12 Temmuz 2010 Pazartesi

EN İYİ 3. OLAN BİLİR(MİŞ)

Madalya kürsüsüne çıkıldığında 2. sırayı alan sporcu, 3. sırayı alana göre daha az mutlu gözükmez mi? Bill Shankly’nin de dediği gibi “Herkes son maçıyla hatırlanır, o yüzden her maçınızı kazanmak zorundasınız!” Bazılarının gözünde sadece sonuçtan ibaret olan Dünya Kupası’ndaki son maçınızda finalde yenilip 2. olmaktansa, bir gün önce kazanıp 3. olmak bazen daha az kötü değil midir?Bu “3. olmak 2. olmaktan daha az acı verir” hissiyatının üstüne bir de giderayak final öncesi son bir hoş sadâ bırakma arzusu eklendiğinden olsa gerek 3.-4.’lük maçları 2010 versiyonunda da olduğu gibi hep futbol gönüllerinde hoş bir “uvertür sanatçı” tadı bırakır.
“Bu kupada yıldız yok” diyenlere de bir çift sözüm var! Dün gecenin ilk golünü atarken 2010 Dünya Kupası’nda kaleyi tutan 6. şutunda 5. golünü atan Müller, tüm turnuva boyunca ilk hatasını dün yapan Schweinsteiger, top her ayağına geldiğinde Zidane’ın gençliğini hatırlatacak kadar heyecanlandıran Mesut Özil yıldız değil diyen Heybeli’de mehtabı izlesin! Hele hele Uruguay’ın “ilk 3 vahası”nı görmesinde %51 oranda başrol oynayan Diego Forlan’ın yıldızlığını hiç sorgulamayın derim, istediği an hepimize kramponunu ters giydirir, tek voleyle kalemlerimizi çöldeki kumlara dönüştürür!Mesut’un tercihine üzülmektense, Müller gibi oyuncuları neden yetiştiremediğimize daha fazla kafa patlatsak keşke! O zaman yıldız yetiştirmek bağlamında bizim Hrubesh’lerimiz olan Abdullah Avcı’lar, Reha Kapsal’lar, Serpil Hamdi Tüzün’lerin kıymetini de daha iyi biliriz. 3.-4.’lük maçını kimin kazandığı bir yere kadar önemli: Bunu en iyi 3. olduktan sonra üst üste iki Dünya Kupası’nı evinden izlemek zorunda kalanlar bilir!

11 Temmuz 2010 Pazar

Şampiyon Cruyff ve Yeniköy’ün medarı iftiharı


İnanması güç ama Cruyff & Neeskens ve arkadaşlarından önce Hollanda, Lüksemburg’dan hallice bir milli takımdı. 1974’teki Total Futbol devriminden önceki tek başarıları da bir kez Lüksemburg’un olduğu gruptan Avrupa Şampiyonası finallerine çıkmaktı!
Cruyff 3 gün önce El Periodico’daki köşesinde şöyle yazmıştı: “Ben Hollandalı’yım ama her zaman İspanya’nın oynadığı tür futbolun arkasında olacağım!” Cruyff’un emekli futbol devrimcisi yoldaşlarından Krol da maçtan önce BBC’ye “asıl Total Futbol mirasçıları”nın anavatanları Hollanda’nın rakibi İspanya olduğunu söyledi. Ne de olsa finalde İspanya forması giyen 7 İspanya vatandaşı (Puyol, Pedro, Busquets, Xavi, Iniesta, Pique ve Fabregas) 1988’de Cruyff’un Total Futbol prensipleriyle restore ettiği Barcelona altyapısı La Masia’nın yetiştiler. Hollanda’nın hocası Van Marvijk de oyuncularına “Artık Total Futbol’u unutun, eskisi kadar güzel oynamasak da şampiyon olabilecek şekilde oynayacağız!” dememiş miydi zaten?
Hollanda özellikle ilk yarıda daha çok bir “Total Faul” taktiğiyle mücadele etti ve İspanya orta sahasının “Vivaldi yaylılarıvari pas sanatı”nı icra etmesine izin vermedi. Tarihin en gösterişsiz ama en uzun süredir namağlup olan Hollanda’sı aynı zamanda Dünya Kupası tarihinin bir turnuvada toplamda en çok sarı kart gören takımı oldu.

2010 yazının “hatice şampiyonu” genç ve futbol güzeli Almanya aklıma geldi bir anda. Finalde Müller’li Almanya olsa, en azından 1994 finalinden daha zevkli bir final olurdu belki, kim bilir? Ama artık “Hollanda – Almanya tarihi futbol soğuk savaşı” bağlamında şuna adım gibi eminim: Bu finalde de çok net gördüğümüz gibi Hollanda artık 2006 öncesi “eski Almanya”nın rolünde; 2010 model Almanya ise artık 1974 sonrası “eski Hollanda” gibi!
Ancak futbolu kısa vadeli neticelerden ibaret olan görüp usta hocaları “Yeniköy Kasabı” diyerek aklınca aşağılayanlar için dün gece daha tarihi bir olay gerçekleşti. Marcelo Lippi’den sonra Vicente Del Bosque, Avrupa tarihinin kulüpler ve milli takımlar düzeyinde dünya şampiyonu olan ikinci hocası olarak adını tarihe altın harflerle yazdırdı.
Acaba Yıldırım Demirören başkan dün hangi takımı tutmuştur? Ben dede mirası kontenjanından Hollandalı’ydım ama her zaman Cruyff ustanın izinde İspanya ve 2010 model Almanya’nın oynadığı tür futbolun arkasında olacağım!

7 Temmuz 2010 Çarşamba

"Xaviesta", Mozart ve iki usta

İlk faul düdüğünün 26:52’de çalınması harika değil mi? Ne de olsa sahada, ülkemizdeki çarpık futbol yönetimi düzeninde “Yeniköy Kasabı” ve “Çamaşır Suyu Markası” denerek kovulmaktan beter edilen ama dünyanın her yerinde pound misali geçerli ve değerli olan iki harika teknik adamın taktik kapışmasına da bu güzel yarı final yakışırdı.Genç ve “hücum güzeli” Almanya, hayatları boyunca topu mahalle maçlarında bile rakibine kaptırmayan “Xaviesta”nın Mozartvari pas sanatı karşısında ilk kez Ballack’ın yokluğunu hissetti. Ne de olsa Löw’ün maçtan önce altını çizdiği gibi İspanya’nın “bir Messi”si olmasa da, paslaşmaya başladılar mı “üç Messi gücü”nde olan bir orta sahası vardı.Löw ustanın Jansen değişikliği, tam zamanında bir taşla iki kuş vuran bir taktiksel hamleydi. Ramos karşısında ağır kalan Boateng yerine, geçirdiği sakatlıklardan sonra 2. tercihe dönüşen asıl sol kanat beki Jansen’i oyuna aldı. Böylece hem Ramos’un hız üstünlüğünü etkisizleştirdi, hem de sol kanattan tehlikeli ataklar geliştirerek maçı dengelemeyi başardı.

Ta ki duvarımda resmi olan tek faal futbolcu Puyol, Mesut’ların altyapı milli takımlarından hocası Hrubesch’i hatırlatan “altın kafa”sıyla tarih yazana kadar… “İçimizdeki İspanyol” Orhan Ayhan usta çok sever, öve öve bitiremezdi Puyol’u; keşke maçı da o anlatsaydı da bu sevinci yaşasaydı!
Belki de Almanya, artık “Total Kontrol”cü olan Hollanda’yla beraber tersine dönen Dünya Kupası’nda şampiyon olmak için “Alman futbol standartları”na göre çok fazla güzel oynuyordu! Tarihin en az gösterişli Hollanda’sı “eski Almanya misali” finale uzanırken, Beckenbauer’lerden beri en güzel Almanya, 2010 yazının “duble” dört dörtlük futbol haticesini neticeye dönüştüremedi. Yine de ben torunuma bile “Fatih Akın film karakterlerinin sahaya inmiş versiyonu” olan bu 2010 model Almanya’yı anlatacağım… Rahmetli dedemin bana 1974 Hollanda’yı anlatırken özenle seçtiği olabilecek en zarif ve şiirvari sözlerle… Ne de olsa “Evladım biliyor musun, bir zamanlar bizim ülkede Löw ve Del Bosque kovulmaktan beter edilmişti” desem, bana inanmaz. “Dede, sen Yeniköy bunağısın!” diyebilir!