25 Aralık 2009 Cuma

Son 10 Yılın En İyi Beşiktaş 11'i üzerinden son 10 yılın siyah-beyaz bilançosu


Kaleci: Cordoba

Ara sıra garip hatalar yapsa da mükemmele yakın kaleciydi. 100. yıl şampiyonluğu kadar 101. yıldaki Chelsea zaferinde Sergen'e yaptığı asistle ömür boyu unutulmayacak bir kaleci. Modern futbolun gerektirdiği kalecinin oyun kurması ve oyunun aktif parçası olması konusunda Taffarel ile beraber Türkiye Ligi'ne damgasını vurdu.


Sağ bek: Zago

Aslında stoper olduğunu ben de biliyorum ama hem 2000'li yıllarda Beşiktaş'ın sağ bekleri hep stoperden bozmaydı (Mustafa Doğan, İbrahim Toraman) hem de Roma'da sağ bek oynamışlığı vardır. Sadece kesiciliğiyle değil baskı altındayken savunmayı rahatlatan top taşıyıcı özelliğiyle de takımın en önemli kozlarındandı.


Sol Bek: Münch

Nouma'nın ilk sezonunda yaptığı asistler, Rıza Çalımbay'dan beri en lezzetli muz ortalar. Alman oyuncu gittiğinden beri İbrahim Üzülmez'in insan üstü emeklerine rağmen Beşiktaş'ın sol kanadı bir yerden sonra hep güdük kaldı.

Stoper: Ferrari

Transfer hatalarıyla dolu Demirören yönetiminin Ernst'le beraber en doğru transferi. Tepeden tırnağa kaliteli bir İtalyan defansif orta saha sanatçıcı.


Stoper/libero: Ronaldo

Gökhan Keskin'den beri Beşiktaş savunmasına gelen en teknik savunmacı. Çok hızlı olmasa da üstün oyun zekası ve oyun kuruculuğuyla Beşiktaş'a çok şey kattı. Attığı sürpriz goller de cabası.

Orta Saha: Ernst

Şu anda Beşiktaş formasını giyen en komple futbolcu: Profesyonellik abidesi, 40 yıllık Beşiktaşlı gibi savaşçı ve fedakar... Bir o kadar da usta!


Orta Saha: Giunti

Önlibero mevkisinin fizik gücü ve top kesici özellikleri yanı sıra oyun zekası ve yönlendiricilik de gerektirdiğini en güzel kanıtlayan isimlerden. 100. yıl şampiyonluğunun gizli kahramanı.


Orta Saha: Karhan

Scala - Daum arasındaki sancılı geçiş döneminde güme giden örnek bir görev adamı. Harika bir takım oyuncusuydu. Birden fazla mevkide aynı başarıyla oynasa da orta sahanın ortasında hala büyük bir usta. Özleyenler Bundesliga'da Mainz formasıyla ya da bu yaz Slovakya formasıyla Güney Afrika'da izleyip hasret giderebilirler.

Forvet arkası 10 numara: Sergen

Disiplinsizlik timsali olsa da her şeye rağmen Yusuf Tunaoğlu'yla beraber Beşiktaş tarihine gelen en teknik ve en izlenilesi oyuncu. İstediği zaman Mattheus'a bacak arası atacak, Roman Abramovich'in Chelsea'sini tek başına dize getirecek kadar kudretli yeteneklerle donanmış bir futbol bienali.


Santrfor: İlhan Mansız
Halen yeri dolmadı. Stil, estetik, savaşçı ruh, üst düzey takım arkadaşlığı ruhunun sahaya yansıyan sureti... Attığı gollerin, Tsubasa'ya kramponunu ters giydiren hareketlerin ötesinde zor günler geçiren kaleci Fevzi'ye destek olmak için formasının altına onun formasını giymesi ve gol atınca herkese göstermesi başlı başına bir futbol efsanesi




Santrfor: Pascal Nouma

Efsanevi kişiliği ve sansasyonel hareketleri bir yana Beşiktaş formasını giyen en patlayıcı forvet oyuncusu. Dinamo Kiev'e attığı gol aslında ne kadar yetenekli bir forvet olduğunun en canlı kanıtıydı. Taraftar onu yeteneğinin ötesinde bir takım ruhu taşıdığı için bu kadar çok sevdi.

BEST OF BEŞİKTAŞ 2000'LER ÜZERİNDEN TESPİTLER:

1- Beşiktaş bir daha 100. ve 101. yılın ilk yarısındaki kadro kalitesini yakalayamadı. 90'ların efsane oyuncularından Recep Çetin de "Biz o zamanki halimizle 2009 şampiyonu takıma fark atarız, sadece 100. yıl takımı bizle boy ölçüşebilir" demesi de bu tezimi güçlendiriyor sanki.

2- Son 10 yılda Beşiktaş forvet hattına İlhan Mansız haricinde Metin-Ali-Feyyaz kalibresinde yerli bir yıldız golcü gelmedi. İlhan da zamanından çok önce kendini harcadı ya da harcattı bunun da sebebi Metin-Ali-Feyyaz'ın profesyonel futbol mentalitesinde olmamasıydı. Ahmet Dursun belki İlhan kadar yetenekli değildi ama en çok da bu mental sorunlarından kaybetti...

3- Daha da kötüsü son 10 yılda Beşiktaş formasını giyen Türk oyunculardan çok azı takımı taşıyacak, oyunun kaderini belirleyecek oyunculardı. Bunun da ana sebebinin 2000'den itibaren kulübün altyapısının çökmesi olduğunu düşünüyorum. Son Sergen Yalçın olayları da yönetimsel bazda altyapıya zerre kadar önem verilmediğini gösteriyor. Özellikle Sinan Vardar'ın yönetimden ayrılmasından sonra altyapı tamamen kaderine terk edilmiş gibi. Beşiktaş'ın altyapı patronu Mehmet Ekşi'nin 3. kademede mücadele eden Sarıyer'in başına geçmek için görevinden ayrılması da bunun en önemli somut göstergesi.


4- Beşiktaş son 10 yılda maalese sadece altyapıdan değil üstyapıdan da yerli oyuncular konusunda kaybetti. Lucescu, İbrahim Altınsay, Erdil Arpacı üçlüsünün beraber çalıştığı dönem hariç genellikle yerli oyuncu transferinde baltayı taşa vurduk.
Özellikle Süleyman Seba ve çocuklarına bıraktığı kadar miras payını Beşiktaş'a bırakan Şevket Belgin'in çay kaşığıyla biriktirdiği paralar, Serdar Bilgili göreve gelir gelmez çorba kepçesiyle harcandı. 2000 yılında Beşiktaş'ın ilk aldığı yerli oyuncuları şöyle bir hatırlatıyım, durumun vahameti daha net ortaya çıksın: Antalyaspor'dan Fazlı Ulusal, Ümit Bozkurt (saha dışında harika bir insandır ama futbol yeteneği asla Beşiktaş klasında değildir) ve taraftara kafa attıktan sonra yollanan Erman.


5- Scala ile başlayıp Daum ile devam edilen 2000-01 sezonundan sonra Bilgili yönetimi maalesef yabancı oyuncuların da kalitesini düşürecek transferler yaptı. Şu anda hala Mainz ve Slovakya Milli Takımı'nda başarıyla forma giyen, orta sahada liderlik özellikleri fazlasıyla gelişmiş Miroslav Karhan ve takımın asist kralı sol kanat oyuncusu Markus Münch'ü yollamak büyük hataydı. Özellikle Karhan uzun vadede Beşiktaş'ın orta sahasını istikrarlı bir şekilde sırtında taşıyacak bir isimdi. Beşiktaş'tan sonra uzun yıllar Wolfsburg'da parmak ısırtan bir performans sergiledi. Münch'ten sonra ise bu sezon İsmail Köybaşı gelene kadar İbrahim Üzülmez'in sol kanatta tek bir alternatifi dahi olmadı. 2000 yazındaki efsanevi Barcelona zaferini hatırlayalım: Üzülmez ve Münch solda harika bir ikili olarak birbirlerini tamamlıyorlardı. Münch hücumda mükemmel ortalar yaparken Üzülmez de takım savunmasına müyhiş bir katkı yapıyordu.


6- 2000'den itibaren Beşiktaş savunmasına hiç takımı taşıyabilecek kalibrede yerli bir savunma oyuncusu gelmedi. Barça maçında Scala yönetiminde 3-5-2 oynayan Beşiktaş'ta Üzülmez sol iç, Münch ise sol kanat beki pozisyonundaydı.
Aslında o kadroda tek eksik iyi bir savunma hattıydı. Leeds hezimeti Beşiktaş tarihinin en kötü savunma hattına denk geldi. Daha sonra Ronaldo'nun gelişiyle savunma hattı toparlanmaya başlasa da savunmanın özellikle sağ kanadı çok zayıf kaldı. Aslında 90'ların ikinci yarısında yıldızı parlayan altyapı mahsulü Salih uzun yıllar Beşiktaş'ı sağda ihya edebilecek yetenekte bir oyuncuydu ama halen muamma olan bir sebepten dolayı çok erken yaşta soldu gitti!
Sadece 100. yılda aslında bir forvet olan Kaan Dobrovski'nin Luce tarafından sağ kanat bekine kaydırılmasıyla oraya geçici bir çözüm bulundu. 101. yıla Luce bu soruna radikal bir çözüm üretti ve Okan Koç'u transfer etti. Yetenekleri açısından Beşiktaş kalitesinde olan ama mentalitesi ve davranış bozukluklarıyla profesyonel futbol dünyasının üst tabakasında yeri olmayan Okan Koç, 2000'lerin en büyük hayal kırıklıklarından birisi oldu.
Bu sezon Mustafa Denizli'nin sağ kanada 3 oyuncu birden transfer etmesi de uzun vadede sürekli Beşiktaş'ın karşısına çıkan bu sorunu kökünden halletme çabası. İbrahim Kaş, son yıllarda altyapıdan çıkan en kaliteli savunma oyuncusu ancak asıl mevkisi stoper. Rıdvan ise çok yetenekli, hızlı ve modern futbola uygun bir isim, inşallah en yakın zamanda sakatlığını atlatıp kendisine çeki düzen vererek yetenekleri ölçüsünde bir performans sergiler. Erhan Güven ise iyi bir yedek ama şimdiye kadar sergilediği performansla daha fazlası değil maalesef.

7- Son 10 yılın en iyi 11'inin orta sahası biraz defansif ağırlıklı, orası kesin. Bu 11 klasik anlamda açık oyuncusu olmayan bir takım. Çünkü maalesef Metin Tekin'den Holosko'ya kadar Beşiktaş'ın iyi bir sağ açığı olmadığı gibi, çok parlak sol açıkları da olmadı. (aslında Tümer Metin'den harika bir sol açık olurdu ama 10 numara olmaya endekslenmiş egosu buna izin vermedi) Zaten bir ara Bayram Bektaş ve Murat Alaçayır kanatların kurtarıcısı olarak transfer edilmişti, daha ne olsun?

8- Ne olursa olsun burada yer alan 11 oyuncu Beşiktaş'a büyük katkılar sağladılar ve asla unutulmayacaklar. Eğer Şifo Mehmet'i 2000'lerin takımına koymadıysam bunun ana sebebi Şifo'nun 90'ların en büyük yıldızlarından olması ve 2000'lerde çok kısa oynayıp eski performansından uzak bir görüntü çizmiş olması. Yoksa büyük usta Şifo Mehmet'in başımın üstünde yeri var.

9- Beşiktaş ne yapıp yapıp altyapısını yeniden organize etmeli. Gerekirse bunun için 80'ler ve 90'larda Beşiktaş'ın en büyük gücü olan altyapı devrimini yapan Serpil Hamdi Tüzün hocadan danışman olarak faydalanılmalı.

10- Yönetim mi? Boşverin hiç konuyu açmayayım da mutlu bir yıla girin!

22 Aralık 2009 Salı

BARCELONA 2009: TARİHİN EN GÜZEL TAKIMI?


Tarihi bir altıda altıya imza atan Barcelona, hem istatistik hem de estetik açısından 2009’un açık ara en başarılı takımı oldu. Cruyff’un bıraktığı futbol mirasından yola çıkıp eski talebesi Guardiola yönetiminde modern zamanlarda tüm rekorları alt üst eden Katalanya futbol ordusu, kimilerince sadece bu sezonun değil futbol tarihinin en güzel takımı olarak değerlendiriliyor.

Bu satırlar yazılmadan 66 yıl önce… 1943 İspanya Kral Kupası yarı finali… İlk maçta Barcelona, 66 yıl sonraki Rüya Takım’ın öncüsü olarak fahri Barselonalı Pablo Picasso’nun fırçasından çıkmışçasına bir futbol resitali sergiliyor. Sonuç Barça: 3 – Real Madrid: 0. Ertesi gün ise İspanya diktatörü Franco’nun devlet güvenliği direktörü, Barcelona takımını sarayına davet ediyor ve kısa kesiyor: “Size bir hatırlatma yapmak istiyorum. Unutmayın ki sizlere hayatınız bağışlandıysa ve futbol oynamanıza izin veriliyorsa, bunların hepsi de Franco’nun ‘insanüstü cömertliği’ sayesinde! Rövanşta merhametimizi zorlamayın!”
Rövanş kaç kaç mı bitti? Real Madrid: 11 – Barcelona: 1!


O günden sonra Katalanya’da futbolun sadece futbol olarak kalması imkânsızdı. 53 yıl sonra İngiliz teknik adam Bobby Robson’ın söyleyeceği gibi artık FC Barcelona başka bir futbol gezegeniydi ve ateşli silahlar yerine meşin yuvarlak aracılığıyla savaşan Katalanya ordusuydu. Savaşı başlatan ve Nazilerle işbirliği yaparak kendi ülkesini bombalayan Franco’nun tüm zulümlerini yazmaya kalksak, goal.com’un sayfaları yetmez. Bilmeyenler varsa, dünyanın en iyi tablosu olarak addedilen Picasso’nun “Guernica”suna baksınlar yeter. O yıllarda Barça forması giymiş oyuncuları vatandaşlıktan çıkartan, Barcelona sosyal tesislerini bombalatan Franco’nun en büyük sportif günahı Real Madrid’i kanatları altına alıp hakemler ve federasyonun da sapına kadar Madridista moru olduğu bir futbol rejimi kurmasıydı. Aslında suç, kendisi gasp etmeden önce başkanına işkence yaptırttığı Real Madrid’de değil, onu bu kadar sevendeydi! Bu şartlar altında Barcelona, futbolun dünyanın en popüler sporu olmaya başladığı 60’lı yıllarda sadece bir kez 1960’ta La Liga şampiyonu olmayı başarırken, iki kez de hakemlerin La Liga’ya göre çok daha adil olduğu Fuar Şehirleri Kupası şampiyonu olmakla teselli bulacaktı.

Franco 1970’lerde çaptan düştükçe, futbol rejimi yumuşadı. Bu süreçte, Johan Cruyff Katalanların kaderini değiştiren isim oldu. 1974’te 14 yıllık hasretten sonra gelen La Liga şampiyonluğunun ötesinde, Barça Hollandalı futbol mucizesi öncülüğünde Bernabeu’da Real Madrid’i 5-0’lık tarihi bir hezimete uğrattığında Barcelona gerçek anlamda yeniden doğacaktı. Tarihçilere göre çatırdamakta olan Franco diktatörlüğü ilk olarak futbol sahasında çökmüştü. O maçtan kısa bir süre sonra Franco’nun hastalanması ve yaklaşık bir yıl sonra ölmesi Barcelona’lılar için son derece manidardı:
“Cruyff o kadar güzel oynadı ki, Franco kahrından öldü!”


1980’lerde Maradona’nın varlığına rağmen sadece iki kez Kupa Galipleri Kupası’nı müzesine götürebilen Barcelona için asıl futbol rüyası 1988’de Cruyff’un bu kez teknik direktör olarak şehre dönüşüyle başlayacaktı. Dördü Cruyff yönetiminde üst üste olmak üzere 1990’larda kazanılan altı La Liga şampiyonluğu ve yine Cruyff döneminde kazanılan Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan sonra Josep Guardiola’nın da yer aldığı kadro, “Rüya Takım” olarak adlandırılmaya başlandı.

2000’lerin başında, bir ara rüya kâbusa dönüşür gibi olsa da Cruyff’un Ajax’tan öğrencisi Frank Rijkaard yönetimindeki Ronaldinho’lu kadro 2005 ve 2006’da üst üste La Liga’yı kazanıp 2006 Şampiyonlar Ligi şampiyonu olurken, birçok otorite yeni bir rüya takımdan bahsetmeye başladı. Ancak bu sezon tarihi bir üçlemeye imza atarak hem La Liga, hem Kral Kupası, hem de Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan takım sadece Barcelona tarihinin değil, tüm dünya tarihinin en güzel futbol rüyası olarak gösteriliyor.

1960’ların Barça’sının Iniesta’sı Luis Suarez “Bunlar daha bir şey değil, Guardiola ve öğrencileri daha yeni başladılar. Devamı gelecek” derken 1970’lerde Cruyff’la beraber takımın en büyük yıldızı olan Carles Rexach, Guardiola’nın takımını rüyaya dönüştüren baş etkenin Cruyff’un futbol felsefesinin devamı olduğunun altını çiziyor. “Devler Ligi finalinde döktüren, Alex Ferguson’u bile hiç olmadığı kadar çaresiz bırakan takımın sırrı, ilk 11’deki 7 oyuncusunun (Messi, Pique, Xavi, Iniesta, Valdes, Busquets, Puyol) altyapı mahsulü olmasında” diyor Rexach.
“Guardiola, Cruyff’un bir zamanlar en gözde talebesi, saha içindeki beyniydi. Pep, 70’lerin isyankâr Barça ruhunu, 90’ların zaferleri ve kendine güveniyle süsleyerek 2000’lere taşıyan ve sonsuza kadar uzatan bir köprü inşa etti.”
diye devam ediyor 33 yılını Barça’ya adamış olan Rexach,
“Örneğin Dani Alves’in olağanüstü performansını bu bakış açısıyla değerlendirmek gerek. Zamanında Ronald Koeman örneğinde olduğu gibi bu sezon yeni gelen Brezilyalı 40 yıldır Barcelona’da oynuyormuş hissini uyandırıyor.”



1992’de Guardiola’nın da forma giydiği ve Cruyff’un oyuncularına sahaya çıkmadan önce “Sizden tek isteğim var, bugün kazansak da kaybetsek de kendi felsefemize uygun olarak oynayın. Bu gece kaybetsek bile bu felsefeye sadık kalırsak, gelecekte sürekli kazanan biz olacağız” dediği gece yardımcı antrenör olan Rexach’a göre bu sezonki üç kupa aslında 8 Mayıs 2008 günü kazanılmış! O gün kulüp başkanı Joan Laporta, Johan Cruyff’la bir araya gelmiş ve Rijkaard’ın yerine kimin gelmesinin doğru olacağını sormuş. Cruyff hiç tereddüt etmeden
“Barcelona B’nin hocası, eski talebem Josep Guardiola. Eğer Guardiola’nın eski takım arkadaşı olan sportif direktörümüz Txixi Begiristain’a da uygunsa, hemen Pep’i göreve getirin”
dedi. Eski bir avukat olan Laporta için de en uygun isim hukuk eğitimi almış olan Pep Guardiola’dan başkası değildi. Basına eleştiri malzemesi olabilecek deneyim eksikliği konusunda ise son sözü Begiristain söyledi:
“Guardiola, Barcelona’yı çalıştırabilecek teknik direktörler arasında açık ara en deneyimli olanı çünkü o daha futbolcuyken sahadaki teknik direktörümüzdü!”


Guardiola’nın 1.5 milyon euro’luk yıllık maaşı sadece Barcelona teknik direktörlüğü için değil La Liga standartlarında da son derece düşük bir meblağdı ama o maaş ve tazminat yerine başarılara endeksli prim sistemini tercih etti. Sezon sonunda da 600 bin euro La Liga şampiyonluğu, 400 bin euro Kral Kupası, 1 milyon euro da Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için aldığı primlerle İspanya’nın en çok kazanan hocası olmayı başardı. Guardiola, futbolculuğu döneminde Barcelona’da her şeyi yaşamıştı: Cruyff, Robson, Van Gaal; Hagi, Laudrup, Ronaldo, Figo olayları; en büyük başarılar ve en acı günler… Bu yüzden 32 kişilik ekibiyle beraber çoktan göreve hazırdı. Günümüz futbolundaki fizik kondisyon gereksinimi için biçilmiş kaftan olan 12 kişilik bir kondisyoner ordusu, Cruyff’tan miras taktiksel kültürü geliştirecek beş teknik yardımcı, rakipleri izleyip raporlayacak beş scout ve aralarında sağ kolu Tito Vilanova’nın da yer aldığı birçok yardımcı hoca.

İlk iş olarak Ronaldinho ve Deco gibi kendi egoları lehine takımın ahengini bozan oyuncularla yollar ayrıldı. Dört ayrı dili anadili gibi konuşan çiçeği burnunda hoca, başta Alves ve Keita olmak üzere yeni yabancıları kısa bir süre içinde takıma adapte etmeyi başardı ve 6 ayda modern zamanların en izlenmeye doyulamayan takımını yarattı. Bu takım gerçekten de bambaşkaydı çünkü ilk kez istatistik ve estetik birbirlerini bu kadar tamamlamışlardı. La Liga’nın ilk devresi sona erdiğinde bahis şirketleri Barça’nın şampiyonluğuna oynayanlara paralarını ödemeye başladılar. Bu arada geçen sezon ligi 18 puan arkalarında tamamladıkları ezeli düşman Real Madrid’e 12 puan fark atılmış, yerel derbideki rakip Espanyol’un 17 gole imza atmayı başardığı dönemde Barcelona’nın sadece direkten dönen toplam pozisyonunun sayısı 17 olmuştu!

16 maç üst üste mağlubiyet yaşanmazken, bu istatistiğe bir de Franco diktatörlüğü döneminde 1961 model Real Madrid ulaşabilmişti. Tarih bir kez daha “En iyi savunma biçimi hücum edip topa sahip olmaktır” diyen Cruyff’u haklı çıkarmıştı. La Liga’da ilk devre sonu itibarıyla Barcelona, Real Madrid’e göre toplamda bir maç süresinden daha fazla (101 dakika) süre topa sahip olmuştu! İstatistiklerin ötesinde, Santander’le 1-1 berabere kalınan maçta Guardiola’nın yardımcısı Tito Vilanova “Bu sezonki en iyi performansımızdı, böyle oynarsak üç kupayı da alırız” diyecekti.

Sadece futbol tarihinin en usta taktisyenlerinden Hiddink yönetimindeki Chelsea ile 0-0 berabere kalınınca, bazı otoriteler Barça’nın durdurulabileceğini iddia ettiler. 90’lar Barcelona’sının Henry’si Hristo Stoichkov, o maçtan sonra şöyle diyecekti: “Guardiola’nın takımı bizimki kadar kudretli değil. Bizim takımda işler sarpa sarınca Koeman, Nadal ve Stoichkov sahneye çıkıp takımı kurtarırlardı. Bu takım oyun biraz sertleşince mental açıdan çok naifleşiyor ve büyüsü kaçıyor. Chelsea ile Nou Camp’ta oynanan maçta bunu yakından gördük.”
Ancak Stoichkov tarihsel bir gerçeği ıskalıyordu: Barcelona, bir İngiliz ekibiyle ilk maçı kendi sahasında oynadıktan sonra turu en son 1960’ta geçmeyi başarmıştı. Zaten sonunda da haklı çıkan Stoichkov değil, 2009 model Barça’nın sergilediği futbolu “Play Station takımlarından bile daha mükemmel” olarak niteleyen bir başka eski Barcelona’lı şimdilerin Bordeaux teknik direktörü Laurent Blanc oldu. 1980’lerin Maradona’lı Barça’sının Puyol’u olan Migueli’ye göre bu takım naif falan değildi; Guardiola, selefi Rijkaard’dan farklı olarak bir futbol takımının en önemli yapıtaşı olan alçakgönüllüğü Barcelona’ya geri kazandırmıştı. Bu takımın ihtiyacı Stoichkov ya da Nadal değildi çünkü kulüp tarihinde ilk kez bu kadar çok sayıda özkaynak mahsulü yıldız oyuncu başrolde oynarken, onların en mütevazıları olarak nitelendirilen Iniesta ve Xavi, bu takımın rakiplerinden en büyük farkıydı:
“Iniesta-Xavi ikilisi, taraftarların kendilerini gördükleri tarihsel aynalar. Mesela ben artık sade bir taraftar olarak onları öz kardeşim gibi görüyorum. Onlara tekme atılınca, bana atılmış gibi hissediyorum”


Gerçekten de Migueli’nin haklı olarak yere göğe sığdıramadığı ikili, her ne kadar sezon boyunca Messi’nin ihtişamının gölgesinde kalsalar da 2009 model Barcelona’yı bu kadar güzel bir futbol rüyasına dönüştüren de bizzat bu ikili oldu. Alex Ferguson’un “O ikisinin ayaklarından topu hayatları boyunca kimse alamamıştır” dediği Xavi ve Iniesta sezon boyunca başta Chelsea ve Real Madrid maçları olmak üzere “Rüya, kâbusa dönüyor” denilen anlarda hep sahneye çıktılar. O kader anlarında bir teknikolor rüya jeneratörü gibi devreye girdiler ve hatice ile netice arasında kopmak üzere olan bağlantıyı yeniden kurmayı başardılar.


Kuşkusuz Messi-Iniesta-Xavi üçlüsü bu rengârenk Barcelona futbol karnavalının en güzel, en göz alıcı renkleri… Ancak halen Barelona formasını en çok giyen oyuncu olma rekorunu elinde bulunduran Migueli’ye göre asıl gizli kalan kahraman “Sanırım, o benim öz oğlum” dediği kaptan Carles Puyol. 1899’da Barcelona’yı kuran 11 oyuncudan birisiyle adaş ve soydaş olan Puyol, Şampiyonlar Ligi finalinde altyapıda kendisini yetiştiren hocalarının A takımın o zamanki patronu Louis Van Gaal’e söylediklerini bir kez daha haklı çıkardı:
“Siz bizden bir sağ bek, bir stoper, bir de önlibero istemiştiniz; alın size Puyol!”


Gerçekten de her oyuncunun sahanın her mevkisinde aynı başarıyla oynayabildiği Cruyff’un “total futbol” pratiği Puyol örneğinde olduğu gibi sezon boyunca Guardiola’nın can simidi oldu. Devler Ligi finalinde Dani Alves ve Abidal’in yokluğunda tam dört kilit oyuncusunun (Puyol, Messi, Yaya Toure, Eto’o) mevkilerini değiştirmek zorunda kalan ama yine aynı lezzette bir futbol ziyafeti sunan Katalan hoca da Cruyff’un hakkını Cruyff’a teslim ediyor:
“Bu güzel bebeğin babaları Cruyff ve Rexach, annesi de onların futbol mirası. Belki tarihin en iyi takımı olmadığımızı söyleyenler olabilir ama futbol tarihinin en iyi sezon performansını bizim sergilediğimizi kimse inkâr edemez. Aslında Cruyff’un dediği gibi futbol basit bir oyun, zor olan futbolu basit oynamak. Bu bağlamda en zoru bizim başardığımızı söyleyebilirim!”

Sezonun son kısmında bir aylık bir süre zarfında önce La Liga şampiyonluğunun kaderini belirleyecek maçta deplasmanda Real Madrid’e altı çekmek, Kral Kupası finalinde Bilbao’ya fark atmak ve Devler Ligi finalinde Alex Ferguson’un takımına top göstermemek zoru başarmanın da ötesi. Peki, Katalan Barcelona daha önce hiçbir İspanyol takımının yani dolayısıyla Real Madrid’in yapamadığını başararak tarihi bir altıda altıya imza attığı bu 2009’da 1943’teki 11-1’in rövanşını almış mı oldu? İşin aslı o rövanş çoktan alınmış, Bernabeu’daki 6-2’lik tarihi zaferden birkaç hafta sonraki La Liga şampiyonluk kutlamasında perçinlenmişti.

O gece, altyapıdan yetişen Arjantinli Messi’den, 10 aylık Barcelona’lı olan Brezilyalı Alves’e kadar herkes bir zamanlar Franco’nun yasakladığı Katalanca dilinde konuştu. Mikrofon bir diğer altyapıdan yetişmiş oyuncu olan Pique’nin eline geçtiğinde ise yer yerinden oynadı. Tribünlerdeki 90 bin Barcelona taraftarıyla beraber “Zıpla, zıpla; zıplamayan Real’li!” diye bağıran Pique, başkan Laporta’nın oturduğu tribüne doğru yöneldiğinde kutlamaları naklen yayınlayan yüzlerce dünya televizyonunun kameramanları öylece bakakaldı. Laporta da taraftarlarla beraber zıplıyor, hemen birkaç sıra arkasındaki Johan Cruyff’a bakıyordu. Önce gülümseyen sonra gözleri dolan Cruyff da zıplıyordu. Kim bilir, belki de 1943’te Franco’nun silah zoruyla futbol oynamaları engellenen 11 Barcelona’lı oyuncunun da onlarla beraber mezarlarında zıpladıklarını düşünüyordu.

Tam o esnada kaptan Puyol’un ortaya çıkıp biraz da kızarak “Real dahi olsa, Barcelona rakibini aşağılamaz” edasıyla mikrofonu elinden alması 1943’ün asıl tarihi rövanşıydı. Ne de olsa zamanında Real Madrid başkanı Rafael Sanchez Guerra da Barcelona başkanı avukat Josep Sunyol gibi sadece futbolu çok sevdiği için Franco’nun zindanlarında ölümüne işkence görmüştü.

8 Aralık 2009 Salı

Artık goal.com'dayız...


Bundan sonra günlük haftalık yorumlar için adresimiz www.goal.com/tr olacak. Total Futbol blogu ise daha çok gündem dışı, arşivlik tarihsel yazılarla devam edecek. İnsanın aşkının işi olması böyle sürprizlerle dolu... her gün goal.com'da, haftada bir günde Total Futbol blogunda görüşmek üzere...
Bu arada tabii ki blogger milleti olarak bir yere gittik mi takımca gidiyoruz malumunuz... Başta Fırat İşbecer, Mayıslar Bizim, PC Lion olmak üzere blog kardeşlerimizin bazılarını da zaman zaman goal.com'da okuyabilirsiniz... Hepsi ayrıca bloglarına devam edecek tabii ki, bu bloglar bizim yaşama nedenimiz...


"Sorun ne içeride ne de dışarıda, hedeflerin ta kendisinde!"

"Aziz Yıldırım öncesi Fenerbahçe'yi hatırlayalım: Günlük skorlara endeksli, her an içeriden kaynamaya hazır, şov yapmak isteyen yöneticiler tarafından manipüle edilen Türkiye'nin en popüler kulübü. Bugün ise Fenerbahçe'de o günlerle karşılaştırınca olağanüstü bir değişim söz konusu: Sarı-lacivertliler, Zico dönemindeki Şampiyonlar Ligi çeyrek final başarısından sonra bu kez de Europa Ligi'nde grubu lider tamamladılar, önleri alabildiğine açık! Ancak başta boyalı skor basını olmak üzere kimse bu başarıdan bahsetmiyor, yerel ligdeki skorlara endekslenerek ligdeki formsuzluğu krize dönüştürüp nemalanmanın, daha fazla gazete satmanın (daha doğrusu kakalamanın) yollarını arıyorlar. Onların ekmeğine yağ süren ise maalesef Aziz Yıldırım'ın kendisi. Kulübü bu kadar modernleştirdikten sonra, Avrupa'daki makus talihini olabilecek en parlak şekilde değiştirdikten sonra sezon başında "Hedef üç yıl üst üste yerel şampiyonluk" açıklamasını yapması tarihi bir hata! Bir önceki sezonun hayal kırıklığının etkisiyle yapılan bu açıklama, Daum ve oyuncuların üstünde Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor, önlerini göremiyor, haftalık yaşamak zorunda kalıyorlar. Önlerini görebilseler zaten üst üste rekor galibiyetlerin alındığı haftalarda oynanan oyunun parlak olmadığı fark ederler ve bunu geliştirmek için taktiksel, mental önlemler alırlardı. Bu şartlarda değil Daum, Trapattoni, Ferguson gibi ölümsüz ustalar dahi göreve getirilse daha iyisi olamazdı. Aykut Kocaman gibi bir değerin bu suni kaosta harcanmasının düşünülmesi zaten Türk futbolunun en amansız, ölümcül hastalığı. Fenerbahçe'nin parlak tarihinin en parlak sayfası olan Aykut Kocaman, aynı zamanda Fenerbahçe'nin geleceği de! Ama hedefi üç yıl üst üste yerel lig şampiyonluğu olan bu Fenerbahçe'nin değil. Bu Fenerbahçe sadece Aziz Yıldırım'ın sinirlerini bozuyor ve ani çıkışlarla sonradan pişman olabileceği hareketler yapmasına sebep oluyor.

Saha içine kısaca bakarsak da sorun hücum sisteminin %90'ının Alex ve Emre üzerine kurulu olmasından kaynaklanıyor. Bu oranın %60'a inip Semih, Özer, Mehmet Topuz gibi isimlerin %40'lık katkıyı üstlenmesiyle çözülebilir. Güiza'dan ise hiçbir umudum yok. Allah Daum'a kolaylık versin cidden, böyle bir adama CM, FM oynamaya yeni başlayan bir genç bile katlanamaz, anında kadro dışı bırakır ancak gerçek hayatta ödenmiş bir 13 milyon euro var ki CM, FM'de bile bu yüzden adamı tefe koyarlar."