25 Haziran 2010 Cuma

ERKEN (YARI) FİNAL: İNGİLTERE - ALMANYA SAVAŞI TARİHİ

Kırmızı kısmını kanınızla yaptığınız bir bayrakla İngiltere’de herhangi bir pub’a girip “Hadi orduya gönüllü olarak katılalım, Almanları öldürelim” derseniz, kimsenin umurunda olmazsınız. Ama futbolun mucidi İngiltere’nin tek Dünya Kupası şampiyonluğunu kazandığı 1966 stil kırmızı milli formayla aynı pub’a girip “Hadi maça gidelim, Almanları yenelim” diye bağırırsanız, yanında dünyanın en güzel kızı oturan adam bile koşa koşa peşinizden gelir!

AB içinde Almanlarla en gelişmiş ticari ilişkileri kuran İngilizler için futbol söz konusuysa, Almanya sürekli sıcak savaş halinde oldukları bir “Nazi takımı”dır. Futbolun, sahada oynanan oyundan çok daha fazla ötesi olduğu o anda tüm saatler, 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılında durmuş, İngiltere ile Almanya arasında asla bitmeyecek bir futbol savaşı başlamıştır. İngiltere ile olan rekabet, yeminli düşmanları Almanlar için her ne kadar Hollanda ile yaşadıkları futbol savaşının yanında çok fazla bir şey ifade etmese de, İngilizler başta basın, yöneticiler ve taraftarlar nezrinde bu savaşı o kadar sıcak yaşar ki, Almanlar’ın “üstün futbol ırkı” psikolojileri kayıtsız kalamaz ve İngilizlerle İngiliz olurlar!
Her iki ülke de kendi futbollarının seviyesini birbirilerine karşı aldıkları skorlara göre tanımlar. Bu iki güçlü futbol ülkesi için ezeli düşmanına yenilmek demek, kendi ülkelerindeki futbolun dibe vurması demektir. Bu öylesine belirleyici bir psikolojidir ki İngilizlerin gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından Gary Lineker, futbolu tanımlarken, Almanya’yı kıstas alır: “Futbol, 22 kişinin oynadığı ve sonunda penaltılarla Almanların kazandığı bir oyundur”
Ama, daha dünya savaşlarında Avrupa’nın mutlak hükümdarı olmak için birbirlerine girmemişken, İngiltere-Almanya maçları hiç de Lineker’in tarifindeki gibi değildir. O zamanlar Prusya İmparatorluğu ve Britanya Kraliçeliği olarak karşılaşan iki ülke, ilk olarak 1899’da karşılaştıklarında Almanya daha çok kalecinin Yaşar olduğu bir Türkiye rolündedir. Tarihteki ilk karşılaşma İngilizlerin 13-2 üstünlüğü ile biterken, Almanlar yenilen pehlivanlar olarak güreşe doymak bilmezler. İki gün sonra İngilizler bu kez 10-2’lik bir skorlar rakiplerine bir ders daha verirken, Almanların 3 gollük göreceli ilerlemelerini alayla bir dille takdir ederler! Bunun üzerine Almanlar, o zamanlar kendilerinden çok daha iyi oynayan Avusturyalıları da yanlarına alıp İngilizlere bir daha meydan okurlar. Almanlar büyük bir ilerleme kaydederler, ilk maçı 8-0, ikincisi de 7-0 kaybederler!
1. Dünya Savaşı’nda İngilizler, Almanlar’ı bozguna uğrattıktan ya da tarih İngilizler tarafından öyle yazıldıktan sonra 1930 yılında her iki ülke ilk kez Almanya ve İngiltere olarak karşılaşırlar. Berlin’de 3-3 biten maç, aynı zamanda Hitler’in önce dünya sonra da futbol tarihine iğrenç damgasını vurmadan önceki son karşılaşma olur.

1935 yılında ise ilk kez Almanya “Nazi Almanyası” olarak, İngiltere’nin konuğudur. Üstelik maç da Yahudilerin kurduğu ve taraftarlarının büyük bir kısmının Yahudi kökenli olduğu Tottenham’ın White Hart Lane Stadı’nda oynanır. Almanya’dan on bin kadar taraftarın gelip izlediği maç, Alman oyuncuların Musevilerin futbol mabedinde verdiği Nazi selamı ile Hitler’in gövde gösterisine dönüşürken, saha içinde futbol söz konusu olduğunda üstün olan bir ırk varsa o da maçı güle oynaya 3-1 kazanan İngilizlerdir.


2. Dünya Savaşı’nda Hitler insanlığın yüz karası tiksinçlikleri ile Avrupa kıtasını orta çağdan beter bir hale dönüştürmeden önce son maç 1938’de artık Nazilerin mabedine dönüşmüş olan Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynanacaktır. 110.000 kişinin izlediği maçtan önce, Hitler İngiliz oyuncuların artık Avusturya’yı ya da kendisine ilhak eden “Büyük Almanya”ya saygılarını göstermeleri için Nazi selamı vermelerini ister. Başta Musevi kökenliler ve solcular olmak üzere oyuncuların çoğu bunu reddederken, Hitler ile Çekoslovakya’yı işgal etmesi için anlaşan İngiliz başbakan Chamberlain’in dışişleri bakanlığından gelen emirle futbol tarihinin en çirkin fotoğrafı ortaya çıkar. İngiliz oyuncuların hepsi, Alman meslektaşlarıyla aynı anda Nazi selamı verdikten sonra başlayan maçta futbol ırkı daha üstün olan açık farkla yine İngilizler olur: Chamberlain:6 – Hitler: 3
Chamberlain, aklı sıra sanki onlar İngiliz olmadıkları için insan değilmiş gibi Çekoslovakya’yı Hitler’in insafına terk ettikten sonra, son model Nazi bombaları Coventry’yi Çekoslovakya’ya dönüştürdüğünde işin boyutu değişir. Başta Pink Floyd’un Roger Waters’ının babası olmak üzere yüzbinlerce İngiliz Almanlara karşı savaşırken öldüğünde, futbol sahalarına taşan savaş aslında hiçbir zaman bitmeyecektir.

Dünya Savaşı sonrası, artık adı Batı Almanya olan İngiltere’nin futboldaki yeminli düşmanı ilk maçta 1954 Dünya Kupası şampiyonu olarak Wembley’e konuk olur. İngilizler 3-1 kazanıp 2. Dünya Savaşı’ndaki üstünlüklerini sürdürdüklerini sanırken, Almanlar “Sadece yedeklerimizi yendiler” diyerek İngilizlerin milli hamasetini alaya alırlar. 1956 ve 1965 yıllarında oynanan dostluk maçlarının sadece isimleri dostluk maçıdır, sahada ise daha çok karate, judo soslu bir mahalle kavgası yapılır. Her iki maçı yine İngilizler kazanır ve can düşmanlarına karşı namağlup ünvanlarını korurlar.

Wembley’de oynanan 1966 Dünya Kupası Finali ise sadece iki ülke arasında oynanan ilk “dostluk” maçı olmayan karşılaşma olmasının yanı sıra Almanya ve İngiltere arasındaki futbol ateşine benzin döken maç olarak başlı başına bir tarihtir. 90 dakikası 2-2’lik eşitlikle biten maçın uzatmalarında İngilizleri öne geçiren Geoff Hurst’ün golü, hiç bitmeyecek bir tartışmanın başlangıcı olur. Hurst’ü vuruşu üst direğe çarpıp kalenin içine ya da dışına düşerken Azeri asıllı Sovyet yan hakem gol kararı verir. Daha sonra İngiltere bir gol daha atıp tarihinde ilk ve son kez Dünya Kupası’nı kazanır. Almanlar Sovyet hakemi, yarı finalde eledikleri Sovyetler Birliği’nin acısını çıkarmakla suçlarken, o tarihten itibaren kendi liglerindeki tüm tartışmalı golleri “Wembley golü” diye tabir ederler. İngilizler ise kendilerine Dünya Kupası’nı getiren kararı veren Bakhramanov’a hayat boyu minnettar kalacaklar, hatta 2002 Dünya Kupası Elemeleri’nde Azerbeycan’da Bakhramanov Stadı’nda oynanan maçtan önce 1996’da hayatını kaybeden hakemin anısına Hurst’ün de katıldığı bir tören düzenlerler. Bazı İngiliz taraftarlar daha da ileri giderek, yetkililere Bakhramanov’un mezarına çiçekler götürmek istediklerini söylerler.
Normalde deplasmanda kırmızı forma giyen İngilizler, kaderin garip bir cilvesiyle evlerinde oynanan finalde ilk kez kendi sahalarında kırmızı giymişler, Retro 66 olarak anılan bu forma İngiliz taraftarların tarihleri boyunca en sevdikleri, en çok satın aldıkları forma olmuştur. Ama 1968 yılında beyaz forma giyen milli takım, tarihinde ilk kez Almanya’ya boyun eğmesi aslında İngiltere’nin futboldaki düşüşünün miladı olacak, Almanlar bir zamanlar Avrupa’yı yerle bir eden Hitler’in Panzerleri’nin adını alarak futbolda dünya devliğine terfi edecekti.
İlk önce 1970 Dünya Kupası Çeyrek Finali’nde 2-0 geriden gelerek maçı 3-2 kazanan Almanya, 1972 Avrupa Şampiyonası’nda da İngiltere’yi bir kez daha mağlup ettiğinde Observer gazetesinin başyazarı McIlvanney yine Dünya Savaşı’na göndermede bulundu: “Artık kabul etme zamanı, Almanlar futbol sahasında bizden daha az üstün bir ırk değiller” Tonu tartışmalı olsa da tespiti doğrudur. Almanya 1974 Dünya Kupası’nı kazandığında, İngilizler katılma hakkını kazanamadıkları kupayı evde televizyonlarından izlemekle yetinmek zorunda kalırlar. Kulüpler düzeyinde Keegan’lı Liverpool’un fırtına gibi estiği yıllarda bile İngilizler dünya kupaları ve Avrupa şampiyonalarını evlerinden izlemeye devam ettiler. Hatta sonunda en büyük yıldızları olan Keegan da Hamburg’a transfer olarak Alman Ligi’nin yolunu tuttu.

Yıllar sonra 1982 Dünya Kupası’ndaki 2. tur grup maçında İngiltere ve Almanya tekrar karşılaştıklarında her iki tarafın saha içinde sergiledikleri futbol, saha dışında medya ve taraftarlar arasında oynananın çok gerisinde kaldı. Bu 0-0’lık beraberlik 1990 Dünya Kupası Yarı Finali’ne kadar İngiltere ve Almanya arasında oynanan son üst düzey karşılaşmaydı. İtalya’daki yarı finalde ise ezeli rekabet tüm boyutlarıyla geri döndü. Gelmiş geçmiş en sıkıcı Dünya Kupası’nın en heyecanlı maçının normal süresi 1-1 sona erdi. İngiltere’nin en büyük kozu Gascoigne, kendisini muhtemel finalde cezalı duruma düşüren sarı karttan sonra beyaz formasına sarılıp ağlayacak, penaltılar sonucunda ise İngiltere yine kırmızı uğurlu formasını giymemenin cezasını çekecekti. Pearce ve Waddle, penaltıları kaçırdıklarında, 4-3 kazanan Almanya finalde Arjantin’in rakibi olmuş, İngilizlerin gözyaşlarına nazire yaparcasına şampiyon olmuşlardı.

İngiltere’de düzenlenen Euro 96, “Futbol 30 yıl sonra evine geri dönüyor” şarkısı ile başladı. Kırmızı formalar sandıklardan çıkarıldı. Önce Trafalgar Meydanı’nda İngiliz ve Alman holiganlar 2. Dünya Savaşı’nın parodisini canlandırdılar. İngiltere yarı finale çıkıp Almanya’nın rakibi olduğunda Daily Mirror “Achtung! Teslim olun, futbol evine, Almanlar ise Berlin’e!” manşetini atmış, ateş bacayı sarmıştı. Ama asıl geri dönen, ilk kez İngilizlerin karşısına Batısı ve Doğusu birleşmiş olarak çıkan Almanya’ydı. Bir kez daha Lineker’in futbol tarifine uyan maçta bu kez Pearce penaltısını gole çevirse de şimdilerde Tuncay’ın antrenörü olan Southgate kaçırdığında futbol artık İngiltere’nin evi değildi. Ezeli düşmanlarının sahasında oynanan finalde, Almanlar bir kez daha yenik düştükleri maçta Freddy Krueger misali geri dönerek Çekleri yenip, kupayı evlerine götüren taraf oldu.

4 yıl sonraki Euro 2000’de İngilizler ilk kez gazozuna olmayan bir maçta Almanları yenerken, rakipleri ile beraber grupta son iki sırayı alarak evlerine erken döndüler. Almanlar ise “İngiltere’ye bile yenildiysek, Almanya’da futbol bitmiş demektir” sonucuna vardılar. Ama asıl karşılıklı felaket 2002 Dünya Kupası Elemeleri’nde yaşanacaktı. İlk karşılaşmada Wembley yıkılmadan önce oynanan son milli maçta, Almanya, Liverpool’lu Hamaan’ın golüyle 1-0 galip gelecek, devre arasında İngiliz taraftarların yaptığı “Savaşı kazandıysan ayağa kalk!” tezahüratı teknik direktör Keegan’ın kellesini kurtarmaya yetmeyecekti. Rövanş maçında İngilizler, tarihlerinde ilk kez bir Almanya deplasmanına korkarak çıktılar. Ama bu kez korkunun ecele faydası vardı. Gerrard ve Owen’ın futbol resitali sonucunda ortaya çıkan skor, Almanlar için Rummenige’nin deyimiyle, “Waterloo Savaşı’ndan beri aldıkları en acı hezimet”ti: 5-1

Almanya teknik direktörü Völler’in babasının devre arasında kalp krizi geçirdiğinin rivayet edildiği bu maçtan sonra İngiltere, 2002 Dünya Kupası’nı kazanma hayallerini kurarken, çeyrek finalde elenmekten kurtulamadılar. Futbol imparatorluğu çöktü denilen Almanya ise finalde daha önce İngiltere’yi eleyen Brezilya’ya yenilse de kupayı bir kez daha ezeli düşmanlarının yukarısında tamamlamayı başardı. İngilizler bir kez daha Almanya fobisine kapılmışken, 2007’de yeniden inşa edilen Wembley’de oynanan maçta bu sahadaki ilk yenilgilerini de Almanya’dan aldılar. “Almanlar o kadar sıkıcı oynuyorlar ki rakipleri maça ilgisini kaybedince hep kazanan onlar oluyor” diyen Nick Hornby bile sonunda imana gelecek ve Euro 2008 elemelerindeki rezaletten sonra futbolun neden bir türlü evine dönemediğini açıklayacaktı: “Biz İngilizler, kafamızı Almanya ile o kadar bozduk ki sonunda onlardan bile daha sıkıcı oynayarak, kendi oyuncularımızın maça ilgisinin kaybolmasına sebep olduk!”

"W" TUŞU VE JAPON DEVRİMİ



Japonya-Danimarka maçını izlerken FIFA 99 oyununu hatırladım. Oyunun sonraki sürümlerinde aynı fonksiyon var mıydı bilmiyorum ama FIFA 99'da 'W' tuşuna basınca oyuncular iki katı hızlı koşardı. Dün gece de ilk yarı boyunca sanki Japonlar sürekli 'W' tuşuna basarak oynadılar. Bir zamanlar 'İskandinavya'nın Hollandası' misali olan Danimarka ise yaşı ilerlemiş 'yarı emekli' yıldızlarıyla mihrabı yerinde olsa da minaresi yıkılmış bir takım hüviyetinde ilk yarı boyunca 'W' tuşunu kullanamadı! Kamerun maçında 1998 nostaljisi estiren Danimarka dün gece ilk yarıda FIFA 99'dan çok Emlyn Hughes Soccer gibi Commodore çağının futbol oyunlarının temposunda oynadı.



Hazır nostalji yapmışken Dünya Kupası tarihinde 2010 model Japonya'dan önce bir maçta frikikten iki gol atan son takımın 1974 model 'rahmetli Yugoslavya' olduğunu belirtelim. Peki, nasıl oldu da bundan 8 yıl önce kendi evinde düzenlenen Dünya Kupası'nda 2010 ev sahibi Güney Afrika'dan hallice oynayabilen Japonya, futbolda bu kadar 'ışık yılı' ilerlemeyi başardı? İlk önce Japon futbolunun öncüsü olan Zico'yu anmak lazım. Rus edebiyatı için Puşkin ne ise, Japon futbolu için de Zico o! Zico'nun Daum'gillerden en önemli farkı gittiği her yere 'pozitif futbol elektriği' yayması ve günü kurtarıp kesesini doldurmak yerine geleceği de düşünen güler yüzlü bir futbol ekolünün misyoneri olması. Zico'nun yanı sıra Tsubasa çizgi filmi de Japon futbolunda bir zamanlar Beyaz Gölge dizisinin Türk basketbolunda yarattığı etkiye denk bir spor sevgisi yarattı. Tüm bunların üzerine liginde ihracat-ithalat dengesini kuran ve birçok Japon yeteneği Avrupa'nın önde gelen liglerine yollamayı spor politikası olarak benimseyen planlı bir kalkınma projesini koyun, alın size Danimarka gibi bir ekolü alt eden Japonya gerçeği!

Değişmeyen tek şey değişimin kendisi, işte dünya futbolu da Japonya örneğindeki gibi ışık hızıyla değişiyor: Kadrosunu ve oyun anlayışını gerektiği gibi yenileyemeyen son şampiyon İtalya, bir zamanların en büyük defansif süper gücü olarak 2010 yazında kalesine çekilen 6 şutun 5'inde gol yedi!


22 Haziran 2010 Salı

ALMA TRAPATTONİ’NİN AHINI ÇIKAR DOMENECH DOMENECH



Tam 24 yıl önce şu anda Arjantin’in hocası olan Diego Maradona, İngiltere’ye eliyle attığı golü “Tanrı’nın Eli” olarak nitelemişti. Takım arkadaşı olan “1986 model Higuain” Valdano ise “Ben o golü atamazdım ama Maradona’dan daha iyi betimlerdim” demişti: “Tarih boyunca biz Arjantinliler’e siyasette, ekonomide, ticarette ‘el’le gol atan İngilizlere bu sefer biz saha içinde elle gol atmıştık ama en azından kimsenin burnu kanamamıştı!”

24 yıl sonra bu kez Fransa 6 ay içinde hem sahada İrlanda’ya karşı, hem de masa başında “Euro 2016 rakibi” Türkiye’ye attığı elle gollerden sonra aldığı “ah”lar sonucu öyle şeyler yaşadı ki! Bilseydi Henry, elini dünyanın gözüne ve İrlandalı oyuncuların kalbine soktuktan sonra gider hakeme delikanlı gibi “Elle attım” der, Dünya Kupası’nı evinden huzur içinde izlerdi! Kısacası alma Given’ın ahını, çıkar Anelka Anelka; alma Trapattoni’nin ahını, çıkar Domenech Domenech!


Diğer taraftan beraberlik sonucu “el ele” 2. tura çıkabilecek Uruguay ve Meksika, 1982 model Batı Almanya & Avusturya misali “küçülme”diler. Son anına kadar her iki takım da Dünya Kupası finali oynuyormuşçasına hırslı, ateşli ve güzel oyunlarıyla dünyanın tüm “şaibe bağımlısı” Ahmet Çakar’gillerine çok delikanlı bir selam gönderdiler.


Hayatı boyunca “Tanrı’nın Eli”nin laneti üzerine çöken Maradona da takımı Arjantin’i 2. turu garantilemesine rağmen 90 dakika kazanmak için oynattı. Keşke Fransızlar da Maradona misali hatalarından ders alsalar; Domenech-Henry çizgisinden ablasına edilen ırkçı küfre cevap vermeyi ne pahasına olursa olsun kazanmaya tercih eden Zidane’ın yolundan gitseler! Zidane’ın yokluğunda üst üste ikinci büyük turnuvada da galibiyet alamayıp 6’da 0 yapmaları anlayabilene çok büyük bir hayat dersi! Ne de olsa Valdano’nun dediği gibi futbol yaşadığımız hayatın metaforu…

16 Haziran 2010 Çarşamba

FUTBOLUN ERASMUS’U MARCELO BIELSA

Şili 48 yıl önce Dünya Kupası’nda son kez galip gelmiş. Bizim 12 Eylül’ün Güney Amerika versiyonu olan CIA destekli askeri darbe vs derken Şili halkının yüzü uzun yıllar gülmemiş. Ama zaman Güney Amerikalıları haklı çıkardı: “Bir çocuğu mutlu etmek istiyorsanız ona bir futbol topu verin yeter!”

1962’den beri Dünya Kupası’nda oynadığı 14. maçta nihayet galip gelen Şili bizim FourFourTwo-Lig Radyo-Total Futbol ekibi için hiç sürpriz değil! Marcelo Bielsa yönetiminde G. Amerika elemelerini 2. sırada bitiren Şili’yi bir de gol sanatçıları Suazo iyileşince izleyin, tadına doyamayacaksınız! Türkiye – Honduras maçından yola çıkarak FIFA sıralamasında 38. sırada olan Honduras’ı küçük görenlere de bir çift sözüm var: Honduras, Orta Amerika elemelerinde o “takım savunması”nı yere göğe sığdıramadığınız ABD’den bile daha az gol yedi; biz de o Honduras’a top göstermeyen Türkiye olarak “ders almayıp ders verme” kategorisinde Dünya Kupası’na katılamayan en güçlü ekibiz!

Şili’nin hocası ders vermez ders alır; dünyada en çok futbol videosu ve kitabına sahip olan insan olmak tek övünç kaynağıdır. Birçok hocanın “4-3-3 görünümlü ‘gerici’ 4-6-0” oynattığı dönemde dünyanın en estetik futbol dizilişi olarak gördüğü 3-3-1-3’te inat ettiği için lakabı “deli”dir. Bielsa rakibin ismine ve ne oynadığına fazla kafayı takmadan aynı estetik futbolu “tribünlere oynatan” bir hoca olarak “futbolun Erasmus’u”dur. Lakin Erasmus ustaya da deli derlerdi! Bence Erasmus örneğindeki gibi Bielsa’ya “deli” diyen delidir! İlk yarıda Şili’nin yaptığı gibi minimum geri ve yan pas yaparak %70 pas yüzdesine ulaşmak delilikse ben de iflah olmaz bir futbol delisiyim!
İspanya ve İsviçre’nin kapışmasında ise dünya futbolunda belki de hakkı en az teslim edilmiş teknik adam olan Hitzfeld’in “taktik şov”u vardı. İspanya ilk yarıda %73’lük rekor bir topla oynama süresine ulaşmasına rağmen biraz da Torres’siz Villa’nın bekleneni verememesi sonucu golü bulamadı. Hitzfeld aslında Mourinho gibi iki ayrı takımla Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış bir teknik adam. Ama dünkü tarihi zaferden sonra Mourinho’nun aksine olabildiğine mütevaziydi. Her takıma Bielsa ve Hitzfeld gibi hocalar lazım! Tabii her takıma Suarez, Forlan, Cavani gibi hücum sanatçıları da lazım! Uruguay’ın “hem Zidane’ı hem Romario’su” olan Forlan, futbolseverin “zevk alanını genişleten” komple bir sanatçı. Hele hele o dünyanın sayılı santrforlarından biriyken egosunu sıfırlayarak bu yaştan sonra oyun kurucu olarak oynaması var ya, işte bu yüzden biz Forlan’a “sahanın her yerinde futbolun her türlü güzelliğini sergilemek” bağlamında “futbol bienali” diyoruz!