takımı oldular. Daha da kötüsü ilk 20 dakikada Çeklerin paslarının %20’si geri pastı.
Buna karşın Polonya ilk 20 dakikada kendisine 2 maç kazandırabilecek kadar pozisyon buldu. İşin aslı bu maçtan önce de Lewandowski’ye rağmen gol yollarında kısırlardı. İlk 2 maçta 28 gol girişiminden sadece 2’sini gol olarak hanelerine yazdırabilmişlerdi.
Pizsceck-Kuba’lı Dortmund sağ kanadının yanı sıra Fransa Ligue 1’in yetenekli solaklarından Obraniak’ın ara pasları, ortaları ve duran toplardaki mahareti estetik açıdan Çeklere nazaran daha etkileyici bir Polonya arz ediyordu. Ancak ünlü Polonya atasözünde olduğu gibi “Çok güzel işlenmiş bir porselen tabak tek başına karın doyurmuyor!”
“O tabak” dolmadıkça yani Polonya golü bulamadıkça, futbolda “psikolojik açıdan negatif baskı” ve “hırs”ın bir madalyonunun iki çelişik yüzü olduğunu en acı şekilde gösterdi! İlk yarım saatten sonra tabak dolmadıkça porselen de çatlamaya başladı. Çünkü asıl sıkıntı tabağın hamurunda. Polanski ve Boenisch neden Almanya U-21’den Almanya A milliye yükselemediklerini bir kez daha gösterdiler! Perquis ve 2. yarıda top alamadıkça takımdan kopan Obraniak da neden U-21’de formasını giydikleri Fransa kadrosunda olmadıklarını negatif anlamda kanıtladılar!
KAZANAN MAGATH
Grubun diğer maçında Ruslar, hem çarlık hem de Stalinizm döneminde binbir kazık attıkları Polonya ve Çeklere son şakasını yapınca maçın kimyası tamamen değişti. Ancak Polonya teknik direktörü Smuda, bu kimyaya uygun taktiksel formülleri geliştiremedi, Dortmund’un altın sağ kanadı da takımın kalanına uyup sıradan bir plastik tabağa dönüştü. Maçın kazanan hocası ise kulübede olmayan Magath’tı. Jiracek’in golüyle Euro 2012’de en çok gol atan oyuncular Wolfsburg’lular olurken, yeni Wolfsburg’lu Pilar’ın performansı da harikaydı.
“Küçük Mozart”ından yoksun Çekler ilk şutlarını 29. dakikada atabilirken, Euro 2012’nin bir maçta en geç şut atabilen takımı oldular. Daha da kötüsü ilk 20 dakikada Çeklerin paslarının %20’si geri pastı.
Buna karşın Polonya ilk 20 dakikada kendisine 2 maç kazandırabilecek kadar pozisyon buldu. İşin aslı bu maçtan önce de Lewandowski’ye rağmen gol yollarında kısırlardı. İlk 2 maçta 28 gol girişiminden sadece 2’sini gol olarak hanelerine yazdırabilmişlerdi.
Pizsceck-Kuba’lı Dortmund sağ kanadının yanı sıra Fransa Ligue 1’in yetenekli solaklarından Obraniak’ın ara pasları, ortaları ve duran toplardaki mahareti estetik açıdan Çeklere nazaran daha etkileyici bir Polonya arz ediyordu. Ancak ünlü Polonya atasözünde olduğu gibi “Çok güzel işlenmiş bir porselen tabak tek başına karın doyurmuyor!”
“O tabak” dolmadıkça yani Polonya golü bulamadıkça, futbolda “psikolojik açıdan negatif baskı” ve “hırs”ın bir madalyonunun iki çelişik yüzü olduğunu en acı şekilde gösterdi! İlk yarım saatten sonra tabak dolmadıkça porselen de çatlamaya başladı. Çünkü asıl sıkıntı tabağın hamurunda. Polanski ve Boenisch neden Almanya U-21’den Almanya A milliye yükselemediklerini bir kez daha gösterdiler! Perquis ve 2. yarıda top alamadıkça takımdan kopan Obraniak da neden U-21’de formasını giydikleri Fransa kadrosunda olmadıklarını negatif anlamda kanıtladılar!
KAZANAN MAGATH
Grubun diğer maçında Ruslar, hem çarlık hem de Stalinizm döneminde binbir kazık attıkları Polonya ve Çeklere son şakasını yapınca maçın kimyası tamamen değişti. Ancak Polonya teknik direktörü Smuda, bu kimyaya uygun taktiksel formülleri geliştiremedi, Dortmund’un altın sağ kanadı da takımın kalanına uyup sıradan bir plastik tabağa dönüştü. Maçın kazanan hocası ise kulübede olmayan Magath’tı. Jiracek’in golüyle Euro 2012’de en çok gol atan oyuncular Wolfsburg’lular olurken, yeni Wolfsburg’lu Pilar’ın performansı da harikaydı.
16 Haziran 2012 Cumartesi
FUTBOL DNA’SI ve İNGİLTERE
Hodgson, İngiliz futbolundan çok İsveç futbolunun gelişimine katkıda bulunmuş bir isim. 29 yaşında Halmstad gibi o dönemin İsveç Ligi’nde Gençlerbirliği ayarında olan bir takımla kariyerine şampiyonlukla başladı. Elindeki futbolcuların bireysel yeteneklerinden daha yetenekli takımlar inşa etmeyi başardı. Ancak daha yetenekli oyuncularla çalışınca, şampiyonluğa oynadığı dönemlerin Blackburn’ü ve Liverpool’daki acı sezonunda olduğu gibi kariyerinde soru işaretlerine sebep oldu.
Küme düşmesi beklenen Halmstad’ı 52 yıl sonra ilk kez şampiyonluğa taşırken, İngiltere’nin en çok şampiyon olan 2. takımı Liverpool’u da 52 yıl sonra ilk kez küme düşme hattına kadar geriletti. Milli takımlar seviyesinde ise özellikle İsviçre döneminde daha önce elemelerde figürandan hallice olan bir ülkeyi FIFA sıralamasında 3. sıraya kadar taşıyarak ses getirdi. Yine de asıl başarısı Malmö’yü üst üste 5 yıl İsveç şampiyonu yapmasıydı. İsveç 1994’te Dünya Kupası 3.sü olurken takımın başında Hodgson olmasa da sahada onun bir araya getirdiği Malmö takımının iskeleti üzerine kurulu harika bir takım vardı!
Yani Hodgson İsveç futbolunu en iyi bilen İngiliz! Bu maç öncesinde kalesinde gördüğü son 8 golün 7’sini kafa gollerinden yiyen İsveç karşısında kafa toplarının efendisi Carroll ile başlamak çok iyi bir fikirdi. Pratikte de olabilecek en güzel sonucu verdi. İngiltere’nin büyük turnuvalarda attığı son 5 golün 4’ünde ya ortayı yapan ya da golü atan Gerrard’ın Carroll’a yaptığı asist de kafa vuruşu kadar harikaydı.
WALCOTT > MILNER
Ancak İngiltere sadece hava toplarında zafiyeti olan İsveç’e karşı değil rakip kim olursa olsun kendisi gibi oynamalı, futbol DNA’sını (ortalar, hızlı kanat akınları, hava topları ve pres) inkâr etmemeli. Bunu da pratikte 90 dakikaya yaymalı. Dün geceki gibi öne geçer geçmez defansa çekilip armasındaki “3 Aslanlar”dan “3 Kediler”e dönüşmemeli. Buna da ilk olarak Milner yerine Walcott gibi ofansif patlayıcı gücüyle fark yaratan oyunculara sürekli şans vererek başlamalı. Tarih boyunca ne İngiltere Milli Takımı, ne de Hodgson öne geçince geri çekilerek hayal edilen başarılara ulaşamadı. Çünkü hiçbir zaman Chelsea’deki gibi bir Drogba’sı veya Ramires’i olmadı! Tam aksine, en iyi savunma yaptığı anlar aslında en çok hücum ettiği anlardı!
Küme düşmesi beklenen Halmstad’ı 52 yıl sonra ilk kez şampiyonluğa taşırken, İngiltere’nin en çok şampiyon olan 2. takımı Liverpool’u da 52 yıl sonra ilk kez küme düşme hattına kadar geriletti. Milli takımlar seviyesinde ise özellikle İsviçre döneminde daha önce elemelerde figürandan hallice olan bir ülkeyi FIFA sıralamasında 3. sıraya kadar taşıyarak ses getirdi. Yine de asıl başarısı Malmö’yü üst üste 5 yıl İsveç şampiyonu yapmasıydı. İsveç 1994’te Dünya Kupası 3.sü olurken takımın başında Hodgson olmasa da sahada onun bir araya getirdiği Malmö takımının iskeleti üzerine kurulu harika bir takım vardı!
Yani Hodgson İsveç futbolunu en iyi bilen İngiliz! Bu maç öncesinde kalesinde gördüğü son 8 golün 7’sini kafa gollerinden yiyen İsveç karşısında kafa toplarının efendisi Carroll ile başlamak çok iyi bir fikirdi. Pratikte de olabilecek en güzel sonucu verdi. İngiltere’nin büyük turnuvalarda attığı son 5 golün 4’ünde ya ortayı yapan ya da golü atan Gerrard’ın Carroll’a yaptığı asist de kafa vuruşu kadar harikaydı.
WALCOTT > MILNER
Ancak İngiltere sadece hava toplarında zafiyeti olan İsveç’e karşı değil rakip kim olursa olsun kendisi gibi oynamalı, futbol DNA’sını (ortalar, hızlı kanat akınları, hava topları ve pres) inkâr etmemeli. Bunu da pratikte 90 dakikaya yaymalı. Dün geceki gibi öne geçer geçmez defansa çekilip armasındaki “3 Aslanlar”dan “3 Kediler”e dönüşmemeli. Buna da ilk olarak Milner yerine Walcott gibi ofansif patlayıcı gücüyle fark yaratan oyunculara sürekli şans vererek başlamalı. Tarih boyunca ne İngiltere Milli Takımı, ne de Hodgson öne geçince geri çekilerek hayal edilen başarılara ulaşamadı. Çünkü hiçbir zaman Chelsea’deki gibi bir Drogba’sı veya Ramires’i olmadı! Tam aksine, en iyi savunma yaptığı anlar aslında en çok hücum ettiği anlardı!